Üç kişiden biri yeterli gıdaya erişemiyor! Dünyadaki açlığın asıl sebebi nedir?

Yapılan araştırmalar 2020 yılında insanların yaklaşık olarak 3’te 1’inin yeterli düzeyde gıdaya erişemediğini gösteriyor. Bu önceki yıla oranla 320 milyon insanın daha açlıkla boğuştuğunu gösteriyor. Öte yandan küresel tarımsal üretim her yıl rekorlar kırarken dünyada pek çok insan obeziteden ve aşırı kiloya bağlı hastalıklardan hayatını kaybediyor. Dünyada bu kadar obezite sorunu varken neden bu kadar insan aç? Dünyadaki açlığın asıl sebebi nedir? Merak edilenler haberin ayrıntısında yer alıyor.

SAĞLIK 03.05.2022, 21:36 04.05.2022, 14:20
Üç kişiden biri yeterli gıdaya erişemiyor! Dünyadaki açlığın asıl sebebi nedir?

2020 yılında dünyadaki yaklaşık her üç kişiden biri yeterli miktardaki yiyeceğe erişemedi. Bu, bir yılda yaklaşık 320 milyonluk bir artış yaşandığı anlamına geliyor ve bu durumun artan gıda fiyatları ve savaş nedeniyle Ukrayna ve Rusya'da bulunan buğday, arpa ve mısırın hapsolması nedeniyle daha da kötüleşmesi bekleniyor. İklim değişikliğine bağlı seller, yangınlar ve aşırı hava koşulları, silahlı çatışmalar ve dünya çapında yaşanan salgın hastalıkla birleştirildiğinde gıdaya erişimde yaşanan kriz iyice büyüdü.

Dünyadaki açlığın asıl sebebi ne?

Birçoğu, dünyadaki açlığın "çok fazla insan olmasına karşın yeterince yiyecek olmaması" nedeniyle olduğunu varsayıyor. Bu düşünce şekli, iktisatçı Thomas Malthus'un insan nüfusunun sonunda gezegenin taşıma kapasitesini aşacağını varsaydığı 18. yüzyıldan beri varlığını sürdürüyor. Bu inanış bizi açlığın ve yetersiz beslenmenin temel nedenlerini ele almaktan uzaklaştırıyor ve sorunun gerçek yüzünü görmemizi engelliyor.

Ancak küresel açlıkta eşitsizlik ve silahlı çatışma daha büyük bir rol oynamaktadır. Dünyadaki açlığın orantısız bir şekilde Afrika ve Asya'da, yani çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde yaşandığı gözlemleniyor. Gıda sistemleri üzerine araştırmalar yapan araştırmacılar açlık ve yetersiz beslenmeyle mücadele etmenin tek yolunun temel nedenlere eğilmenin olduğuna inanıyor. Bunun için daha adil toprak, su ve gelir dağılımının yanı sıra sürdürülebilir beslenme ve barış inşasına yönelik yatırımlara ihtiyaç duyuluyor.

Ne kadar gıda üretiyoruz?

Dünya her insana günde 2.300 kilokaloriden fazlasını sağlamaya yetecek kadar yiyecek üretiyor. Bu rakam herkesin yeterli düzeyde beslenmesi için fazlasıyla yeterli. Bununla birlikte, sınıf, cinsiyet, ırk ve sömürgeciliğin etkisiyle oluşan yoksulluk ve eşitsizlik, insanların Dünya'nın üretimine eşit miktarda ulaşamamasına neden oluyor.

Küresel mahsul üretiminin yarısı şeker kamışı, mısır, buğday ve pirinçten oluşuyor ve bunların büyük bir kısmı tatlandırıcılar ve diğer yüksek kalorili ürünler, endüstriyel olarak üretilmiş et, biyoyakıtlar ve bitkisel yağların üretiminde kullanılıyor. Küresel gıda sistemi, şeker, tuz, yağ ve yapay renklendiriciler veya koruyucular içeren yüksek oranda işlenmiş gıdalar üreten birkaç şirket tarafından kontrol edilmektedir. Bu gıdaların aşırı tüketimi insanların sağlığını oldukça olumsuz yönde etkiliyor ve bu nedenle sağlık giderlerinin de artmasına neden oluyor.

Sağlıklı ve sürdürülebilir bir beslenme düzeni

Beslenme uzmanları, şekerleri, doymuş ve trans yağları, sıvı yağları ve basit karbonhidratları sınırlamamız gerektiğini söylerken bol miktarda meyve ve sebze yememiz gerektiğini ve tabaklarımızın sadece dörtte birini protein ve süt ürünlerden oluşan gıdalarla hazırlamamız gerektiğini belirtiyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli de sürdürülebilir sağlıklı beslenme için tavsiyelerde bulunuyor.

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, meşrubatlar, atıştırmalıklar, kahvaltılık gevrekler, paketlenmiş çorbalar ve şekerlemeler gibi yüksek oranda işlenmiş gıdaların aşırı tüketiminin Tip 2 diyabet ve kardiyovasküler bozukluklar gibi olumsuz çevresel ve sağlık etkilerine yol açabileceğini gösteriyor. İnsanları yüksek oranda işlenmiş gıdalardan uzaklaştırmak küresel sağlığa getireceği faydaların yanı sıra toprak ve su üzerindeki olumsuz etkileri ve enerji tüketimini azaltabilir.

Bol bir dünyada yaşıyoruz

1960'lardan bu yana, küresel tarımsal üretim nüfus artışını geride bıraktı. Yine de Malthusçu teori, küresel nüfus zirve yapıyor olsa bile, nüfus artışlarının Dünya'nın taşıma kapasitesini aşan riskine odaklanmaya devam ediyor. Nobel Ödüllü Amartya Sen'in 1943'teki Büyük Bengal Kıtlığı üzerine çalışması, yiyecek kıtlığından değil, yiyecek alacak paraları olmadığı için milyonlarca insanın açlıktan öldüğünü göstererek Malthus teorisine meydan okudu. 1970'de Danimarkalı ekonomist Ester Boserup da Malthus'un varsayımlarını sorguladı. Artan gelirlerin, kadın eşitliğinin ve kentleşmenin nihayetinde nüfus artışı dalgasını durduracağını ve doğum oranlarının yoksul ülkelerde bile daha makul seviyelere veya altına düşmesine neden olacağını savundu.

Temel gıda bir hak olarak görülüyor. Ancak ne yazık ki, arazi ve gelir son derece eşit olmayan bir şekilde dağılmış durumda ve bu da zengin ülkelerde bile gıda güvensizliğine neden olabiliyor. Arazilerin yeniden dağıtımı herkesin bildiği gibi zor olsa da, Madagaskar'daki gibi bazı toprak reformu girişimleri başarı ile sonuçlandı.

Açlıkta savaşın rolü

Açlık silahlı çatışmaların olduğu yerde daha sık görülüyor. Gıda güvensizliği oranlarının en yüksek olduğu ülkeler, savaşın ve çatışmanın en fazla olduğu yerler olarak dikkat çekiyor. Yetersiz beslenen insanların yarısından fazlası ve büyüme geriliği olan çocukların neredeyse yüzde 80'i, bir tür çatışma, şiddet veya kırılganlıkla mücadele eden ülkelerde yaşıyor. BM Genel Sekreteri António Guterres, buğdaylarının en az üçte birini Ukrayna veya Rusya'dan ithal ettikleri için Ukrayna'daki savaşın 45 Afrika ve az gelişmiş ülkeleri bir "açlık kasırgası" riskiyle karşı karşıya bıraktığı konusunda uyardı. Amerika basınında yer alan haberlere göre Dünya Gıda Programı, yüksek gıda fiyatları nedeniyle yaklaşık dört milyon insanın erzaklarını kesmek zorunda kaldı.

Gıda güvensizliğini gidermek için silahlı çatışmaların önlenmesi gerekiyor

Uzmanlar tarafından nihayetinde işe yarayan en iyi çözüm, yeterli sosyal güvenceler ve toplulukları kendi yerel gıda sistemlerinin kontrolünü ellerine alan hak temelli "gıda egemenliği" yaklaşımları olarak görülüyor. Örneğin, Hindistan'daki Deccan Kalkınma Derneği, temel gıdalara ve sosyal güvencelere erişim sağlayarak kırsal kesimdeki kadınlara yardımcı oluyor.

Gıda güvensizliğini gidermek için silahlı çatışmaların önlenmesi ve azaltılması gerekiyor. Bunun için de insani yardım, kalkınma ve barışı koruma faaliyetlerini koordine ederek diplomasiye yapılan yatırımların artırılması oldukça önemli bir etmen olarak görülüyor. Yoksulluğun azaltılması, barışın inşasının bir parçasıdır, zira insanlar arasındaki eşitsizlikler saldırganlığın artmasına neden olabiliyor.

Gıda üretme yeteneğimizi korumak

İklim değişikliği ve kötü çevre yönetimi, toprak, su ve polenler dahil olmak üzere toplu gıda üretim varlıklarını tehlikeye atıyor. Son 30 yılda yapılan çeşitli araştırmalar, pestisitler gibi yüksek konsantrasyonlarda toksinlerden kaynaklanan toprak ve su kontaminasyonunun, azalan biyoçeşitlilik ve yok olan polenlerin gıda üretiminin kalitesini ve miktarını daha fazla etkileyebileceği konusunda uyarılarda bulundu.

Hayvancılık, mahsul üretimi, tarımsal genişleme ve gıda işleme, tüm sera gazı emisyonlarının dörtte birini oluşturuyor. Buna ek olarak, üretilen tüm gıdaların üçte biri ya kayboluyor ya da boşa gidiyor. Bu nedenle bu durumla mücadele etmek de gıda üretimindeki verimliliğin korunması adına oldukça önemli. Gıda kaybını ve israfını azaltmak, daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde üretime geçiş gibi gıda sisteminin çevresel etkilerini azaltmaya yardımcı olabilir.

Gıda, sağlık ve çevresel sürdürülebilirlik

Temel gıdaya erişim çoğu gelişmiş ülkede bir temel hak olarak görülüyor ve nüfus artışı veya yetersiz gıda üretimi sorunu olarak değerlendirilmiyor. Uzmanların bu konudaki genel görüşü de bu durumu destekler nitelikte. Yoksulluk ve eşitsizlik, silahlı çatışmalar gibi gıda güvensizliğinin temel nedenleri arasında yer alıyor. Bu fikrin dünyadaki insanların yeterince beslenmesi ile ilgili tartışmalarda merkezi tutmak uzmanların en büyük hedefi. Diyetle ilişkili kronik hastalıkları, çevresel sorunları ve iklim değişikliğini ele almak için sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde üretilmiş, dengeli beslenmeleri destekleyen politikalara ihtiyaç duyuluyor. Bunun yanında toprak, su ve gelirin küresel olarak adil dağılımını sağlayan ve gıda güvensizliğini ele alan politikalara yönelim de gün geçtikçe artıyor.

Çatışma ve savaştan etkilenen bölgelerde, insani yardım, kalkınma ve barışı koruma faaliyetlerini koordine ederek diplomasiye yatırım yapan politikalar da dünyadaki açlığı azaltacak politikalar arasında yer alıyor. Bütün bu adımlar beslenme, insan sağlığı ve dünyadaki çevresel sürdürülebilirliği optimize etmek için en önemli parametreler olarak görülüyor.

HABERNEDİYOR.COM | TAYFUR BAL - ÖZEL HABER

Yorumlar (0)