Başarısız Osmanlı modernleşmesinden, bir bütün olan "Türk Milleti"ne

Türk Milleti, uzun yıllar verdiği mücadelelerden sonra kendisini tanımlayacak, kendisini tamamlayacak bir yönetim sistemiyle kendi kaderini tayin edebilecek kudrete erişmiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün eseri ve hediyesi olan Cumhuriyet, asla vazgeçemeyeceğimiz bir rejimdir.

GÜNDEM 29.10.2020, 07:00 29.10.2020, 07:44
Başarısız Osmanlı modernleşmesinden, bir bütün olan "Türk Milleti"ne

Osmanlı Devleti “millet” kavramını din üzerinden tanımlamıştır; Osmanlı’ya göre iki millet vardır: Müslüman ve gayri Müslim. Fransız Devrimi'nin yarattığı kavramlardan olan "milliyetçiliğin" Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte bu basit “millet” tanımı, ülkenin çok kültürlü yapısını taşıyamaz ve bu farklılığın farkına varan kitlelerin taleplerini kaldıramaz hale geldi. Böylelikle Osmanlı’da şu fark edildi: dil ve ırk konusunda bir ayrımın gözetilmediği Osmanlı’da bir “Osmanlı milleti”nden bahsetmek oldukça güçtür.

Ülkedeki bütünleştirilemeyen bu farklılığın ve Avrupa’daki ilerlemelerin farkına varılmasıyla, Osmanlı da Avrupa gibi bir modernleşme çabasına girişmiştir. Tıpkı Avrupa ülkelerindeki gibi devlet ve vatandaş arasındaki ilişkileri düzenleyen ve ulus-devlet yapısını ortaya koyan sözleşmelerin benzerleri, Osmanlı topraklarında da denenmiştir. Bu modernleşme denemeleri, ülkede yaşayan vatandaşların belli kimlikler etrafında toplanıp o kimlik çerçevesinde tanımlanması temelinde yapılmıştır; yani bir “Osmanlı milleti” oluşturulmaya çalışılmıştır.

Osmanlı’nın modernleşmesi, II. Mahmut döneminde başlayarak ilk olarak 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet’le, daha sonra da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilan ettiği II. Meşrutiyet’le zirveyi görmüştür. İttihat ve Terakki Cemiyeti, ülkedeki modernleşmeyi Osmanlı tebaasını oluşturan kitleyi bir kimlikle tanımlamaya odaklamış, bu süreçte Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük ön plana çıkmıştır.


İkinci Meşrutiyet'in ilanını müjdeleyen poster

Fakat onca çabaya rağmen “Belli bir toprak üzerinde siyasal olarak örgütlenip bir arada yaşayan, ekonomik yaşam, dil, tarih, ruhsal ve kültürel özellikler bakımından ortaklık gösteren insan topluluğu” olarak tanımlanan ulus, Osmanlı’da hiçbir zaman tam anlamıyla oluşturulamamıştır. Bu başarısızlığın sebebi, ülkedeki birçok farklı grubu aynı amaçlar doğrultusunda birleştirecek bir etmen bulunamamasından kaynaklanmaktadır. Ülke vatandaşlarını Tanzimat Fermanı’yla eşitlemeye çalışmak, Islahat Fermanı’yla gayri Müslimleri daha da yukarı çekecek bir adım atmak, ilan edilen iki Meşrutiyet dönemiyle halkın hâlâ oldukça güçlü bir merkezi figürün varlığına (padişaha) rağmen siyasete dâhil edilmeye çalışılması, herkesi bir araya getirecek kadar kuvvetli olmamıştır. Anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, her ne kadar çeşitli yollar denense de Osmanlı modernleşmesinde beklenen sonuç elde edilememiştir. Osmanlı’nın 200 yıldan fazla süren çöküşü, bu çabalarla da önlenememiştir.

Mustafa Kemal'in keşfi, Türkiye'nin bütünlüğünün sağlanması

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonra kayıtsız şartsız teslim olmasına sebep olan Mondros Anlaşması’ndan hemen sonra son sultan Vahdettin’le görüşen Mustafa Kemal Paşa, o gün bir şeyin farkına varır. Mustafa Kemal Paşa, sultanla yaptığı görüşmeden sonra Osmanlı modernleşmesinde eksik olan noktayı, milleti bir araya getirecek en temel ögenin ne olduğunu fark ederek “O gün anladım ki padişahlar, milletlerinin kaderini değil, ancak şahıslarının huzurunu düşünürler. O gün, Türkiye’yi ancak cumhuriyetin kurtaracağına tamamıyla iman ettim” şeklinde konuşur. Bu düşünceye ulaşan Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyetin ilanıyla zirveye ulaşacak şekilde bir milletin makûs talihini değiştirmek için yola çıkar.


Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalandığı İngiliz Agamemnon zırhlısı

Bağımsızlık mücadelesi boyunca dönüm noktalarının hepsinin içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa, bu noktaların hepsinde ya yakın çevresine ya da kendi kendisine cumhuriyetin Türk milleti için vazgeçilemez bir yönetim biçimi olduğunu, ülkede “zamanı gelince” cumhuriyetin ilan edileceğini dile getirmiştir. Cumhuriyet, yönetim şekli olarak bir ülkedeki en yüksek otoritenin halk olduğunu, başka hiçbir makam veya otoritenin halkın üstüne çıkamayacağını söyler. Mustafa Kemal Paşa’nın, sürecin en başından beri cumhuriyete bağlı olduğu aşikârdır.

Atatürk'ün Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerinden kesitler

II. Meşrutiyet’in ilanından bile önce Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyet fikri hakkında engin bir bilgi birikimine sahiptir. Mustafa Kemal’in cumhuriyet fikri hakkındaki bilgisini nereden edindiğini merak eden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, cumhuriyet fikrinin Türk tarihinde Mustafa Kemal’e özgü bir fikir olduğunu, Osmanlı düşünürlerinin cumhuriyet üzerine hiç fikir alışverişinde bulunmadığının farkına varır. Yakup Kadri, merakına cevap olarak “Cumhuriyet düşüncesinin doğuşunda Atatürk üzerinde Fransız Devrimi’nin düşüncesinin etkisi olduğunu” bulmuştur ve dünyayı kasıp kavuran, Osmanlı’yı da tartışmasız olarak değiştiren Fransız Devrimi’nin Atatürk’ün gençliğinde onu mutlak suretle etkilediğini belirtir.

Ali Fuat Cebesoy’un “Sınıf Arkadaşım Atatürk” eserinde, 1905 yılında arkadaşlarıyla bir toplantı sırasında Atatürk’ün, o döneme kadar verdiği ve gelecekte vereceğini adeta tahmin ederek söylediği “Bu dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk Devleti çıkarmaktır” sözleri, daha genç yaştaki Mustafa Kemal’in cumhuriyet ve onu yönetecek millet konusunda ne kadar kararlı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Milli Mücadele dönemine geldiğimizde ise Mustafa Kemal Paşa, müfettiş olarak yollandığı Samsun’dan İstanbul’daki Başbakanlığa yolladığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporda, “Millet, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır” ifadelerini kullanarak iradenin artık milletin kararlarına bağlı olması gerektiğinin altını çizer. Mustafa Kemal Paşa, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” derken yine millet kavramının önemini ve savaşlar ve yoksullukla yıpranmış Anadolu halkını nasıl bir araya getireceğini belirtir. Erzurum Kongresi’nden hemen önce yakın arkadaşı Mazhar Müfit Kansu’yla konuşan Mustafa Kemal Paşa, bağımsızlık kazanılırsa hangi yönetim şeklinin kullanılacağına dair soruya “Açıkça söyleyeyim, hükümet biçimi zamanı gelince cumhuriyet olacaktır” cevabını vermiştir.


Erzurum Kongresi'ne katılan Mustafa Kemal Atatürk ve diğer vekiller

Milli Mücadele'nin son durağı, Türk milletinin kaderini tayin edecek karar

Cumhuriyetin, Kurtuluş Savaşı sonrası ilan edilecek yönetim biçimi olduğuna dair en güçlü işaretlerden birisi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle İstanbul’dan Anadolu’ya çeşitli hükümet yetkilerinin geçirilmeye çalışılmasıdır. 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yeni kurulacak devlette farklı bir sistem olacağı ve bu sistemin, halkı temsil eden bir “millet meclisi” ile yürütüleceği tüm dünyaya açık bir şekilde gösterilmiştir. Türk milletinin tek temsilcisi olan TBMM, Mustafa Kemal Paşa’nın kendi sözleriyle “böyle bir hükümet, hâkimiyet-i millîye esasına yaslanan halk hükümetidir. Cumhuriyettir”; ancak daha cumhuriyeti resmen ilan etmenin zamanı gelmemiştir.

Milli Mücadele döneminde, ülkenin geleceğinin ne olacağı çok büyük bir belirsizlik içindeyken bile siyasi sistemi cumhuriyet olarak belirleyen Mustafa Kemal Atatürk, bu tercihinin sebebini de açıklar. Cumhuriyeti, Türk toplumunun karakterine uyan tek sistem gördüğü, Türkiye’nin modern bir devlet ve modern bir topluma sahip olabilmesi için en doğru yol olduğunu bilen Atatürk, tercihini de en yakın zamanda Cumhuriyet’i ilan ederek ispatlar. Atatürk, “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir” ifadeleriyle cumhuriyete olan bağlılığını açıkça ifade etmiştir.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, oluşturulması planlanan “millet” kavramı oldukça netleşmiş, kimlikler üstü ve ülke sınırları dâhilinde yaşayan herkesi kapsayacak bir “Türk milleti”nin oluşturulması ve çağı yakalaması için gereken her çaba gösterilmiştir. Eğitim ve hukuk sistemleri tamamen değiştirilmiş, Türk diline daha uygun Latin alfabesi kabul edilmiş, din ve devlet işlerinde ayrım gerçekleştirilmiş, ekonomide millileşme ve devletleşme başlatılmış, ülkenin dört bir yanına erişim sağlamak için demiryolunda büyük atılımlar yapılmış, barışçıl bir dış politikayla meşru müdafaa kapasitesi artırılan bir ordu kurulmuştur. Atatürk, bütün bu yapılanların sebebini, 200 yıldır yenilgiyle yaşayan, modern toplumlarla hiçbir alakası olmayan ve kendisine olan inancı tamamen yitirmiş Türk milletinin ayağa kalkması ve kendisini yönetecek seviyeye gelmesi olarak göstermiştir. 1920lerde 13 milyon kişiden oluşan Türkiye Cumhuriyeti,  kısa bir süre içinde halkın verdiği kararlarla kendi kaderini çizebilecek kudrete erişir.

Cumhuriyetimizin varlığı, en büyük emanetimiz


Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk

Coğrafyamızın son 200 yılına bakıldığında neredeyse hiç bitmeyen savaşlar ve yoksulluk yüzünden parçalanmış bir toplumun, kendi kaderini belirleyecek bir savaştan zaferle çıkmasının ardından sadece savaş alanında değil, hayatın her alanında kendi kaderini belirlemesini sağlayacak bir sisteme geçmesinin, Türk milletinin tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri olduğunu görüyoruz. Osmanlı modernleşmesinin en önemli sorunlarından biri olan Osmanlı tebaasının bir “millet” haline gelemeyişi olduğunu fark eden Mustafa Kemal Atatürk, milletin sadece isimde bir bütün olmasını sağlamakla kalmayacak, bir bütün halinde işlemesi için gerekli olan yönetim sistemini 29 Ekim 1923’te, bundan tam 96 yıl önce bu coğrafyaya getirerek, Türk milletine verebileceği en büyük armağanı vermiştir. Bize düşen sorumluluk ise, bu hediyeye her daim hak ettiği değeri verebilmek, Cumhuriyet’i, Atatürk’ün öngördüğü gibi farklılıklara saygı duyarak ama bir bütün olarak, “Türk Milleti” olarak ilelebet muhafaza ve müdafaa edebilmektir.

Yorumlar (1)
Pelin 4 yıl önce
Muhteşem bir yazı ve anlatım..teşekkür ediyorum