Neoliberalizm: Özgürlük vaadine karşı boğucu denetim

The Guardian Gazetesi’nden George Monbiot’un yazısından yaptığımız çeviri, yazarın Britanya’ya yönelik eleştirileri üzerinden tüm dünya siyasetine ışık tutan bilgi ve yorumlar içeriyor.

SİYASET 11.11.2019, 17:52
Neoliberalizm: Özgürlük vaadine karşı boğucu denetim

Dünyanın yeni baskın siyasal düşün sistemi neoliberalizm, ürkütücü biçimde özelleştirdiği sağlık sistemleri ve ifade özgürlüğünü bitirme atılımıyla ironik biçimde bizlere insansızlaşmış bürokrasiden kurtulmayı vadediyor. Dünyanın ümidi neoliberalizmin her yerde bireyliği, özgürlüğü, özerkliği ve yaratıcılığı yükselteceği yönündeydi. Bunun yerine elimizde eskisinden daha baskıcı yarı-özel otoriter hükümetler var. 

İşçiler Kafkavari bir bürokratik sarmalın tuzağına düşmüş durumda. Çalışanlar merkezden katı bir şekilde kontrol edilip, mikro yöneticilik icatlarıyla bezdiriliyor. İşbirliği ahlakına sahip olması gereken okullar, eğitim kurumları gibi kurumlar yalınlaştırılıyor, sindiriliyor ve baskıcı diktatörleri pohpohlamaya zorlanıyorlar. Fevkalade yeni bir özgür tercih ve şeffaflık çağını müjdeleyen özel sermayenin kamu hizmetlerine girmesi bu sistemle mecburî kılındı. Söylemi çeşitlilik ve özgürlüktü ama talebi sessizlik ve koşulsuz tabiyet oldu.

Bahsi geçen fikirlerin çoğunluğu Ludvig Von Mises’ın çalışmalarından kaynaklanıyordu. Avusturyalı iktisatçı, 1944 yılında yayınlanan “Bürokrasi” adlı kitabında kapitalizm ve sosyalizm arasında kati suretle bir uzlaşı olamayacağını iddia ediyordu. Oysa İngiltere’de Ulusal Sağlık Merkezi, Amerika Birleşik Devletleri’nde “Yeni Görüş”(New Deal) adıyla bilinen iç ekonomiye yönelik düzenleme programları ve sosyal demokrasilerdeki diğer deneysel uygulamalar gittikçe Sovyet ve Nazi tipi bir bürokratik totoliterliğe doğru evrildi.

Ludvig Von Mises bir miktar devlet bürokrasisinin kaçınılmaz olduğunu kabul ediyordu. Bürokrasi olmadan yerine getirilemeyecek belli başlı işlevlerin mevcut olduğundan ise kesinlikle haberdardı. Ancak devletin rolü savunma, vergi, gümrük gibi asgarî başlıklara indirilmedikçe çalışanların büyük demokrasi çarklarının arasında kaybolan bir dişli olacağını, bireysel ve özgür iradenin bu sebeple yok olacağını düşünüyordu. Öte yandan ona göre, tamamıyla serbest ve zincirlerinden kurtulmuş bir kapitalist sistemde, çalışanlar verdikleri vergiler ölçüsünde kendilerine oy verme hürriyeti vadeden ekonomik demokrasi ile “özgür insanlar” kılınmıştı. Ancak eklemeyi unuttuğu şey şuydu, kapitalist ütopyasında bazılarının bazılarından daha çok oyu vardı. Ve bu oylar iktidarın kaynağı olacaktı.

Friedrich Hayek ve Milton Friedman gibi pek çok neoliberal düşünürle uyum arz eden görüşleri İngiltere’de Margaret Thatcher, David Cameron, Theresa May ve Tony Blair gibi isimler tarafından hayata geçirildi. Bu isimlerin hepsi özgürlük ve verimlilik adına kamu hizmetlerini ya özelleştirmeyi ya da piyasalaştırmayı savundu. Ama vurguları daima demokrasi dediğimiz bir engele takılıp kaldı. Halk, hakkı olduğu şekilde temel hizmetlerin kamuya ait olmasını istiyordu.

Basitçe anlatmak gerekirse kamu hizmetleri özel şirketlere verildiğinde ya bu şirketler baskınlığını kullanarak sistemi kendi yararına dönüştürmeye çalışan bir tekeller grubu yaratıyor ya da bu hizmetleri rekabete alet ederek tutarsız, dağınık bir hizmet ağı sebebiyle kurumsal bir tıkanmaya sebep oluyor. Bunu görmemek için aptal olmak lazım ve bizler aptal değiliz. Kar hırsının kamu hizmetlerine ne yaptığının farkındayız.

Bu başarılı hükümetler eğer temel hizmetleri özelleştirmezlerse onları piyasa kurallarına maruz bırakma formülünü uyduruyor. İşin ilginci Von Misses’ın bu yaklaşıma karşı yaptığı “hiçbir reform kamu kurumlarını özel işletmeye döndüremez” uyarısında bulunması olarak karşımıza çıkıyor. Von Misses’a göre “ siyasî yürütmenin verimliliği ile sanayinin verimliliği baştan ayağı apayrı şeyler” olarak ifade ediliyor. Entelektüel emeğin mekanik yöntemlerle ölçülebilir olmadığını söyleyen Misses “bir doktoru bir vakayı inceleme süresine göre değerlendiremezsiniz” diye belirtiyor. Ancak uyarılarının ciddiye alındığını söylemek oldukça zor görünüyor.

Neoliberal teolojinin temel problemi devletin her şeyden elini eteğini çekmesini istediği ölçüde yine özgürlük adına toplu pazarlık ve benzeri işçi haklarının da elimine edilmesini arzu etmesi olarak belirleniyor. Kamu hizmetlerinin piyasalaşması ve yarı-özel hale gelmesi bir verimliliğin yakalanma çabası anlamına gelmekten ziyade bir denetim aracı olarak ortaya çıkıyor. Kamu çalışanları artık tek merkezli bir gözetleme ve değerlendirme rejiminin özneleri haline geliyor. Von Misses’ın uygulanamaz ve saçma bulduğu kıyas ölçütleri bu sistemlerde kullanılarak bürokratik nicelikçilik yapılıyor. Ve bu bürokratik nicelikçi, yalnız sayılara ve sonuçlara odaklanan yaklaşım etkili olmaktan çok uzakta sonuçlar veriyor. Tıpkı kuyruğunu ısıran bir yılan gibi kendi içinde başlayıp biten bir çözümsüzlük sistemi yaratıyor.

Bu anlayışın sebep olduğu yanlış algı tüm kamu hizmetlerini etkiliyor. Okulların nicelik odaklı, sadece sınav sonuçlarına önem veren tavrı çocuklarımızı kapsamlı ve etkin bir eğitimden mahrum bırakıyor. Hastaneler bekleme sürelerini manipüle ediyor, hastaları bir doktor listesinden öbürüne alıp aksaklığı kapatmaya çabalıyor. Polis kuvvetleri kimi suçları görmezden geliyor, kimisini başka bir kategoride tekrar değerlendirerek ya da şüpheliler üzerinde zor kullanarak istatistiklerini arttırmaya çabalıyor. Üniversiteler araştırmacılarından derinlemesine çalışmalar yerine sırf araştırma puanlarını arttırabilmek adına hızlı ve yüzeysel makaleler talep eder hale geliyor. 

Sonuç olarak kamu hizmetleri çok açık bir sebepten ötürü gittikçe verimsiz hale geliyor. Bu sebep de ifadesini kamu çalışanlarının moral olarak yıkımında buluyor. Cerrahlar gibi yetenekli, eğitimli ve eğitimi oldukça yüksek meblağlar tutan insanlar bu sistemin sebep olduğu baskı ve sefalet yüzünden ya istifa ediyor ya da erken emekliye ayrılıyor. Bu okumuş ve yetenekli insanların heba edilemesi, nicelik delisi sistemin işaret ettiği herhangi bir sorundan çok daha büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor. 

Çalışanların aşırı kontrole ve denetime tabi olması yalnızca kamu sektöründe görülen bir şey değil. Medyada son yer alan haberler dünyaca ünlü Amazon’un çalışanlarının hareketlerini izlemesine olanak sağlayan bir bilekliğin patentini aldığına işaret ediyor. Bu bileklikler sözleşmelerinde belirtilen haricinde bir hareketi anında algılıyor. Teknoloji hiç olmadığı kadar klavyede gezinen parmaklarımızın izlerini, dilimizi, duygu durumumuzu ve sesimizin tonunu takip etmek için kullanılıyor. Bazı şirketlerin çalışanlarına çip yerleştirme deneyleri yaptığı da biliniyor. Filozof Byung-Chul Han’ın işaret ettiği gibi ekonomide esnekleşmenin özetlediği neoliberal çalışma pratikleri çalışanları bağımsız yüklenicilere dönüştürerek sömürüyü içselleştiriyor. ”Artık herkes kendi şirketinin kendini sömüren bir çalışanı” haline geliyor.

Bize vaadedilen özgürlük insan özgürlüğü pahasına sermayenin özgürlüğüne dönüşmeye başlıyor. Neoliberal sistemin yarattığı bürokratik akıl mutlakiyetçiliğe dönmeye başlıyor.  Şirket yöneticilerini taklit eden kamu yöneticileri tarafından taklit edilerek tekrar üretiliyor. Çalışanlara yersiz, mantıksız ve sistemin dahi zararına olan ölçütler koyuyor. Gittikçe özel sektörde de her şeyi insansızlaştırarak karşı çıkılamaz ve şikayet edilemez bir yapı kurmaya hazırlanıyor.   Neoliberalizmin vadettiğinin tam aksine bu yapı gittikçe bireyin özerkliğini ve yaratıcılığı öldürüyor. Von Misses’ın Sovyet bürokrasisine yönelik “zaptedilmiş robotlar” yarattığı savı ne kadar doğruysa  bugün kendi savunduğu sistemin de ondan aşağı kalır bir yanı yok. 

Yorumlar (0)