Siyasal İslam böyle yükseldi!

İslam'ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen 'siyasal İslam' nasıl yükselişe geçti? Ayrıntılar haberimizde...

ÖZEL HABER 07.09.2019, 13:02 07.09.2019, 15:18
Siyasal İslam böyle yükseldi!

habernediyor.com / Analiz

Modern İslam devleti kavramı, halifeliğin kaldırılmasına , Batılı sömürgeci güçlerin İslam toplumları üzerinde etkisinin artmasına ve yeni doğan Siyonist harekete cevap olarak Muhammed Reşid Rıza tarafından geliştirildi. 

İslam devleti kavramına bakarken iki temel etkeni dikkate almamız gerekiyor. Bu etkenlerden ilki, İslam devletini, Avrupa'nın fiziksel hatta daha da önemlisi kültürel olarak yayılmasını 'başka kültürlere tecavüz' olarak yorumlayan bir bağlama yerleştirir. Rıza'yı etkileyen öznel koşullar, Mısır'ın 1882 yılında Britanya tarafından işgal edilmesi ve Mısırlıların ister milliyetçi ister dinî olsun, buna karşı bir cevap vermesi gereğinin ortaya çıkması oldu. Bu, yalnızca işgale karşı değil, Mısır toplumuna sızan fikirlere de bir cevap olmalıydı. İslam devletinin kapsamı bu ikisini birleştirir.  

İkinci bakış açısı ise kavramsaldır. Rönesans, Aydınlanma ve kapitalizmin büyüme çağlarında gelişen Batılı devlet kavramı bireyciliği, özgürlüğü ve hukuku vurgular. Devleti bireysel özgürlüklerin kefili olarak görür. İslam devleti ise grup/cemaat, adalet ve liderlikten ayrı düşünülemez. Devlet, böylece topluluk adaletinin kefili olur.

Bu nedenle İran İslam devriminin arkasındaki itici gücün, sosyo-ekonomik ve siyasi adalet arzusu olması ve o zamandan beri İslamcı hareketlerin siyasi, askerî ve sosyal gündemlerinin adalet açısından biçimlendirilmesi hiç de şaşırtıcı değil.

Batı ile karşılaşma...

19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında İslam'ın siyasi olarak ifade edilmeye başlaması, İslam'ın modernleşmesi olarak adlandırıldı. İslam, hayatın bütün yönlerini kapsayan ve bunlara uyum sağlayacak kadar esnek bir model gibi görüldü.

Cemalleddin Afgani, Muhammed Abduh ve Muhammed Reşid Rıza'nın eserlerine dayanan bu düşünce akımının, 'modern' olarak adlandırılmasının nedeni Batı ile karşılaşmaydı. Yani Batı'nın teknolojik anlamda üstünlük sağlaması ve bunun sonucunda Batı'nın Müslüman topraklarını sömürgeleştirmesiyle karşılaşma olgusuydu. 

Bu yüzleşme, İslam dininin modernizm ile ne ölçüde bağdaştığı ve Müslümanların Batı'ya nasıl bir cevap vermesi gerektiği sorusunu doğurdu. Onlar, içerde reform yapma yolunu seçtiler. Böylelikle, Müslüman cemaati zayıf düşüren tüm unsurlardan arındırmayı ve güçlendirilmesi için gerekli olan modernizm ve teknoloji unsurlarını bünyelerine almayı amaçladılar.

Pan-Arabizm'in gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı

Başından beri modern İslam,ortaya çıkmakta olan laik milliyetçi ideolojilerle rekabet içindeydi ve 20. yüzyılın başlarında İslam dünyasında milliyetçilik açıkça daha baskın olan güçtü. Elbette ki, milliyetçi ve laik ideolojilerin vaatlerini yerine getirmeyi başaramamaları siyasi İslam'ın geçerli bir alternatif olarak doğmasına fırsat verdi. 

Arap dünyasında bu süreci tetikleyen, Mısır, Ürdün ve Suriye'nin 1967 Haziran Savaşı'nda israil karşısında yenilgiye uğramasıydı. O ana kadar Araplar, İsrail karşısında Arap milliyetçiliği bayrağı altında toplanarak Filistin'i kurtaracaklarına inanıyordu. 

1967 Haziran Savaşı, Pan-Arabizm'in gerçeği yansıtmayan bir ideal olduğunun açıkça anlaşılmasını sağladı. İsrail yalnızca savaşı kazanmakla kalmayıp topraklarını en az dört kat genişletmiş, Filistin'in geri kalanını da yutmuştu. 

Filistin'in kurtuluşu için İslam'ı çare olarak gördüler

İslamcı kanattan gelen eleştiriler, Pan-Arabizm'in ahlaken iflas etmesi, Arap milliyetçiliğinin ve laikliğin yalnızca yabancı ideolojilerin bir taklidi olduğu noktalarına odaklanıyordu. Bu eleştirileri yapanlar, yerli değerlere geri dönülmesini savundu ve Arapların, İsrail karşısında savaşı kaybetme nedeninin İslam dininin doğru yolundan ayrılmaları olduğunu öne sürdü. Adaleti de Filistin'in kurtuluşunu da İslam dini sağlayacaktı.

Adaleti de Filistin'in kurtuluşunu da İslam dini sağlayacaktı.

Yeni bağımsızların politikası: Arap sosyalizmi!

Laik milliyetçiliğin iflası, iç siyasetin durumu için de geçerliydi. Yeni bağımsızlığını kazanan Mısır, Suriye, Cezayir veya Irak gibi pek çok ülke, halka eşitlik ve refah vaat eden Arap sosyalizmi politikasını izlemeye karar verdi. 

1970'lere gelince, bu sosyalist kumanda ekonomileri, tıpkı Doğu Avrupa'daki benzerleri gibi bozulmaya başladı, hayat standartları düştü, hatta bazı durumlarda kıtlık, halkın sokağa çıkıp 'ekmek ayaklanmaları' yapmasına yol açtı. Durum, 1980 ve 1990'larda petrol zenginliğinin azalmasıyla, nüfusun ve işsizliğin aşırı ölçüde artmasıyla daha da kötüleşti. 

Ekonomik sorunlar siyasal İslam'ın yükselişini getirdi

Devletin ekonomiyi kurtaramaması, İslamcılara eşitlik ve adalet ilkelerine dayanan alternatif bir ekonomik kalkınma modeli olarak İslam dinini öne sürmeleri için bir gedik açtı. İslamcılar da özellikle yoksul kentlilere hizmet veren sağlık, eğitim ve benzeri sosyal yardım kurumlarında bu boşluğu doldurmaya başladı.

İslamcı yenilenme süreci

1970'lerden itibaren Müslüman Güneydoğu Asya da benzer bir İslamcı yenilenme sürecine girdi: Yeni cami inşaatları çarpıcı bir biçimde arttı, din okulları ve eğitim programları çoğalıp yayıldı, İslamcı yayın pazarı genişledi. Müslüman kültür kurumlarının, özellikle de siyasi örgütlerin sayısı arttı. Bu İslamcı diriliş, büyük ölçüde Orta Doğu'daki gelişmelerden, özellikle de en yoğun biçimde 1979 İran Devrimi'nden esinlendi. 

Aynı zamanda, laik milliyetçilikten kopma ve modernizme farklı bir cevap verme arayışında da açık bir biçimde Orta Doğu'daki gelişmelerin payı vardı. 

Ayrıca Güneydoğu Asya'daki İslamcı yenilenme, bölgeye ve hatta devlete göre değişiyordu, özellikle Müslümanların ekonomik yönden marjinal olduğu Malezya ve Endonezya gibi korporatist devletlerde İslamcılık, her şeyden çok bu ekonomik yapıdan güç alıyordu.

1965'te Singapur'un, Malezya Federasyonundan kovulmasından bu yana, İslam dini Malay kimliğini yeniden tanımlayan bir araç oldu. Bu, Müslüman Malayları Müslüman olmayan Çinlilere karşı kayıran bir 'Yeni Ekonomi Politikası' getirdi. 

Malezya'nın aksine Endonezya'da İslam dini, devlet söyleminin bir parçası olmadı. Bunun yerine İslamlaştırma, halk düzeyinde oldu ama geleneksel hiyerarşileri tehdit eden bu İslamlaştırma, 1988'de Başbakan Sukarno iktidardan düşene kadar devleti tehdit etmedi. Yine de Malezya'da olduğu gibi burada da 1997 Asya malî krizi, yolsuzluğun çok yaygın olması, devletin kalkınma politikalarının başarısızlığı, Endonezyalıların çoğunun işsiz olması ve yoksulluğa düşmesi gibi ekonomik etkenler, İslamcılığın itici gücü oldu. 

Siyasal İslamcıların 3 yolu

Son olarak da siyasal İslamcıların hedeflerine ulaşmak için yaygın olarak kullandıkları 3 önemli yöntemden bahsedelim.

20. yüzyıl İslamcı hareketlerinin çoğunda birçok ortak mağduriyet konusu vardır. İçlerinde en fazla tepki çekenleri Batı kaynaklı iflas etmiş ideolojiler, yolsuzluk, otoritercilik, kentleşme, hızlı sanayileşme, batılılaşma, ABD'nin İsrail'e verdiği kayıtsız şartsız destek, Batı'nın çifte standartlı politikaları, kamu ahlakının bozulması ve küreselleşmenin yarattığı belirsizliklerdir.

Siyasal İslamcılar, bir İslam devleti kurma amaçlarına ulaşmak için ağırlıklı olarak siyasi, sosyal ve eğitsel araçlara güvenirler. Toplumu İslamlaştırmak ve devlette reform yapmak için eldeki devlet sistemi ve siyasi yapı içinde çalışırlar. Amaçlarına 3 önemli yoldan ulaşmaya çalışırlar.

İlk olarak, her biri kendi farklı siyasi platformunda diğer siyasi partiler gibi çalışır, aday çıkartır, seçimlere girer. 

İkincisi, İslamcı partiler, siyasi partilerin, siyasetçilerin ve kurumların daha İslamcı uygulamalar yapmaları, devletin hukuk sistemine İslam hukukunu eklemeleri ve en sonunda kendi İslamcı devlet modellerini benimsemeleri için lobi yapan baskı grubu işlevi görürler.

Üçüncüsü, bir alternatif sosyal hizmet ağı işlevi görürler, klinik, okul, bakım evleri, yayınevleri ve İslamcı bankalar kurmak da dahil olmak üzere toplumsal hizmet projeleri yaparlar.

Yorumlar (0)