Güney Afrika'da ırkçılık gerçeği

Güney Afrika’da ülkenin çoğunluğunu oluşturan siyahiler, 1948'de iktidara gelen Ulusal Parti'nin uygulamalarıyla ırkçılıkla karşı karşıya geldiler ve beyaz üstünlüğünü koruyan yasalarla kontrol altında tutuldular.

DÜNYA 29.04.2019, 13:04 29.04.2019, 15:01
Güney Afrika'da ırkçılık gerçeği

1948’lerden 1990’lara kadar, tek bir kelime Güney Afrika’daki yaşama hâkim oldu.  ‘Ayrılık’ anlamına gelen ‘Apartheid’, ülkenin siyahi çoğunluğunu beyaz azınlığın kontrolü altında tuttu. Asırlardır ayrımcılık ve ırkçılık politikalarının sürdürüldüğü ülkede yaşamın her alanını etkileyen bu politikaları durdurmak on yıllarca sürecek bir mücadele gerektirecekti.

Irk ayrımı, 1948’de Ulusal Parti iktidara geldikten sonra başladı. Milliyetçi siyasi parti, beyaz üstünlük politikaları oluşturdu. Bu politikalar, Güney Afrika’daki Hollandalı ve İngiliz yerleşimcilerden gelen beyazların soyundan gelen Güney Afrikalıları güçlendirirken, siyahi Afrikalıları sahip oldukları haklarından iyice mahrum bırakmaya başladı.

Siyahileri yoksulluğa ve umutsuzluğa iten sistem

Sistem, ülkenin sömürgecilik ve kölelik tarihine dayanıyordu. Beyaz yerleşimciler, tarihsel olarak Güney Afrikalıları ülkeyi kırsal toplumdan sanayi toplumuna dönüştürmek için doğal bir kaynak olarak görüyorlardı. 17. yüzyıldan itibaren Hollandalı yerleşimciler, Güney Afrika’yı inşa etmek için kölelere güvendiler. Ülkede 1863 yılında köleliğin ortadan kaldırıldığı zamanlarda, Güney Afrika’da altın ve elmaslar keşfedildi. Bu keşif, siyahi işçileri sömüren beyazların sahip olduğu maden şirketleri için bulunmaz bir fırsattı. Bu şirketler, çıkardıkları elmaslar ve altınlardan gelen muazzam zenginliğin tadını çıkarırken, siyahi maden işçilerini köleleştirdiler. Hollandalı köle sahipleri gibi, siyahi işçilere hükmetmek için sindirme ve ayrımcılık politikalarına başvurdular.

Maden şirketleri, daha önce köle sahiplerinin ve İngiliz yerleşimcilerin siyahi işçileri kontrol etmek için kullandıkları bir taktiği uyguladılar: Yasalar. 18. yüzyılın başlarında bu yasalar, siyahilerin her zaman kimlik belgeleri taşımasını ve belirli alanlardaki hareketlerinin kısıtlanmasını gerektiriyordu. Ayrıca bu yasalar, siyahilerin yerleşimlerini kontrol etmek için de kullanıldı. Siyahi insanlar, beyaz yerleşimcilere işgücü olarak fayda sağlayabilecekleri bölgelere yerleştirildiler.

Bu yasalar, 20. yüzyıl boyunca Güney Afrika’nın İngiltere’nin özerk bir sömürgesi haline gelmesiyle devam etti. 1899 ve 1902 yılları arasında İngiltere ve Hollanda kökenli Afrikalılar, Boer Savaşı’nda birbirleriyle mücadele ettiler. Savaş, Afrikalıların yenilgisiyle sonuçlandı. İngiliz karşıtlığı beyaz Güney Afrikalılar arasında yükselmeye devam etti. Hollanda kökenli Afrikalı milliyetçiler, beyaz üstünlüğüne dayanan bir kimlik geliştirdi.  Ulusal Parti, 1948’de kontrolü ellerine aldığında ülkenin ırkçı yasaları daha da acımasız bir hale geldi. Yerlilere karşı sahip olunan ırkçı tavırlar, beyaz topluma egemen oldu.

‘Apartheid’, farklı ırkların kendi başlarına gelişmesine izin verecek şekilde tasarlanmasına rağmen, siyahi Güney Afrikalıları yoksulluk ve umutsuzluğa doğru itti. Büyük apartheid yasaları siyahi insanları kendi belirledikleri ‘vatanlarında’ tutmaya odaklanırken, küçük apartheid yasaları gündelik hayata odaklandı ve siyahilerin yaşamlarına birçok kısıtlama getirdi.

Yasalar ve apartheid politikaları, siyahi insanların bir iş bulmadan kentsel bölgelere girmelerini yasakladı. Siyahi bir kişinin hesap cüzdanı taşımaması yasa dışıydı. Siyahi insanlar, beyaz insanlarla evlenemezlerdi. Beyazların bulunduğu yerlerde işletme kuramazlardı. Hastanelerden plajlara kadar her yer ayrı tutuldu. Eğitim kısıtlandı. 1950’lerde Ulusal Parti, siyahi insanların yaşamlarını düzenleyen bir dizi yasa çıkardı.

'Başkaldırı Mücadelesi' başladı

Siyahi Güney Afrikalılar, güçsüz bırakılsalar da ‘apartheid’ kapsamında gördükleri muameleyi protesto ettiler. 1950’lerde ülkenin en eski siyahi partisi olan Afrika Ulusal Kongresi, ırkçı yasalara karşı kitlesel bir hareket başlattı. Buna ‘Başkaldırı Mücadelesi’ adı verildi.

Siyahi işçiler, beyazların sahip oldukları işletmeleri protesto ettiler, grev başlattılar ve şiddet içermeyen protestolar düzenlediler. Bu meydan okuma eylemlerine polis ve devlet şiddetiyle karşılık verildi. Protestocular dövüldü ve hukuk davalarında haksız bir şekilde toplu olarak yargılandılar. Fakat bu protestolar, siyahilere büyük zarar verdi. Onlar, reformları teşvik etmek için Güney Afrika hükümeti üzerinde yeterli uluslararası baskıyı oluşturamadılar.

1960’da Güney Afrika polisinin, Sharpeville’de 69 barışçıl protestocuyu öldürmesi ülke çapında bir görüş ayrılığına ve grev dalgasına neden oldu. Şiddet içermeyen protestoların etkili olmadığını fark eden bir grup protestocu, silahlı direnişe geçmeye başladı. Bunların arasında, 1960’da Afrika Ulusal Konseyi’nin paramiliter alt grubunu organize etmeye yardımcı olan Nelson Mandela da vardı. Mandela, 1961’de vatan hainliğinden tutuklandı ve 1964’te sabotaj suçundan hapis cezasına çarptırıldı.

1960 protestolarına karşılık olarak hükümet, olağanüstü hal ilan etti. Bu, daha fazla apartheid yasasının yürürlüğe girmesinin önünü açtı. Olağanüstü hal durumuna rağmen, siyahi gruplar örgütlenmeye ve protestolara devam etti ancak birçok hareket liderine yapılan baskılar, onları yurtdışında sürgün hayatına zorladı.

Siyahi Güney Afrikalıların hayatı daha da vahim bir hale gelirken Apartheid karşıtı protestolar devam etti. 16 Haziran 1970’te, ırkçılık konusunda bilinçlenen 10 bin kadar siyahi okul çocuğu, okullarda zorunlu olarak Afrikanca öğrenilmesi hakkındaki yeni yasayı protesto etmek için yürüdü.  Buna karşılık olarak polis, 100’den fazla protestocuyu katletti ve kaos patlak verdi. Kısıtlamalara rağmen protestolar, tüm Güney Afrika’ya yayıldı. Sürgün edilmiş hareket liderleri, direniş için gittikçe daha fazla kişiyi yanına çekti.

1980’lerde direniş daha da şiddetlendi. Protestolar nihayetinde uluslararası alanda ilgi çekmeye başladı. Hareketin en güçlü ve en tanınmış temsilcisi Nelson Mandela, 1964’ten beri hapisteydi ancak destekçilerine direnmeye devam etmeleri için ilham verdi ve ırkçılığı sona erdirmek için gizli görüşmeler yaptı.

Güney Afrika'da yeni bir gerçeklik yaratıldı 

1980’lerin sonlarında, beyaz Güney Afrikalılar arasında hoşnutsuzluk artıyordu. O zamana kadar ülke, yaptırımlar ve ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Uluslararası işletmeler, ünlüler ve diğer hükümetler, hükümeti ırkçılığa son vermeye zorladı. Ekonomi gücünü kaybettikçe hükümet, ırkçılığa karşı eylemcilerle birlikte bir çıkmaza sürüklendi. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Botha, 1989’da istifa edince bu çıkmaz sona erdi.

Botha’dan sonra gelen Frederik Willem de Klerk, ciddi bir şekilde ırk ayrımcılığını sona erdirmek için görüşme yapmanın zamanının geldiğine karar verdi. Şubat 1990’da, de Klerk Afrika Ulusal Kongresi ve diğer muhalif grupların yasağını kaldırdı ve şu ana kadar gizli görüşmeleri başarısız olan Mandela’yı hapishaneden çıkardı.

Siyasi şiddet devam etmesine rağmen Mandela, de Klerk ve müttefikleri yoğun müzakerelere başladılar. 1994’te Ulusal Parti nihayet yenilgiye uğradı ve Mandela Güney Afrika’nın cumhurbaşkanı oldu. Bir anayasa toplantısı yapıldı ve ırk ayrımcılığıyla yönetilmeyen bir Güney Afrika için yeni anayasa kabul edildi. Bu anayasa, 1997 yılında yürürlüğe girdi.

Güney Afrika, ırk ayrımcılığını ortadan kaldırdı. Mandela ve de Klerk, 1993 yılında bu konudaki işbirlikleri nedeniyle Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, insan hakları ihlallerini araştırmaya başladı.

Güney Afrika yeni bir gerçeklik yaratmıştı. Varoluşu, ezilen ırksal çoğunluğun devam eden direnişine bağlıydı.

Yorumlar (0)