Cumhuriyet ve Ata'nın izinden giden bir adam: Nuri Demirağ

Cumhuriyetin 97. kuruluş yıl dönümünde, Atatürk'ün "Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil süngünün de dayandığı ekonomiyle kuracak" sözünü ilke edinmiş Nuri Demirağ'ı inceliyoruz.

GÜNDEM 29.10.2020, 08:00 29.10.2020, 08:49
Cumhuriyet ve Ata'nın izinden giden bir adam: Nuri Demirağ

Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden büyük zaferle çıkan Türkiye, 23 Nisan 1920’den beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından Millî Egemenlik esasına göre yönetiliyordu. Saltanat hâlâ varlığını koruyor ve yeni devletin adının ve yönetim şeklinin açıklanmasında ciddi bir engel teşkil ediyordu. Bu engel, Meclis'in 1 Kasım 1922 tarihinde kabul ettiği “Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Hukuki Hâkimiyet ve Hükümranlığının Mümessil-i Hakikisinin Olduğuna Dair” adlı 308 numaralı kararla kaldırılıyor ve padişahlık resmen sona erdiriliyordu. Uzun müzakereler sonucunda 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Antlaşması ile de Türkiye uluslararası alanda tüm egemenlik haklarına sahip oluyor ve bağımsız bir ülke statüsü kazanıyordu. Artık yeni Türk Devletinin niteliğinin belirlenmesi, ulusal egemenliğe dayalı yönetim şeklinin hukuki bir zemine oturtularak ilan edilmesinin zamanı gelmişti. Mustafa Kemal, 28 Ekim 1923 günü akşamı yakın çalışma arkadaşlarıyla yaptığı görüşmede “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek bu konudaki fikrini açıklıyordu. Daha sonra İsmet Paşa ile geç vakte kadar çalışarak 1921 Anayasasının bazı maddelerini değiştiren bir kanun taslağı hazırlayan Gazi, hazırlanan tasarıda “Türkiye Devletinin Hükûmet Şekli Cumhuriyettir” maddesine yer verilerek rejimin adını belirliyordu. Tasarı 29 Ekim 1923 günü seçimle Mecliste görüşüldü ve yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyuyla kabul edilerek cumhuriyet ilan edildi.

Yeni Türk Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal oybirliğiyle ülkenin ilk Cumhurbaşkanı seçilir. Sıra, Cumhuriyetin ilk hükûmetinin kurulmasına gelmiştir. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilk hükûmetini İsmet Paşa'nın kurmasını düşünmektedir. Bu konudaki görüşlerini ve ülkenin sosyoekonomik yapısıyla ilgili tespit ve değerlendirmelerini İsmet Paşa'ya gönderdiği 30 Ekim 1923 tarihli mektubunda açıklar. Özellikle Osmanlı'dan nasıl bir miras devralındığını özetleyen bu mektup, Cumhuriyetin kuruluş döneminde ülkenin içinde bulunduğu zor koşulların, yaşanan güçlüklerin, sorunların iyi bilinmesi açısından fevkalade önem taşımaktadır. Tarihi bir belge niteliğinde olan söz konusu mektup, bugünün Türkçesiyle aynen şöyledir:

Sevgili Paşam, ülkenin ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey ağa, şeyh düzeni cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışardan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bir bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi nerdeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelecek göçmen sayısı 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz millî iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman da çok geç kalmıştı. Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, Halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, millî egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorumdayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istiyorum. Allah yardımcımız olsun.

Gazi Mustafa Kemal

Mustafa Kemal'in bahsettiği güçlükleri, zor koşulları ve sorunları anlayan ve çözüm üretmeye çalışan bir adam vardı. Adı çok da duyulmamış, ancak yaptığı işlerle cumhuriyet döneminin en önemli isimlerinden. Nuri Demirağ. Nuri Bey, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) inşaatının ilk müteahhitlerinden olup 10 bin kilometre uzunluğundaki demiryolu ağının yaklaşık bin 250 kilometrelik kısmının inşasını gerçekleştirmiş bir isim. Bu sebepten dolayı Nuri Bey'e Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilir.

Cumhuriyet döneminin önemli zenginlerinden olan Demirağ, kalbi vatan sevgisiyle çarpan hayırsever bir iş adamıdır ve 1936 yılında Türkiye'nin ilk uçak fabrikasını kurma girişimine başlar. O yıllarda ordunun uçak ihtiyacı halktan ve zengin işadamlarından toplanan bağışlarla karşılanmakta olduğu için Demirağ'dan uçak almak üzere başlatılan bir kampanyaya bağış yapması istendiğinde “Benden bu millet için bir șey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.” sözleriyle karşılık verir. Demirağ, 1936 Eylül'ünde Beşiktaş iskelesinin hemen ardında bir uçak atölyesi kurar ve Türk Hava Kurumu'nu (THK) etkilemeyi başarır. Bunun üzerine THK, Nuri Bey ile protokol imzalar ve atölye daha da genişletilip uçak fabrikası olarak hizmet vermeye başlar. Mühendis Selahattin Alan ile çalışmaya başlayan Demirağ, kısa süre sonra baş harflerinden ve yapım yılından esinlenerek Nu-D 36 uçağını üretir.

Mühendis ve aynı zamanda pilot da olan Selahattin Alan, bu uçakla bir test uçuşu için Eskişehir'e giderken Eskişehir İnönü meydanında yaşanan bir kırım sonrası hayatını kaybeder.

Kaza sonrası, THK uçağın testleri konusunda tek otorite olan Hava Müsteşarlığından yardım ister. Hava Müsteşarlığının hazırladığı rapor sonrası Nuri Demirağ’a uçakların kabulünün mümkün olmadığı bildirilir. Daha sonrasında ise Demirağ, THK'ya anlaşma hükümlerindeki gibi tadilatların yapıldığını ve testlerin İstanbul’da yapılması gerektiğini iletir.

Nuri Bey'in yaptığı müracaatı değerlendiren THK kabulün mümkün olmadığını söyleyen 24 Mart 1939 tarihli belgeyi sunar. Belgede ayrıca 14 bin liralık teminatın da THK'ya gelir olarak kaydedildiği belirtilir. Bunun üstüne Demirağ,  gerekli düzenlemelerden geçen uçakların testleri için Hava Müsteşarlığına kendisi başvuruda bulunur. 25 Eylül 1939 tarihinde tüm testlerden geçen uçaklar Müsteşarlıkça onaylanır. Bu onay ruhsatname ve uçuş izni anlamını da taşımasına rağmen Nu-D 36 uçaklarının satışının gerçekleşmesi için yeterli olmaz. Demirağ da, ilki 29 Kasım 1938'de, ikincisi 26 Ağustos 1940 tarihinde olmak üzere bütün olan biteni Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı detaylı mektuplarla iletir. Yardım ister, ancak gerekli ilgiyi görmez.

24 Kasım ve 28 Aralık 1943 tarihlerinde Nuri Demirağ’ın THK ile anlaşmazlığa düştüğü uçak teslimi konusundaki mahkemeleri sürer. Ayrıca bu uçakların yurt dışına satışı gündeme geldiği ve savaş malzemesi niteliğindeki uçakların satışına izin verilmediği söylenir.

Nuri Demirağ, çalışmalarına son sürat devam eder. 11 Şubat 1944'te bu sefer Nu-D 38 adını verdiği 2 mürettebat ve 6 yolcu taşıyabilen bir yolcu uçağının yapımına ön ayak olur. Test uçuşlarından sonra, 22 Mart 1944 tarihinde uçuş sertifikası alınan uçakla İstanbul–Ankara arasında yolcu taşımacılığı dahi yapılır.

Üretime geçilmesiyle birlikte bu uçakları kullanacak pilotlar yetiştirmek için Yeşilköy'de bugünkü Atatürk Havalimanı'nın olduğu araziye Nuri Demirağ Gök Okulu kurulur.

Nuri Demirağ, hem fabrikadaki hem de uçuş okulundaki çalışma ilkelerini “İşretten, oyundan, iffetsizlikten, eğrilikten, tembellikten, zulüm karlıktan sakınınız” ifadeleriyle açıklar. Demirağ, çalışmalarını da “İnsan gücünün yarattığı her şeyi Türk de yaratabilir, zafer artık süngünün ucunda değil, tayyarenin kanatlarındadır” sloganıyla yürütür.

Gök Okulu'nda İsmet İnönü’nün oğullarından olan Ömer İnönü de pilotaj eğitimi almaktayken 9 Ekim 1944 tarihinde eğitim yarım bıraktırılmış, ardından Nuri Demirağ Gök Okulu pisti istimlâk edilmiş, dışarıya satılması istenen uçaklara da gerekli izin çıkmamıştır.

Yorumlar (0)