Bugün 3 Mayıs Türkçülük Günü

3 Mayıs Türkçülük Günü, Nihal Atsız ve Sabahattin Ali arasındaki ‘Türkçülük-Turancılık’ davasından sonra gerçekleşen Ankara Nümayişi’ni anmak için her yıl 3 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Türkçülük Günü nasıl ortaya çıktı? Dava nasıl sonuçlandı? Detaylar haberimizde...

GÜNDEM 03.05.2019, 10:04 03.05.2019, 17:33
Bugün 3 Mayıs Türkçülük Günü

Türkçülük-Turancılık Davası, 7 Eylül 1944 ve 29 Mart 1945 tarihleri arasında gerçekleşmiş, Türk siyasetinin önemli 23 ismi ‘ırkçılık ve turancılık’ suçlamalarıyla yargılanmıştır. 65 oturumdan oluşan yargılama süreci, Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Cemal Oğuz Öcal ve Zeki Velidi Togan gibi isimlerin farklı cezalara çarptırılması ile sonuçlanmıştır.

Davanın arka planı

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmaya çalıştı. Müttefik Devletler, Türkiye’nin savaşa katılması için baskı yaptı ancak ülkemiz lojistik ve askeri alanlardaki yetersizlikleri gerekçe göstererek savaşın dışında kalmaya çaba gösterdi.

Türkiye, 1943 yılına kadar üstün başarılara imza atmaya devam eden Nazi Almanyası ile yakınlaştı. Hatta Türk askeri gözlemci heyeti, Rusya ile gerçekleşecek olan Kursk Muharebesi için hazırlık yapan Alman ordusunu gözlemledi. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen, Enver Paşa’nın kardeşi olan Nuri Killigil aracılığıyla Turancılığı örgütleyince, Şükrü Saraçoğlu hükümeti bu hareketi bastırmaya çalışmıştır.

Bunun sonucunda Nihal Atsız, başbakan Şükrü Saraçoğlu’na yönelik Orhun dergisinde iki açık mektup kaleme aldı. Bu mektupların yayımlanmasından sonra Nihal Atsız’a karşı dava açıldı ve bu dava basında ‘Türkçülük-Turancılık’ davası olarak yer aldı.

O dönemde başbakanlık görevini yürüten Şükrü Saraçoğlu, TBMM’de 5 Ağustos 1942’de yaptığı konuşmada şunları söyledi:

‘Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”

Nihal Atsız, Şükrü Saraçoğlu’nun bu sözlerine rağmen, devletin tüm kadrolarına komünistlerin yerleştirildiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini de açıkça göstermek için, Orhun adlı dergide 1 Mart 1944 ve 1 Nisan 1944 tarihlerinde Şükrü Saraçoğlu’na iki açık mektup yazdı ve başbakana bu konuda uyarılarda bulundu. Nihal Atsız’ın hedef gösterdiği isimlerin arasında Sabahattin Ali, Sadrettin Celal Antel, Ahmed Cevad Emre ve Hasan Ali Yücel vardı.

Sabahattin Ali, mektupların hakaret içermesi nedeniyle Nihal Atsız’a dava açtı. Mahkeme, 26 Nisan 1944 tarihinde Ankara’da başladı ve daha sonra 3 Mayıs 1944’e ertelendi.

Ankara Nümayişi

Nihal Atsız, 3 Mayıs 1944’te hakkında açılan davaya katılmak için Ankara’ya geldi. O sırada turancılar, komünizme karşı gösteri düzenlediler ve Nihal Atsız’a olan desteklerini göstermek istediler. Gençler, mahkeme salonuna girmeyince Ulus Meydanı’na doğru yürüdüler. Meydanda İstiklal Marşı söylediler ve komünizme karşı sloganlar atarak seslerini duyurmaya çalıştılar.

Oldukça kalabalık olan bu grup, Ulus Meydanı’ndaki toplanmalarından hemen sonra Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile bir görüşme yapmak istediler ancak talepleri anında reddedildi. Hükümet, milliyetçi gençlerin gerçekleştirmiş olduğu gösterileri şiddetli bir şekilde bastırdı. Gösterilerde 165 üniversiteli gencin tutuklandığı tespit edildi.

Alparslan Türkeş de nümayişe katılanlar arasındaydı. Türkeş, yaşanan olaylar hakkında şunları ifade etti:

“Bunlar Millî Şef ve onun gözde Millî Eğitim Bakanına nasıl gösteri yapabiliyorlardı? O zamana kadar Milli Şef’in müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılamazdı. Demokrasi, eşitlik, hürriyet, gençlik… Bütün bunlar Türkiye’nin 1944 iktidarında hep palavradır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak ‘yaşa’ naraları kayıtsız şartsız İnönü’nün tekelinde kalmalıdır.”

3 Mayıs günü toplanıp gösteri yapan gençlerin neredeyse hepsi tespit edildi ve tutuklandı. Nihal Atsız da duruşma bittikten hemen sonra gözaltına alındı. Alparslan Türkeş, yaşanan şiddet olaylarını şöyle özetledi: “3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı.”

Korkunç işkencelere uğradılar

İstanbul’da gerçekleşen soruşturmalar boyunca gözaltına alınan veya tutuklanan Türkçülere farklı işkenceler uygulandı. İşkenceler, sanık adaylarına sorguları yapanlar tarafından hazırlanan ‘ifade’ metinlerini imzalatmak amacıyla yapıldı. Bu metinlerde, sanık adaylarının ırkçı ve turancı oldukları, gizli bir örgüt kurarak devleti Turancı serüvenlere açık bir yapıya kavuşturmak için darbe yapacakları gibi ifadeler yer aldı ve bunları sesli bir şekilde okumaları istendi.

Eğer bu ifadeyi okumazlarsa geriye tek bir seçenek kalıyordu: İşkence!

İşkenceler, gözaltılar ile birlikte uygulanmaya başlanmıştı. Sanık adaylarının gazete, kitap ver dergi okumaları yasaktı. Aydın olan bu gençler için, okumadan yoksun bırakılmak belki de onlara yapılacak işkencelerin en büyüğüydü.

İşkenceler yalnızca sanık adayları ile sınırlı kalmadı. Onların ailelerine de uygulandı. Örneğin Hüseyin Nihal Atsız’ın eşi Bedriye Atsız, hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandı ve Bedriye Atsız, dört buçuk yaşında olan oğlu Yağmur’u evindeki temizlik görevlisine bırakıp gitmek zorunda kaldı.

En ağır işkence yöntemi de hoşa gitmeyen ifadeler veren veya hazır yazılı ifadeleri imzalamayan sanık adaylarını, dik tutulan tabut biçimindeki oyuklara tıkmaktı. Bunlara ‘tabutluk’ deniliyordu. Tabutlukların derinliği 40 cm, genişliği 50 cm, yüksekliği ise 2,5 metre idi. Tavanında beş yüzer voltluk ampuller, duvarlarında ise kalın zincirler bulunuyordu. 

Gözaltına alınanlar veya tutuklananlar oraya ayakta sokuluyor, bacaklarından ve kollarından zincirlerle bağlanarak duvara asılıyor, kapısı kapatıldıktan sonra tavandaki ışık yakılıyor ve işkence edilen kişi konuşana kadar orada tutuluyordu. Türkçüler, bu tabutluklarda aç ve susuz bir şekilde günlerce kalıyorlardı. Tabutlukta işkence görenler arasında Nihal Atsız da vardı.

Tabutlukların bir diğer işlevi de gözaltında olan ya da tutuklananlara gösterilip, istenilen ifadeyi vermemeleri durumunda oraya tıkılacaklarıyla tehdit edilmeleriydi.

Dayak, falaka, aç ve susuz bırakılma da yaygın işkence türleriydi. 

Dava nasıl sonuçlandı?

Türkçülük-Turancılık Davası’nda Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Cemal Oğuz Öcal, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Saim Bayrak, Fethi Tevetoğlu, Hasan Ferit Cansever, Sait Bilgiç, Hamza Sadi Özbek, Fehiman Altan, Muzaffer Eriş, Cihat Savaş Fer, Yusuf Kadıgil, Cebbar Şenal, Hikmet Tanyu, Orhan Şaik Gökyay, Zeki Özgür Sofuoğlu, Nurtullah Barıman, İsmet Rasin Tümtürk olmak üzere 23 sanık yargılandı.

13 sanık, 29 Mart 1945 tarihinde verilen kararla beraat etti.

Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Cihat Savaş Fer, Cemal Oğuz Öcal ve Cebbar Şenel, hapis veya sürgün cezalarına çarptırıldı.

Dava Yargıtay’a taşındı ve 1. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilen karar Yüksek Mahkeme tarafından bozuldu. Tutuklu bulunanların serbest bırakılması ve davanın 2. Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülmesine karar verildi. Bu karar İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına 26 Ekim 1945 günü bildirildi ve tutuklular, hemen serbest bırakıldı.

Cemal Oğuz Öcal, Cebbar Şenel, Nejdet Sançar, Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nurullah Barıman, Cihat Savaş Fer, Fethi Tevetoğlu ve Reha Oğuz Türkkan, 26 Ekim 1945’e kadar tutuklu kaldı

Yorumlar (0)