Dünyaca ünlü plajları ve antik kent cennetiyle Antalya...

Antalya ili, çok sayıda doğal, tarihi ve turistik güzellikleriyle dikkat çekiyor. Bu yazımızın konusu olarak ise Antalya'nın ilçeleri ve genel özetiyle görülmesi gereken yerleri, dünyaca ünlü, mavinin her tonunun görülebileceği plajları ve geçmişten günümüze ve geleceğe miras zengin kültürüyle antik kentlerini paylaşacağız.

SEYAHAT 22.08.2022, 13:30 20.10.2022, 17:42
Dünyaca ünlü plajları ve antik kent cennetiyle Antalya...

Ülkemizin nüfus açısından en kalabalık 5. şehri. Turizm denince akla gelen illerin başında geliyor. Akdeniz Bölgesi’nde ülkemizin kıymetli bir değeri. Antalya ilinde gezilip görülecek pek çok doğal, tarihi ve turistik yer bulunuyor. Bu yazımızda ise Antalya'nın dünyaca ünlü plajları ve geçmişin izlerini günümüze taşıyan Antik kentlerine ilişkin bilgileri detaylı olarak sizlerle paylaşacağız. 

Önce Antalya’nın ilçeleri ve hakkında bilinmesi gerekenleri kısaca özetleyelim:

Antalya paleolitik zamandan bugüne dek iklim yapısı ve verimli topraklarıyla birçok medeniyete ve sahipliği yapmış değerli bir ilimizdir. Birçok antik kenti sınırları içerisinde barındıran Antalya, doğal güzellikleri, gezilecek yerleri ve yaklaşık olarak 500 kilometreden oluşan sahil uzunluğuyla ülkemizin turizm cennetlerinden biridir.

Antalya'nın en önemli ilçeleri arasında Manavgat, Demre, Kepez, Alanya, Kemer ve Muratpaşa yer almaktadır. Bu ilçeler, tarihi yapıları, kanyonları, koyları, mağaraları ve şelaleleriyle her sene sayısız turisti ağırlamaktadır.

Akseki

Antalya’nın ilçelerinden Akseki şehir merkezine yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta yer alır. Bölgede yaşayan halkın öncelikli geçim kaynağının içinde bağcılık, ormancılık gibi konular yer alır. İlçede yer alan sulanabilir arazilerde meyvecilik ve sebzecilik faaliyetleri yürütülmektedir.

Akseki’nin eski ismi Marla’dır ve Toroslar’ın üstüne kurulmuştur. Ardından ise Osmanlı ve Selçuklu yönetimimde olan bu ilçe Roma dönemine uzanan geçmişiyle birçok antik kent kalıntılarının da günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.

Antalya’nın güneyinde Gündoğmuş ve Manavgat, kuzeyinde Seydişehir ve Beyşehir, batısında İbradı ve Manavgat, doğusunda ise Bozkır ve Gündoğmuş ilçeleri bulunmaktadır.

Akseki’ye coğrafi olarak baktığımızda Manavgat Irmağı’nın oluşturmuş olduğu büyük bir vadiyle dağlık ve engebeli bir görünüm taşımaktadır. İlçede bulunan Irmak Vadisi, Çimi Yaylası, Göktepe Yaylası, Bucakalan Mağarası gezilip görülmesi gereken yerler arasındadır. Bölgede sıcaklık ortalama olarak 13 derece dolaylarında olup en çok ise 36,7 dereceye ulaşmıştır. Kışın ise -20 derecelere dek sıcaklığın düştüğü bilinmektedir.

Aksu

Antalya’nın merkez ilçelerinden bir tanesi olan Aksu’nun şehir merkezine uzaklığı yaklaşık 13 kilometredir. Burada narenciye ve sebzecilik faaliyetleri yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.

Tarihi açıdan oldukça zengin bir ilçe olan Aksu’nin bilinen tarihi Milattan Önce 2 binli senelere dek uzanmaktadır. Coğrafi konumu ve doğal güzellikleriyle dikkat çeken ilçede nüfus dağılımı açısından oldukça hareketli bir seyir bulunmaktadır.

Aksu turistik açıdan yoğun bir faaliyette ilçelerden biridir. 2016 yılında EXPO ile ismini duyuran Aksu popülaritesini sürekli olarak artırmaktadır. Köftesiyle ünlü Aksu ilçesini ziyaretinizde birçok yerde Aksu Köftecisi görebilmek söz konusudur.

Burada en düzenli Roma dönemi şehirlerinden olan Perge Antik Kenti, ilçeye 2 kilometre uzaklığında bulunan ve turistlerin ilgi odağı olan Zindan Mağarası, Yaka Köyü’nün yakınında yer alan ve 30 ila 100 metre arasında derinliği bulunan zengin bitki örtüsü ve doğal ortamıyla dikkatleri üzerine çeken Saklı Cennet Kanyonu, yalnızca günümüze kalıntılara kalsa da tarihi açıdan büyük bir önemi bulunan ve Aksu’ya 15 kilometre uzaklıkta bulunan Senitli Yaylası ve Terzi Köyü’nün yakınlarında yer alan tarihi kalıntıların görülebileceği Tynada Antik Kenti yer almaktadır.

İlçe tarihi güzelliklerin yanında çok sayıda plajıyla da dikkatleri üzerine çekmektedir. Kumköy Halk Plajı ve Kundu Halk Plajı bu yerlerin arasında bulunmaktadır.

Alanya

Alanya Antalya’nın en popüler ilçelerinden bir tanesidir. Mazisi Milattan Önce 6. Yüzyıla dek uzanan Alanya günümüzde de turizm ve hizmet sektöründe hem şehre, hem bölgeye, hem de ülkemize önemli ekonomik değerler sağlamaktadır.

Bölgenin Akdeniz’de olması sebebiyle Akdeniz ikliminin özelliklerini taşıdığı rahatlıkla görülebilir. Kışları ılık, yazları ise sıcak geçmektedir. Yabancıların mülk edinme konusunda yüzde 30 gibi ciddi bir payı vardır Alanya’da. İlçe turistik değer olma açısından 1958’lerin ardından gelişmeye başlamıştır ve bu yılın ardından nüfus artışı da etkin bir şekilde görülmeye başlamıştır. Özellikle bölge iklimi sebebiyle şehrin genelinde olduğu gibi Alanya özelinde de kültürel ve sportif birçok faaliyet icra edilmektedir.

Şehir merkezine uzaklığı 154 kilometre olan bu ilçenin kuzeyinde Toros Dağları yer almaktadır. Tarihte Osmanlı, Selçuklu ve daha öncesinde Bizans gibi imparatorluklar için kale görevi gören Alanya’nın jeopolitik önemi esasen I. Alaeddin Keykubad yönetimine girmesiyle oluşmuştur. O dönemden günümüze ulaşan Alanya Kalesi ve Kızıl Kule gibi eserler büyük bir öneme sahiptir. Burada görülmesi gereken tarihi yapılar arasında başta Kızıl Kule ve Alanya Kalesi, Milattan Önce 6. Yüzyıla dayanan Leartes antik Kenti, Milattan Önce 7. Yüzyıldan kalma Syedra Antik Kenti gibi yapılar bulunmaktadır.

Alanya’da seyrine doyumsuz manzaralarla doğa aktiviteleri yapılabilecek Dim Çayı, Damlataş ve Dim Mağarası ile Sapadere Kanyonu da yer almaktadır. Bunun dışında yine ünlü plajları arasında Alanya Halk Plajı, Portakal Plajı ve Damlataş Plajı bulunmaktadır.

Demre

Demre, Antalya şehir merkezine 140 kilometre uzaklıkta yer alan önemli bir turizm beldesi. Burada bölge halkları tarım ile geçimini sağlamaktadır. Likya’nın da en önemli şehirleri arasında bulunan Demre yani orijinal adıyla Myra’nın tarihi Milattan Önce 5. Yüzyıla kadar gitmektedir. Roma İmparatorluğu zamanında Myre gelişmiş ve zenginleşmiştir. Bizans zamanında önemli bir dini ve idari merkez olan Demre Hristiyan Dünyası açısından da dikkat çeken bir yer olmuştur. Her sene 6 Aralık tarihinde Noel Baba etkinliklerini yapmak burada gelenekselleşmiştir. Ancak ne yazık ki bugün Demre’de bu kalıntıları görmek günümüzde zordur.

1904 senesinde ilk kez Eynihal ismiyle köy statüsüne ulaşan Demre, 1968 senesinde 4 mahallenin birleşmesiyle Belediyelik ve 87 yılında ise Kale ismiyle ilçe haline gelmiştir. 2005 senesine gelindiğindeyse burası Demre ismini almıştır.

Turistik bir şehrin turistik bir beldesi olan Demre’nin ekonomisin tamamına yakını tarımla ilişkilidir. Ülkemizin sivri biber üretiminde en dikkat çeken yerlerinden biri olan Demre’nin doğusunda Finike, güneyinde Akdeniz, batısında Kaş yer almaktadır.

Burada da yine Akdeniz iklimi görülmekte olup kışlar ılık ve yağmurlu, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir. İlçede gezilecek yerler arasında Simena Antik Kenti, Kaya Mezarları, Andreake Antik Kenti, Myra Antik Kenti ve Tiyatrosu ile Noel Baba Kilisesi bulunmaktadır.

Bunun yanında cennet koyların bulunduğu bu beldedeki Kekova Adası ve yüzlerce kuş türünü bünyesinde barındıran Demre Kuş Cenneti’de beldenin doğal güzelliklerinin arasında yer almaktadır. Demre de yine ünlü plajlarıyla sezonda ziyaretçilerini ağırlamayı sürdürmektedir. Burada Çayağzı Plajı, Sülüklü Plajı, Taşdibi Plajı yer almaktadır. Yine Demre Çayı da Akdeniz’in önemli su kaynakları arasında yer almaktadır.

Döşemealtı

Antalya’nın kuzeyinde Antalya-Burdur karayolu üzerinde yer alan ve şehir merkezine 20 kilometre mesafesi bulunan Döşemaltı’nın tarihi antik çağlara dek uzanmaktadır. Belde adını antik dönemde Pisidia ve Pamfilya şehirlerini birbirine bağlayan yollardan olan Derbent Boğazı’ndaki döşeme taş yolundan almıştır. Yol Yörükler tarafından yakın zamana dek bir göç yolu olarak da kullanılmıştır.

Tarım ve sanayi konusunda gelişen Döşemealtı’nda günümüzde soğan, narenciye, susam, yulaf, mısır, arpa, buğday zeytin ve pamuk gibi ürünler üretilmektedir. Bununla beraber büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkla da Döşemealtı geçimini sağlamaktadır. Günümüzde ise bölgede Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulmasının ardından iş olanakları sanayi kısmına kaymıştır.

Burada dikkat çeken gezi alanları arasında Anadolu’nun eski halklarından olan Luviler’in kurduğu ve Termessos Milli Parkı’nın içinde yer alan Termessos Antik Kenti, bölgenin arkeolojisini iyi bir şekilde yansıtan Kocain Mağarası, II. Gıyaseddin Keyhüsrev bin Keykubat’ın 13. Yüzyılda yaptırdığı Tarihi Kırkgöz Han bulunmaktadır.

Elmalı

Elmalı, Likya Yolu’nun kuzeyinde yer alan ve tarihte birçok medeniyetin iz bıraktığı önemli bir bölgedir. Güney Anadolu’yu içine alan Toros Dağları’nın Batı Akdeniz’de uzanan kıvrımlarının arasında bir çanak şeklinde plato üstüne kurulmuştur. Ekonomisinin tarım ve hayvancılık üzerine kurulu olduğu Elmalı ülkemizin elma ihtiyacını karşılaması açısından da büyük bir öneme sahiptir. Son dönemlerde ise seracılık faaliyetleri yaygın olarak görülmektedir. Bölge aynı zamanda turistlerin geçiş güzergahı olduğu için kısmen ekonomik bir değer de oluşturmaktadır.

İlçenin Osmanlı döneminde Teke Beyliği’nin merkezi olmasından dolayı bir kültür merkezi olduğu bilinmektedir. Burada yapılmış olan arkeolojik kazılar neticesinde birçok tarihi eser gün yüzüne çıkartılmıştır. Bunların arasında Söğle Yaylası Arı Serenleri, Armutlu Köyü Kaya Mezarı, Yapraklı Köyü Yazılı Kaya, Semahöyük Küp Mezarları, Gümüş Kral Heykeli, Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli ve Kızılbeli Mezarları bulunmaktadır.

İlçe, tarih öncesi döneme ait kalıntılar olan höyükler bakımından da zengindir. Müren ve Semahöyük höyükleri en önemlileri arasında yer alır. Bununla beraber Yuva ve Hacıyusuflar köyünün yanında yer alan Roma ve Likya dönemi kalıntıları da önemli turistik ve tarihi değerler arasında yer alır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait Kesik Minare ve Ömer Paşa Camii gibi burada gezilip görülmesi gereken birçok tarihi yer bulunmaktadır.

Bununla beraber doğal güzellikler açısından zengin karstik oluşumlu Avlan Gölü, Elmalı ilçesinin önemli güzellikleri arasındadır.

Finike

Antalya’nın Batı kesiminde yer alan, batısında Demre, kuzeybatısında Kaş, kuzeyinde Elmalı, doğusunda Kumluca ilçelerinin yer aldığı Finike, ismini kurulduğu dönem olan Milattan Önce 500’lerde Fenikelilerden almıştır. Eski isem Phoenicus olan belde Türkçeleştirme hareketi kapsamında 1937 senesinde Fenike olmuştur.

Bölge halkı geçimini daha çok tarım ile kazanmaktadır. Burada narenciye ve turfanda sebzecilik yaygındır. Bununla beraber kısmen balıkçılık da yapılmaktadır. Turizm açısından önemli bir konumda yer alan Finike’de mevsimsel koşullarla tarım ve turizmin birbirini beslemesi buradaki işsizlik sorununu nispeten ortadan kaldırmaya yardımcı olmuştur.

Geçmiş dönemde Finike bir liman şehriydi dolayısıyla burası tarih süresince önemli bir liman kenti olmuştur. Fenikeliler Akdeniz’de çeşitli limanlardan aldıkları malların başka limanlarda ticaretini yapmış ve bu şekilde ticaretle zengin olmuşlardır.

Finike’de gezilip görülmesi gereken yerlerin arasında Elmalı Müzesi ve geçmişi Milattan Önce 5. yüzyıla dek dayanan Limyra Antik Şehri bulunmaktadır.

Bununla beraber ilçenin doğal güzelliklerini ortaya çıkaran Andrea Doria Koyu, geçmişte korsan yatağı olarak kullanılmıştır fakat günümüzde turistik amaçlarla kullanılan güzel bir koydur. Burada denize girmek için ise Altuncan Hatun Kadınlar Plajı, Gökliman Plajı ve Finike Halk Plajı tercih edilebilir.

Gazipaşa

Antalya’nın 180 kilometre doğusunda yer alan ve Gazipaşa Ovası üzerine kurulu olan Gazipaşa ilçesi kuzeydoğusunda Karaman ili Ermenek İlçesi, kuzeyinde Sarıveliler ilçesi, batısında Alanya, doğusunda ise Mersin Anamur ile komşudur. Sınırlarının güneyi Akdeniz’e paralel şekilde uzanan 35 kilometre uzunluğunda doğu batı hattında uzanan Toroslarla kaplıdır.

Gazipaşa tarihi Milattan Önce 2000’lere dayanmaktadır. Hititlerin bir kolu Luviler’in burada yaşadığı bilinmektedir.

Gazipaşa’nın Helenistik Dönem’den günümüze dek gelen Selinius Antik Kenti, bölgenin günümüzde dahi gizemini hala korumayı sürdüren Yalan Dünya Mağarası, Delik Deniz Koyu, Cüceler Mağarası gibi tarihi yapıları gezilip görülecek yerler arasında bulunmaktadır.

Bununla beraber ilçenin önemli plajlarının arasında da Gazipaşa Halk Plajı ile Koru Plajı dikkat çekmektedir.

Gündoğmuş

Gündoğmuş, Antalya’nın doğusunda yer alan ve geçmişi antik dönemlere dek uzanan Romalılar zamanında iskan edilen bir yerdir. İlçedeki Roma Harabeleri, Kaseyir Şehri harabeleri bölgedeki en eski harabe olma özelliğine sahiptir. İlk adı Eksere köyü olan yer 1936 senesinde Gündoğmuş adıyla ilçeye dönüştürülmüştür.

Batı Toros’un Geyik Dağı eteklerine kurulu olan Gündoğmuş’un dağlık kesimi ormanlarla kaplıdır. Burada da tipik Akdeniz İklimi yaygındır. Ancak kışlar karasal iklim dolayısıyla biraz daha sert geçer.

Ekonomik anlamda bakıldığında hayvancılık ve arıcılığın ön planda olduğu ilçe diğer ilçelerin turizm beldesi olması sebebiyle daima göç vermektedir.

Bölge arkeolojik kalıntılar açısından da zengindir. Senir köyünün doğusunda yer alan Kese harabeleri, Taşahır mevkiinde Kaseyir, Merkez ilçenin içinde Gedefi harabeleri, Karadere köyü, Kiliseönü ve Hisar mevkiindeki tarihi harabeler, Narağacı, Çayırözü ve Penbelik köylerinin arasındaki tepelerde bulunan harabelerle, Güzelbağ bucağında henüz kası gerçekleştirilmemiş Ayasofya şehri dahil edilebilir.

İlçede Cem Sultan’ın Silifke Valiliği zamanında yaptırdığı düşünülen Cem Paşa Cami de buranın tarihi değerleri arasındadır. Gündoğmuş doğal güzellikler açısından da bir hayli zengindir. Bunlar arasında yaylalar (Ailahmetler, Elibeyler, Kadılar, Çaşır) yer almaktadır.

Burada gezilip görülmesi gereken yerler arasında Casae Antik Şehri, Pınarbaşı, Geyik Dağı, Uçan Şelale yer almaktadır.

İbradı

Antalya’ya yaklaşık olarak 160 kilometre mesafede yer alan İbradı, yörük kültürünün oldukça yaygın olduğu ilçelerden birisidir. İbradı Arapça bir kelimedir ve “ibrad”dan gelmektedir. İbrad, soğuk yer anlamını taşımaktadır.

İbradı’nın kuruluş tarihi net olarak bilinmemektedir. Fakat bölgede bulunmuş olan kalıntılar dikkate alındığında Roma dönemine dek buranın geçmişinin uzandığı tahmin edilmektedir. Bölgede Helenistik Dönem’den Erymna Antik Şehri’nin kalıntıları yer almaktadır. Bununla beraber Evliya Çelebi de 17. Yüzyılda Seyahatnamesi’nde İbradı’nın çok önemli bir belde olduğunun altını çizmiştir.

İbradı’nın kendisi esasen bir yayladır. Denizden yüksekliği 950 metre olan İbradı’dan yazın sıcaklık gündüz 30 derece gece ise 10 dereceye kadar düşmektedir. Bölge soğuk kaynak suları ve serin havasıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Burada ayrıca turistik bir önemi bulunan Altınbeşik – Düdünsuyu Mağarası yer almaktadır.

İbradı’da görülmesi gereken yerler arasında Selçuklu Dönemi’nden kalma Kargıhanı Kervansarayı, yukarıda bahsettiğimiz gibi Düdensuyu Mağarası adıyla bilinen Altınbeşik Mağarası, Alabalık Vadisi bulunmaktadır.

Kaş

Antalya’nın turizm açısından en meşhur yerlerinden Kaş, şehir merkezine 190 kilometre uzaklığı bulunan bir ilçedir.

Şehrin en batısında yer alan ilçe batısında Eşen Çayı’yla Muğla Seydikemer’den ayrılır. Kuzeyde Elmalı, doğuda ise Demre ile komşudur. Tam karşısında ise 2.100 metre mesafede Yunanistan Meis Adası yer alır. Kaş’ın toplam sahil uzunluğu 70 kilometre civarındadır. Burada Akdeniz ikliminin etkisi görülmektedir. Deniz seviyesine yakın konumlarda Akdeniz iklimi görülürken yüksekler ise karasal iklim etkisi altındadır.

Bölgenin ekonomisi özellikle yazın turizm kaynaklı otel, pansiyon ve motel işletmeciliğine dayanır. Bunun yanında yaylalarda ve ovalarda önemli yaş meyve, sebze ve çiçek üretimi gerçekleştirilmektedir. Kışın ise seralarda gerçekleştirilen üretimlerle hem içeriye hem de dışarıya pazarlama yapılmaktadır. Bununla beraber hatırı sayılır düzeyde bölgede balıkçılık da yapılmaktadır.

Burada Likya Birliği’nin önemli şehirleri arasında bulunan Antiphellos Antik Kenti ve Patara Antik Kenti, görülmesi gereken tarihi yapılar arasında yer alır. Yine Kekova Adası ve Mavi Mağara da bölgenin önemli doğal güzellikleri arasında yer alır.

Kaş’taki popüler plajlar arasında Akçagerme Plajı, Hidayet Koyu Plajı ve Akçagerme Plajı bulunur.

Konyaaltı

Antalya’nın turistik açıdan ilk sıralarda yer alan ilçelerinden Konyaaltı, şehir merkezine 25 kilometre uzaklıkta yer almaktadır.

Antalya’nın batı kesimindeki Konyaaltı adında aynı zamanda dünyaca ünlü plaja da burası ev sahipliği yapmaktadır. Konyaaltı Kepez, Kemer, Muratpaşa, Döşemealtı ve Korkuteli’ne komşu konumdadır.

Günümüzde Konyaaltı olarak isimlendirilmiş olan bölgenin 20. Yüzyılın sonlarına dek falezlerden dolayı Koyaltı şeklinde anıldığı ve zaman ile halk arasında bu ismin Konyaaltı’na dönüştüğü düşünülmektedir.

Burası Anadolu uygarlıkları yerleşim haritasına göre Likya sınırlarının arasında bulunmaktadır. Likya, Pamfilya ile sınırlıdır. Milattan Önce 30’a dek gelen Likya uygarlığının Konyaaltındaki şehrinin ismi ise Olbia’dır.

Burada görülmesi gereken tarihi yapıların içinde Milattan Sonra 3. Yüzyılda inşası yapılan ve Roma’dan miras kalan Roma Hamamı bulunmaktadır. Yine Konyaaltı Plajı, Akdeniz’in en ünlü plajıdır. Doğal güzellikler açısından da son derece zengin bir yapısı olan Konyaaltı’nda Sarısu Mesire Alanı, Geyikbayırı Mağarası ve Doyran Göleti muhakkak ziyaret edilmelidir. Yine Akdeniz’in önemli limanlarından olan Antalya Limanı da burada bulunmaktadır.

Korkuteli

Antalya’nın kuzey batısında yer alan ve şehir merkezine 60 kilometre uzaklıkta bulunan Korkuteli Antalya merkez, Fethiye, Çavdır, Gölhisar ve Burdur ilçeleriyle, Elmalı ve Kumluca ilçeleri, ayrıca Tefenni, Bucak ve Burdur ile çevrilidir.

Denizden 1020 metre yükseklikte olan şehir çeyrek oranda Akdeniz iklimi, büyük oranda ise karasal iklim özellikleri taşımaktadır. Sıcak hava Akdeniz bölgesinden, soğuk hava ise göller bölgesinden buraya ulaşmaktadır. Senenin dört mevsiminde sıcaklık ortalaması kışın eksi 5 derece ve yazın artı 25 derece olarak seyretmektedir.

Doğal yapısı dikkate alındığı Torosların başlangıcı olan Bey Dağı’nın arka kısmındaki tepecik ve düzlüklerin hakim olduğu arazi yapısı yer almaktadır. Burası tarihi açıdan da Sultan Korkud’un (Osmanlı şehzadesi) eğitim gördüğü ve lalalık yaptığı yer olma açısından önemli olup ismini de buradan almıştır.

Kaynaklarda Korkuteli’nin eski ismi İsidna olarak geçmektedir. Pisidya bölgesinde yer alan İsidna şehri, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Korkuteli olarak değiştirilmiştir. Ünlü gezgin Evliya Çelebi de burayı tanımlarken şehrin batısında bulunan kalenin varlığına dikkatleri çekmektedir. Ekonomik olarak kalkınmasını tarım, hayvancılık ve arıcılık ile sağlayan bölge son dönemlerde kültür mantarı üretimine yönelmiştir.

Korkuteli şehir merkezinde yer alan Sultan Alaeddin Cami, bölgedeki önemli tarihi yapılar arasında yer almaktadır. Bey Dağları’nın eteklerinde bulunan Korkuteli’nin doğal güzelliklerinin arasında Karain Mağarası ile Güllük Dağı Milli Parkı yer almaktadır.

Kumluca

Antalya’nın Kumluca ilçesi şehrin merkezine göre güney batısında yer alan 1830’larda ilk kez Sarı Kavak ismiyle kurulmuş olan bir ilçedir. Anlatılanlara göre bugünkü ilçe merkezinde bir yerleşme bulunmazken, Sarıkavak’tan bir köylü Cavur deresinin kıyısına yani şimdiki şehir merkezinin yer aldığı yere karpuz ekimi yapmış. Burada iyice büyüyen karpuzları satan köylüye civardakiler karpuzları nerede büyüttüğünü sormuş. O ise “derenin kıyısında kumluca yerde” şeklinde bir yanıt vermiş. Lezzetli mi lezzetli karpuzların ünü ile Kumluca’nın da ismi böyle ortaya çıkmış.

Kumluca günümüzde Finike ve Elmalı ilçesine komşu durumdadır. Üç yanı dağlarla çevrili olan bu yerde verimli bir ova da bulunmaktadır. Akdeniz ikliminin hakim olduğu ilçede yazın hava sıcaklığı 48 dereceye kadar ulaşabilmektedir.

Bölgedeki insanların geçimlerini seracılıkla sağladığı bu yerde turizmle de ilgilenilmekte ve pansiyon, motel işletmecilği yapılmaktadır. Burada Gagae, İdebessiois, Rhodiapolis, Corrydella ve Olympos antik kentleri yer almaktadır. Bu antik kentler arasında en çok dikkat çekeni Olympos antik kentidir. Burası her sene yerli ve yabancı sayısız misafiri ağırlamaktadır. 1991 senesinde antik şehirde gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde buranın tarihi ve turistik kıymeti daha da artış göstermiştir.

Bölgede bunun dışında Olimpos ve Kumluca Plajı, Adrason Koyu, Suluada ve Çıralı Yanartaş da görülmesi gereken tarihi ve doğal güzellikler arasındadır.

Manavgat

Antalya’nın en büyük 2. İlçesi olan Manavgat hem tarihi hem de turistik değerleri açısından büyük bir önem taşımaktadır.

Şehir merkezine 75 kilometre uzaklıkta yer alan Manavgat’ın ilçe merkezi, Manavgat ırmağının karşılıklı yakalarında yer alan Düşenbe ve Pazarcı köylerinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Manavgat 13. Yüzyılda Selçuklu, 15. Yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresine girmiştir.

Kuzeyinde Torosların bulunduğu ilçenin sahil şeridinde yer alan plajları ve benzersiz kumsalları oldukça dikkat çekmektedir. Denizden iç kısımlara doğru gidildikçe düz ovalarla beraber engebeli arazi yapısı da görülmektedir. İlçenin doğusunda Alara Çayı, Manavgat Nehri, Manavgat Şelalesi ve Karpuz Çayı ünlüdür.

Tipik Akdeniz İklimi’nin görüldüğü ilçe sahil şeridinden başlayarak Toroslar’a dek uzanan ziraat alanından meydana gelmektedir. Bölgenin doğal yapısından dolayı tarım faaliyetleri yürütülmektedir. Bunun yanında hayvancılık da yapılmaktadır. Bununla beraber turizm de bölgede ciddi bir iş gücü oluşturmaktadır. Özellikle Manavgat Şelalesi ve çevresinde bulunan konumlar turizmin gelişmesine imkan vermiştir.

Burada gezilip görülmesi gereken doğal yerler arasında Oymapınar Gölü, Köprülü Kanyon ve Altınbeşik Mağarası bulunmaktadır.

Tarihi yapıların arasında ise Aspendos Köprüsü, Side Antik Kenti ve Apollon Tapınağı yer alır. Buradaki ünlü plajlar arasında Kumköy, Çamiçi ve Evrenseki Halk Plajı bulunmaktadır.

Muratpaşa

Antalya’nın her sene milyonlarca ziyaretçisini ağırlayan Muratpaşa, turistik ve tarihi yerleriyle ünlenmiştir. Kepez, Aksu, Konyaaltı ilçelerine komşu konumda olan ilçe, 2008 yılında ilçe statüsü almıştır. Muratpaşa’nın toplamda 20 kilometre uzunluğunda sahil şeridi yer almaktadır.

Burası aynı zamanda Antalya’nın ilk şehir yerleşimi Kaleiçi’nin de sınırları içinde yer aldığı ilçedir. Doğal ve tarihi açıdan önemli yapıların bulunduğu ilçede restorasyonu yapılan Kaleiçi evleriyle Antalyalılar tarafından Üç Kapılar olarak isimlendirilen Roma İmparatoru Hadrianus’un 130 senesinde Antalya’ya gelmesinin üzerine inşa edilen Hadrianus Kapısı, XII. Yüzyıldan bugüne dek Antalya’nın sembolü olan Yivli Minare, 16. Yüzyılda inşası yapılan Murat Paşa Cami, 13. Yüzyılın Selçuklu mimarisini yansıtan Karatay Medresesi gibi önemli yapıların tamamı burada yer almaktadır.

Muratpaşa’da aynı zamanda Antalya Kum Heykel Müzesi ve Oyuncak Müzesi gibi müzeler de gezilip görülebilir.

Muratpaşa’nın popüler plajlarının içinde Lara ve Muratpaşa Halk Plajı’yla İnciraltı Plajı vardır.

Serik

Antalya’nın son ilçesi Sermik… Antalya’nın ortasında yer alan ilçe turizm açısından önemli bir merkezdir. Serik ilçesinin batısında Aksu, doğusunda Manavgat, güneyinde Akdeniz, kuzeyinde ise Isparta’nın Sütçüler ilçesiyle Bucak ilçesine komşudur.

Serikte dağlık kesimlerde hayvancılık ve turfanda sebzecilik faaliyetleri yürütülmektedir. Bölgedeki en önemli akarsular arasında Aksu Çayı ve Köprüçay yer alır.

Serik’teki ilk yerleşimler Milattan Sonra 2. Yüzyılda Bergama Krallığı’na bağlı bugünkü Koçhisar tepesi ve Belkıs Köyü’nde Aspendos olarak iki yerde kurulmuştur. Serik’in ismi ise Osmanlı’da tapu ve maliye kayıtlarında serikli aşiret boyunun yerleşmesiyle ismini verdiği bir ilçe olarak günümüze kadar gelmiştir.

Yazın turizm, kışın ise tarımla uğraşılan şehir 22 kilometre uzunluğundaki sahil şeridinden dolayı Belek beldesi oldukça popülerdir. Belek’e senede 3 milyon turist gelmektedir. Serik’teki deniz turizminin dışında burada dünyaca bilinen turistik ve tarihi Silyon, Aspendos ve tesadüfen keşfedilen Zeytintaşı Mağarası gibi yerler bulunmaktadır. Bunun dışında Gebiz’e bağlı Uçansu Şelalesi de görülmesi gereken önemli bir doğa harikası olarak bilinmektedir.

Antalya ilçeleri ve güzelliklerine kısaca göz attıktan sonra şimdi ise Antalya'nın plajlarını paylaşalım: 

Antalya’nın plajları:

Antalya sahip olduğu turistik değer açısından ülkemizin önemli şehirlerinden biridir. Bu ününü getiren unsur başta doğal ve tarihi güzellikleri olmakla birlikte özelikle yazın deniz, kum ve güneşin tadının sonuna kadar çıkarılabileceği birçok yerin bulunmasıyla da dikkatleri üzerine çekmektedir. İşte Antalya’da denizin, güneşin ve kumun tadını çıkarabileceğiniz birbirinden güzel plajlar…

Side Halk Plajı:

Antalya’nın Manavgat ilçesinde yer alan Kumköy Halk Plajı şehir merkezine 14 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Buraya taksi, özel araç veya Çolaklı dolmuşlarıyla rahatlıkla ulaşabilmek mümkün.

Side Çolaklı Mahallesi’nde yer alan plaj bölge halkı tarafından sıklıkla tercih ediliyor. Plaj sahilinde ince taneli kumlar yer alıyor ve burası iyi düzeyde yüzme bilmeyen kişilerin de sıklıkla tercih ettiği yerler arasında. Çevresinde duş, giyinme kabini ve diğer imkanların bulunduğu plajın denizi berraktır. 

Sorgun Halk Plajı

Antalya’nın Side ilçesine bağlı Sorgun Mahallesi’nin sınırları arasında yer alan Sorgun Halk Plajı, beldenin merkezine 7 km mesafede yer almaktadır. Buraya özel araçla veya Sorgun minibüsleriyle ulaşabilmek mümkündür.

Plaj uzun seneler boyunca faaliyette olup özellikle temiz görünümünden dolayı sıklıkla tercih edilmektedir. Bu plaj mavi bayrak almıştır ve denizi de oldukça berraktır. Denizinin sığ olması sebebiyle amatör yüzücüler için de uygun bir konumdadır. Burada tuvalet, duş ve giyinme kabini gibi olanaklar bulunmaktadır. Plaja dışarıdan şezlong ve şemsiyelerinizi götürüp girebilirsiniz.

Kumköy Plajı

Antalya’nın Kumköy bölgesinde yer alan Kumköy Plajı, şehir merkezine yaklaşık olarak 4 km mesafede yer almaktadır. Kumköy Plajı’na Ilıca minibüsleri veya özel araçla ulaşabilmek mümkündür.

Side’de denizin en sığ olduğu noktalardan birinde yer alan Kumköy Plajı, amatör yüzücüler için uygundur. Buranın denizi neredeyse her gün dalgasız ve berrak bir görünüme sahiptir. Denizin derinliğinin aniden artış göstermemesi sebebiyle sıkça tercih edilen bu plajın çevresinde ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz, giyinme kabini, duş ve tuvalet gibi imkanlar bulunmaktadır.

Titreyen Göl Plajı

Antalya Side’nin doğal güzellikleri arasında bulunan Titreyen Göl’e yakın konumda yer alan plaja toplu taşımayla Sorgun minibüsleriyle ve taksi veya özel araçla ulaşabilmek mümkündür.

Titreyen Göl Plajı mavi bayrak almıştır ve çevresinde de 20’nin üzerinde turizm tesisi yer almaktadır. Ayrıca birçok kuş ve bitki türünü de bünyesine barındırmaktadır. Plajın çevresinde piknik ve kamp yapabileceğiniz alanlar da yer almaktadır. Titreyen Göl Plajı’na giriş için ücret alınmamaktadır.

Çolaklı Plajı

Antalya’nın Side ilçesindeki Çolaklı Mahallesi kıyısında yer alan plaj merkeze de 10 km mesafededir. Buraya Çolaklı dolmuşları veya özel araç veyahut taksi ile ulaşabilmek mümkündür. Side’deki diğer plajlara oranla dalgalı olduğu görülen denizin huzurlu ve sessiz bir atmosferi bulunmaktadır. Plajın çevresinde pek çok restoran, kafe ve konaklama tesisi de yer almaktadır.

Kleopatra Plajı

Antalya’nın Alanya ilçesinde yer alan Kleopatra Plajı şehir merkezine 130 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Buraya şahsi aracınızla ulaşabileceğiniz gibi Alanya dolmuşlarıyla da kolaylıkla gidebilirsiniz.

Kleopatra Plajı ismini Mısır Kraliçesi olan Kleopatra’dan almıştır. Benzersiz güzelliğiyle dünyadaki önemli plajlardan biri olan Kleopatra Plajı, toplamda 2 kilometrelik sahil boyunca uzanır.

Masmavi renge bürünen denizinde güzel bir gün geçirebileceğiniz Kleopatra plajının çevresinde ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz soyunma kabini, tuvalet, duş gibi imkanlar da yer almaktadır.

Kaputaş Plajı

Kaputaş Plajı, Antalya’daki en popüler plajlar arasında yer almaktadır. Kalkan ve Kaş arasında bulunan Kaputaj Plajı, Kaş ilçesinde yer alır. Buraya şehir merkezinden özel araç ile veya Antalya Denizli yolundan dolmuşlar ile rahatça ulaşabilmek mümkündür.

Şehrin doğal güzelliklerinin arasında ön planda olan Kaputaj Kanyonu’nun en güzel konumunda yer alan plaj, mavinin tonlarının görülebileceği eşsiz bir atmosferi bünyesinde barındırır. Yöre halkı tarafından burası kanyon arasında yer aldığından Kanyonağzı Plajı olarak da adlandırılmaktadır. Bu plaj mavi bayraklı olup ulaşım için yol kenarından merdivenle bir süre aşağıya inmek gerekmektedir.

Kaputaj Plajı berrak yapısıyla dikkat çekse de kısmen çakıl taşları görülebilmektedir. Bu yüzden buraya tedbirli olarak gelmekte yarar vardır. Denizin derinliği ise kısmen sığdır. Civarda çok fazla tesis olmadığından Kaputaj Plajı’na giderken hazırlıkları tamamlamak önemlidir. Plaja giriş ücretsiz olup burada şezlong ve şemsiye kiralama için cüzi bir miktar alınmaktadır.

Lara Halk Plajı

Antalya’nın en fazla tercih edilen plajları arasında bulunan Lara Halk Plajı, şehir merkezine yaklaşık 15 kilometre mesafede yer alır. Buraya ulaşım için özel araç kullanılabileceği gibi, otogardan Lara dolmuşlarıyla da toplu taşımayla gelinebilmektedir.

Mavi bayrak sahibi bu plajdan uzun süren yürüyüşler yapıp denizde gün boyu güzel vakit geçirebilirsiniz. İnce taneli kumlardan meydana gelen sahilde birçok işletme hizmet sunmaktadır. Buralarda yer alan tuvalet, duş ve giyinme kabinleriyle ihtiyaçlarınızı kolaylıkla sağlayabilirsiniz.

Sığ bir denize sahip plaj, aileler tarafından da sıklıkla tercih edilmektedir. Lara Halk Plajı’na giriş ücretsiz olup yine şemsiye ve şezlong kiralama ücreti alınmaktadır.

Konyaaltı Halk Plajı

Konyaaltı Halk plajı hem yerli hem de yabancı turistlerin gözdesi olan ve Antalya il merkezine 5 kilometre uzaklıkta yer alan şehrin Konyaaltı ilçesinin sınırları arasında bulunmaktadır. Özel araç ile Adnan Menderes Bulvarı’ndan batı yönde veya otogardan Konyaaltı dolmuşlarıyla buraya ulaşabilmek mümkündür.

Konyaaltı aynı zamanda ülkemizin en uzun plajları arasında yer alır ve mavi bayrak almıştır. Dolayısıyla burası oldukça bakımlı ve temizdir. Plajın etrafında bisiklet ve yürüyüş rotaları da bulunmaktadır.

Giyinme kabini, duş ve tuvalet imkanının olmadığı plajın civarında birçok restoran ve büfe de hizmet vermektedir. Girişlerin ücretsiz olduğu plajda yalnızca şemsiye ve şezlong kiralama ücreti alınmaktadır.

Phaselis Koyu

Antalya’nın Kemer ilçesinde yer alan Phaselis Koyu, Phaselis Antik Şehri yakınlarında yer alır. Özel araç ile Kemer’e dek sahil yolu takip edilerek veya Kemer’e giden dolmuşlarla buraya ulaşmak ve denizin ve güneşin tadını çıkarmak mümkündür.

Olympos Beydağları Milli Parkı’nın içinde bulunan Phaselis Koyu’nda yerli ve yabancı misafirlerin keyifle denize girebileceği güzel sahiller yer almaktadır. Deniz turkuaz renginde olup sığ olması sebebiyle profesyonel olmayan yüzücüler ve çocuklu aileler tarafından sıklıkla tercih edilen bir yerdir.

Burada en dikkat edilmesi gereken husus sahil hattında hizmet veren bir tesis yer almadığı için tedarikli gitmek gerektiğidir. Oldukça sessiz sakin bir atmosferi bulunan Phaselis Koyu’nda doğa yürüyüşleri de yapabilirsiniz. 

Beldibi Plajı

Antalya Kemer’e bağlı olan Beldibi Plajı, şehir merkezine 28 km mesafede yer almaktadır. Plaja şehir merkezinden özel araçla sahil hattını takip ederek veya Kemer dolmuşları ile ulaşmak mümkündür.

Beldibi Plajı mavi bayraklıdır ve temiz yapısıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Sahili kumlarla kaplı olmasına karşın deniz girişinde çakıl taşları yer alır, bu yüzden buraya tedbirli gitmekte yarar vardır. Plaj çevresinde duş, tuvalet ve giyinme kabini olanakları da yer alır. Sahile giriş ücretsiz olup yalnızca şemsiye ve şezlong kiralama ücreti alınmaktadır.

Adrasan Plajı

Antalya’da yer alan başka bir popüler plaj ise Adrasan Plajı’dır. Antalya Kumluca’da bulunan plaj, doğal güzellikleriyle çevrelenmiş konumuyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Buraya ulaşım şehir merkezinden özel araç Kumluca yolunu izleyerek veya Kumluca’ya giden dolmuşlar yardımıyla yapılabilmektedir.

Yaklaşık olarak 2 kilometrelik plajın çevresinde yer alan çam ağaçlarının etkileyici bir güzelliği bulunmaktadır. Çevresinde doğa yürüyüşlerinin yapılabileceği plajdan Antalya’nın gün doğumu ve gün batımı da eşsiz bir şekilde izlenebilmektedir. Adrasan Plajı’nda su altı dalışı yapabilir ve burada canlıları keşfe çıkabilirsiniz. Plajın etrafında tuvalet, duş gibi ihtiyaçlarınızı gidereceğiniz yerler de bulunmaktadır.

Olimpos Plajı

Kumluca’da bulunan başka bir plaj ise Olimpos Plajı’dır. Şehrin merkezine yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta yer alan plaja özel araç ile sahilin batı yönü izlenerek veya Ulupınar dolmuşlarına binerek ulaşım mümkündür. İlçenin Yazır Köyü sınırları içinde bulunan Olimpos Plajı, 1. Derecede sit alanı olarak korunmaktadır. Bundan dolayı plajın içinde herhangi bir işletme hizmet vermese de plaj oldukça bakımlıdır.

Plajda şemsiye ve şezlong hizmeti olmadığından buraya tedarikli olarak ulaşmakta yarar vardır. Bununla beraber Olimpos Plajı’nın batı kısmında bulunan Çıralı Plajı’na da yürüyerek gidip buradaki caretta caretta yuvalarını görmek mümkündür.

Olimpos Plajları - Olimpos'ta Denize Girilecek Muhteşem 14 Plaj! | Fixbilet  Blog

Patara Plajı

Antalya şehrinin Kaş ilçesine bağlı olan Gelemiş beldesinde yer alan Patara Plajı, bölgedeki popüler plajlar arasında yer alır. Şehir merkezine nispeten uzak (220 km) mesafedeki plaja özel araçla Kumluova yolu üzerinden gidilebilir veya toplu taşıma kullanmak istiyorsanız Gelemiş dolmuşlarıyla buraya ulaşabilirsiniz. Patara Plajı dünyanın en uzun plajları arasındadır. Nitekim buranın uzunluğu 12 kilometreye varmaktadır.

Çıralı Plajı

Antalya’nın Kemer ilçesinde yer alan Çıralı Plajı, şehir merkezinden 100 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Buraya ulaşımlar sahil yönünü batı kesiminden takip ederek Ulupınar mevkiinde veya Kemer dolmuşlarıyla gerçekleştirilebilmektedir.

Plaj, Olimpos Plajı’na da yakın mesafede yer alır ve bölgede dere yataklarından akan suların denizle buluştuğu bölgede yer alır. Bundan dolayı bir hayli serin olan plajın denizi de berraktır.

Caretta carettaların da olduğu plajın bölgesinde nesli tükenmekte olan çok sayıda kuş türleri de görülmektedir. Burası 1. derece sit alanı ilan edildiği için herhangi bir yapılaşma yoktur. Fakat plajın çevresinde konaklama gerçekleştirilebilecek birçok otel yer almaktadır. Plajda şezlong ve şemsiye kiralama hizmeti verilmediğinden malzemelerinizi yanınızda götürmeniz tavsiye edilir.

Damlataş Plajı

Antalya şehrinin popüler plajları arasına ismini yazdıran Damlataş Plajı, şehir merkezine 130 kilometre mesafede yer alır. Damlataş ilçesinde Saray Mahallesinde bulunan plaja ulaşımlar şehir merkezinden özel araç ile Mersin – Antalya istikametinde veya taksi veyahut Alanya minibüsleriyle gerçekleştirilmektedir.

Şehrin doğal güzellikleri arasında dikkat çeken plaj her yıl çok sayıda yerli ve yabancı misafiri ağırlamaktadır. Ülkemizin mavi bayraklı ilk plajı olan Damlataş Plajı’nın da denizi oldukça berraktır. Bu yüzden yüzme bilmeyen kişiler de dahil sıklıkla burayı tercih etmektedir. Plaj çevresinde tuvalet, duş gibi imkanlar yer alır.

Antik kent cenneti Antalya

Antalya'nın antik kentleri geçmişten geleceğe önemli bir mirası devrediyor. Günümüzde Ege Bölgesi antik kentler açısından oldukça zengin ve her birinin kendine özgü bir hikayesi var. Antik dönemde batısı Likya, kuzeyi Pisidya, doğusu Pamfilya toprakları olan Antalya günümüzde yalnızca ülkemizin değil dünyanın da en zengin şehirlerinden bir tanesi. Antalya ziyaretinizde muhakkak rotanıza eklemeniz gereken antik kentlere birlikte bakalım:

Perge Antik Kenti

Perge Antik Kenti, şehir merkezine 17 kilometre mesafede yer alıyor ve Aksu ilçesinde bulunuyor. Hititler zamanında varlığını sürdürdüğü düşünülen Parha adındaki bir şehir Roma zamanında Anadolu’nun en düzenli şehirleri arasında yerini almıştır. Mermer heykeltraşlığı ve mimarisiyle dikkatleri üzerine çeken antik şehirde yapılmış olan kazılarda ortaya çıkartılmış olan heykeller, Antalya Müzesi’ni en mühim heykel müzelerinden birisi haline getirmiştir.

Perge’nin şehir planında bir tanesi doğu-batı, öteki ise kuzey-güney ekseninde uzanan iki ana cadde bulunmaktadır. Buradaki 15 bin izleyici kapasiteli tiyatro çok iyi korunmuş durumdadır. Oturulan alanların karşısında itinayla dekorasyonu yapılmış olan sahne binası ise Milattan Sonra 2. Yüzyılda inşa edilmiştir. Burada kazı çalışmalarında bulunan eserler Antalya Müzesi’nde Perge Tiyatrosu Salonu’nda devamlı olarak sergilenmektedir. Buradaki heykellerin güzelliği Perge heykeltıraşlığının eşsiz örneklerini çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Antik şehrin başka bir yapısı olan stadyumda ülkemizin en iyi korunan stadyumları arasındadır. Tiyatronun kuzey kısmında Milattan Önce ikinci yüzyılda inşası yapılan stadyum yer alır ve burasının da kapasitesi yaklaşık 12 bin izleyicidir.

Şehrin antik dönemdeki heybetini ortaya çıkartan kültürel ve sosyal yapıların içinde dikdörtgen plana sahip agora, anıtsal çeşmeler, sütunlu caddeler ve hamamlar bulunur. Hristiyanlık dönemi için de Perge büyük bir öneme sahiptir. Hristiyanlığın en önemli figürleri arasında yer alan Aziz Paul, Perge’ye misyonerlik odaklı seyahatleri esnasında varmıştır ve İncil’de yazılı olmasından ötürü akarsu ve şehir Hristiyanlığın kutsal mekanları arasında yer alır.

Side Antik Şehri

Side, antik çağda Pamfilya’nın en önemli liman şehirlerinden biriydi. Antalya’nın 80 kilometre doğusunda kurulmuş olan Side Antik Şehri Milattan Önce 7. yüzyılda yerleşimler almıştır. Milattan Önce 6. yüzyılda bütün Pamfilya’yla beraber Lidya Krallığı’nın egemenliğine girmiştir ve Lidya Krallığı’nın yıkılmasının ardından ise Perslerin hakimiyeti altına girmiştir. Pers hakimiyeti döneminde kısmen özgürlüğünü koruyabilen şehir sikke basmıştır. Büyük İskender’in Milattan Önce 334 yılında Anadolu’ya yaptığı seferde kapılarını hiçbir direniş göstermeksizin Makedonya kralına açan Side, ardından ise Büyük İskender tarafından kurulan büyük sikke basım merkezlerinden bir tanesi olmuştur. İskender’in yaşamını yitirmesinin ardından Side, Helenistik Dönem krallıkları arasında devamlı olarak el değiştirmiş ve Milattan Önce 3. Yüzyılda, Ptolemaioslar ve Seleukoslar’ın egemenliği altında varlığını sürdürmüştür. Seleukoslar’ın Romalılara açmış olduğu savaşı kaybetmesi üzerine Apameia Barışı’na göre Side ve Pamfilya Bergama Krallığı’nın olmuştur. Bununla beraber Side tekrar bağımsızlığını elde etmiştir ve o zamana kadarki en parlak dönemlerini yaşamıştır.

Antiokhos VII, Suriye’de tahta oturmuştur ve Sidetes lakabını almıştır. Milattan Önce 138 senesinde eğitim görmesi için Side’ye gönderilmesi de buranın nasıl büyük bir öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Şehrin bu parlak zamanı çok uzun sürmemiştir. Milattan Önce 1. Yüzyılda dağlık Kilikya ve Pisidya bölgelerinde başlayan korsanlık, Side ve Pamfilya’ya atlamış ve korsanlarla baş edemeyen Sideliler pazarlarını ve limanlarını onlarla paylaşmak durumunda kalmıştır. En son ise Milattan Önce 78’de Romalı Konsül Publius Servilius tarafından burası korsanlardan temizlendikten sonra Pamfilya’nın öteki şehirleri gibi Side’de Roma İmparatorluğu’na bağlanmıştır.

Milattan Önce 25 yılının ardından Augustus, Pamfilya’yı kendisine doğrudan bağlı eyalet haline getirmiştir. Bu tarihin ardından Side, Roma’ya bağlı eyaletin şehridir. Milattan sonra 2-3. Yüzyıllarda Side en parlak zamanını yaşamıştır. 4. Yüzyıla gelindiğindeyse fakirleşen bir Hristiyan kenti olmuştur. 5. ve 6. Yüzyılda son parlak dönemini yaşayan şehir, Doğu Pamfilya Metropolitliği’nin de başkenti haline gelmiştir. 9. Ve 10. Yüzyıllarda Arap akınlarının ardından kent iyice zayıf düşmüştür ve Bizans İmparatoru Porfirogennetos, bir eserinde buradan korsanlar yuvası ismiyle söz etmiştir.

Günümüzde bir liman ve ticaret şehri olan Side Antik Kenti kalıntıları üzerinde 20. Yüzyılın başlarında Giritli göçmenler tarafından Selimiye köyü kurulmuştur. Pamfilya’nın şehirlerinde olduğu gibi Side şehrin ana kapısından başlayarak bir anıtsal cadde boyunca uzanır. Şehrin Kuzeydoğu’sundaki “Büyük Kapı”dan başlayan ana cadde, Tiyatro önündeki kavisin dışında bir düz çizgi şeklinde yarımada boyunca ilerler ve tapınaklar yakınında büyük bir meydanla biter. Şehrin ikinci büyük caddesi ise kentin güneyine “Büyük Kapı”dan uzanır. İki cadde de sütunlu olup iki taraflarında korint başlıklı sütunlu portiklerle bunun gerisinde de dükkanlar yer almıştır.

Aspendos Antik Kenti

Aspendos, Antalya’daki antik kentler arasında tarihi korunaklılık açısından en ünlülerinden bir tanesidir. Yalnızca Anadolu’nun da değil burası bütün Akdeniz dünyasının en iyi korunaklı Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla da bilinmektedir. Aspendos şehri bölgede yer alan en büyük nehirlerden olan Köprüçay (eski adıyla Antik Eurymedon) yakınlarında yer alan bir tepe düzlüğüne inşa edilmiştir. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini yakınında yer alan nehir ve çevresinde yer alan bereketli topraklardan alan Aspendos’ta günümüzde suyolları ve tiyatrolar ziyaret edilir. Şehirdeki öteki yapıların kalıntılarıysa tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde bulunur.

Tarihçiler tarafından anlatılarda nehrin kenarında İsa’dan Önce 467 senesinde Persler ve Yunanlılar arasında yaşanan Eurymedon Savaşı ismiyle anılan savaşta Yunan tarafının kazanıldığı ifade edilir. Aspendos, hileli yollarla Büyük İskender’e direnmeye çalışmıştır ancak neticede şehir teslim olmuştur ve buradaki altın ve ünlü atların karşılığında vergi borcunu kabul etmişlerdir. Büyük İskender’in yaşamını yitirmesi sonrasında şehir Ptolemaios egemenliğine girmiştir ve bu dönemde en parlak dönemini yaşamıştır. Ptolemaios zamanında burada ünlü tiyatrolar ile suyolları inşa edilmiştir.

Aspendos Tiyatrosu hem mimari açıdan bakıldığında hem de günümüzde korunaklı olarak ulaşması bakımından değerlendirildiğinde Roma Devri tiyatroları arasında en seçkinlerinden bir tanesidir. Dönemin imparatorlarıyla tanrılara adanmış olan yapı, Roma yapım tekniği ve tiyatro mimarisinin son çizgilerini sergilemektedir. Devrinin görkemli yapıları arasında yer alan Aspendos tiyatrosu toplamda 15-20 bin kişi kapasiteliydi. Burası İmparator Marcus Aurelius zamanında Theodoros’un oğlu mimar Zenon tarafından yapılmıştır. Girişte iki yanda Latince ve Grekçe yazıtlardan Curtius Auspicatus ve Curtius Crispinus isimli şehirlerin şehir zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yan tarafında şehrin ziyaret edilebilen en önemli kalıntıları ise suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi, antik suyollarının günümüze dek korunagelen en iyi örneklerini teşkil eder. Genel görüntüsü yaklaşık olarak 1 kilometre uzunluğunda olan kuzey-güney konumlu kemerli köprünün iki ucunda yer alan su basınç kulelerini oluşturmaktadır. Şehrin suyu tepe konumda zaman zaman görülebilen ana karaya oyulan armut şekilli sarnıçlar üzerinde toplanırken İsa’dan Sonra 2. ve 3. Yüzyıllarda bütün yapılarla birlikte suyolu sistemi geliştirilip suyun daha da düzenli bir şekilde yakalanması hedeflenmiştir. Tiyatronun yaslandığı bölge bölge sur duvarlarıyla çevrili konumda olan tepenin üstünde ise şehir merkezlerinin idari yapıları olan bazilika, agora, anıtsal çeşme, meclis binası ve anıtsal tak, Helenistik tapınak ve cadde görülmesi gereken kalıntılardır.

Böylesine ufak ölçekte olan bir şehrin Akdeniz dünyasındaki en geçerli parayı basmaları ve anıtsal yapılar ile donatılması ekonomisinin rahat olmasıyla açıklanabilir. O dönemde şehri ekonomik olarak kalkındıran yegane etkenin günümüzde de kurutularak pamuk tarımı için kullanılan yakınlarda yer alan Kapria Gölü’nden elde edilen tuz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tuzla birlikte başka ihraç ürünleri de ulaşıma elverişli olan nehirler yardımıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderiliyordu. Bununla beraber şarapçılık ve bağcılık, zeytinyağı ve zeytin ile diğer tahıl ürünleri de buradaki tarıma dayanan ihraç ürünleri arasındaydı. Tarihçiler tarafından Aspendos’ta yetiştirilmiş olan atların bütün Akdeniz ve Yakındoğu’nun en aranan atları olduğunu yazmışlardır. Aspendos, Selçuklu ve Bizans dönemlerinde de var olan şehirlerdendir. Selçuklu zamanında burada Selçuklu sultanları konaklamışlardır ve kervansaray olarak yapıldığı düşünülen Aspendos’taki sahne binasının günümüze dek bu denli sağlam kalmasının sebebi de Selçuklular’ın yaptıkları onarım ile korumalarla ilişkilendirilir. Bununla birlikte Mustafa Kemal Atatürk tarafından da 1930 senesinde burası ziyaret edilerek, “onarılıp tekrar kullanılması için” direktifler verilmiştir.

Termessos Antik Kenti

Termessos Antik Şehri, Pisida Bölgesi’nin “Milyas” ismiyle anılan güneybatı kısmında bugün “Güllük” ismini taşıyan Solyos Dağı’nın dorukları arasında kalan vadide, Anadolu’nun en eski halklarından olan Luvi’lerin soyundan gelen Solymler’in kurduğu antik bir kenttir. Ormanın arasında korunaklı durumdaki ören yerlerinin en çarpıcılarından bir tanesi olup, aynı ismi taşıyan Milli Park’ın içinde bulunur. Antalya – Korkuteli karayolunun 24’üncü kilometresinden sola doğru giden özel yoldan, Güllük Dağı’nda yer alan kalıntılara ulaşmak mümkündür. Buranın tarih sahnesinde görülmesi İsa’dan Önce 333 yılında şehrin kuşatılması ve Termessosların güçlü bir savunmayla şehri kendilerine teslim etmemesiyle olmuştur. İskender’in yaşamını yitirmesinin ardından şehir Ptolemyler tarafından hakimiyet altına alınmıştır. İsa’dan Önce 189 senesinde komşu şehir İsinda’yı zapteden Termessolular İsinda halkının şikayet etmesinin ardından Anadolu’da yer alan Roma Kuvvetleri Komutanı Manlius Vulso tarafından cezalandırılmıştır. Aynı dönemde büyük bir olasılıkla Termessos ve Likya Birliği arasında da bir savaş yer alıyordu. İsa’dan Önce 71 senesinde Roma ile arasında “ittifak ve dostluk” bulunan Termessos’un işlerinde bağımsız olduğunu ve kendi kanunlarını kendileri yapacaklarına ilişkin Roma senatosu tarafından kabul edilmiştir.

İsa’dan Önce 36 yılından 25 yılına dek Galatialı Amyntas’ın Pisidya’nın diğer şehirleriyle Termessos’u da yönettiği düşünülmektedir. Roma İmparatorluğu zamanındaysa şehrin bağımsız bir yapıda olduğu bastırılmış olan sikkelerden anlaşılmaktadır. Bizans döneminde şehrin sonraki devirlerdeki durumuna ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Termessos şehrinin terk edilmesinin ardından yeni bir yerleşmeye tanık olmadığı gibi doğal tahrip ve deprem gibi doğal durumlar dışında da çok iyi bir şekilde korunan ören yerleri arasına örnek olarak gösterilebilir.

Bu antik şehrin kalıntıları Antalya – Korkuteli karayolunun üstündeki Yenicekahve yakınında yer alan Hellenistik Devir suru ile başlamaktadır ve Güllük Dağı’nın zirvesine dek sürmektedir. Otoparkın ardından şehre çıkan patika izlendiğinde sağ tarafta İmparator Hadrian döneminde yapılan İon düzenindeki tapınağın anıtsal ve basamak girişine rastlanır. Su kaynağı ve aşağı şehir sularının yer aldığı alandan güneye dek tırmanış sürerse, solda birinci katı ayakta kalan Gymnasium’a ulaşılır. Birçok salon ve odadan oluşan yapının güneybatısında, arkalarında dükkanlar yer alan sütunlu cadde bulunur. Hemen yakınında ise kanalizasyon şebekesinin nasıl iyi inşa edildiğini gösteren kanallar hala bulunmaktadır. Düzlüğe çıkıldığı zaman, orman gözetleme noktasına giden patikanın solunda kentin birçok resmi yapısının yer aldığı alana ulaşılmış olur. Düzlükte yer alan ilk kalıntı agoraya aittir. Batısında yer alan stoa veya portiko, II. Attalos döneminde inşa edilmiş olup Dor düzenindedir. Agora’nın doğu kısmında yamaca yaslanmış vaziyette Antalya Körfezi’ni görebilen konumda tiyatro bulunur. Tiyatronun ise güneybatı yönünde nispeten ayakta duran meclis binası yer almaktadır. Agora’nın doğu kısmındaki düzlük kısımdaysa birbirine geçişli 5 tane sarnıç bulunur. Şehrin güneybatı kısmında “Kurucunun Evi” ismiyle adlandırılan Roma tipindeki güzel bir villanın kalıntıları yer alır.

Termessos antik şehri birçok geniş mezarlık ve tapınak alanına sahiptir. Mezarların bezemeleri ve çeşitliliği oldukça zengindir. Bu mezarlar arasında Büyük İskender devrinin mühim komutanları arasında yer alan Alketas’ın mezarıyla diğerlerinin olması da şehrin tarihi zenginliği açısından oldukça kıymetlidir. Anıtsal mezarların yanında çok sayıda savaşçılıklarını betimleyen kalkan motifli lahit de mezarlık alanında büyük bir alan kaplamaktadır. Günümüzde Antalya Müzesi’nde sergilenen ve Termessos’a ait olan en ilginç eser, “Lahitler Salonu”nda sergilenen “Köpek Lahdi”dir. Stefanos isimli köpeğe sahibesinin yaptırdığı şiirsel kitabe, benzersiz olduğu için ayrı bir öneme sahiptir.

Sillyon Antik Kenti

Sillyon Antik Kenti, Antalya Serik’te yer alan antik şehirlerden biridir. Serik ilçe merkezine 15 kilometre uzaklıkta yer alan Sillyon, Aspendos ve Perge arasında Pamfilya’da bir tepe üstüne kurulu vaziyetteki kaledir. Bugün kale harabe haldedir.

Sillyon’daki yerleşimler Milattan Sonra 2. Yüzyıla dayanır. Bergama Krallığı’na bağlı olarak bugünkü Yanköy yakınlarında yer alan Koçhisar Tepesi’ne kurulu olan Silyon, antik dönemdeki en zengin kalelerden bir tanesiydi. Sillyon’un kurulduğu yer sarp kenarlı tepe üstünde olduğundan şehrin surlarla kuşatılmasına gerek kalmamıştır. Yalnızca eğimin az olduğu güneybatı ve batı kısmında kuleler, surlar ve siperler dikilmiştir.

Sillyon tarihine bakıldığındaysa antik kentin Milattan Önce 3. yüzyılda kendi ismini taşıyan madeni parasını bastırmaya başladığı görülür. Büyük bir ihtimalle Roma zamanı Sillyon olarak değişen kentin adı, paraların üstünde Sylviys olarak geçmektedir. Bizans zamanı psikoposluk merkezi olan Sillyon, Selçuklu döneminde de varlığını sürdürmüştür.

Pamfilya bölgesinin dikkat çeken yerleşimi olarak düşünülen Sillyon Antik Kenti kalıntıları tepe yamaçlarına yayılmıştır ve tepenin batı yönünde Helenistik zamanın izlerini taşıyan surlarla çevrili olan Akropolis bulunmaktadır. Bu surları kapılar, kuleler ve şehre çıkılan yollar tamamlamaktadır. Şehrin kapısı tepenin batı kısmındaki surların üstündedir. Tepeye çıkıldığı zaman kuzeybatı yönünde sokaklar, ev kalıntıları, batı kısmında ise Bizans Kilisesi, Selçuklu Camii ve sarnıç görünür. Tepenin güneybatısında ise 8 bin kişi kapasiteli tiyatro ile yanında odeon yer alır.

Selge Antik Kenti

Antalya şehri Manavgat ilçesi Altınkaya mahallesinde yer alan Selge’ye Antalya – Manavgat karayolunun Taşağıl yol ayrımı itibarıyla kuzeye dek Köprüçay Irmağı’nı izleyen 55 kilometrelik asfalt yol ile ulaşmak mümkündür. Şehir merkezine yaklaşık 80 kilometre mesafesi olan bu antik kent Pisidya bölgesinin de en önemli şehirleri arasındadır. Selge’nin bağlantısı Köprüçay Vadisi üstünden Pamfilya şehirleriyledir. Ticareti Aspendos’un bu ırmak ağzındaki limanıyla yürütülmüştür ve Aspendos ile kurmuş olduğu para birliğiyle de ilişkiler zenginleştirilmiştir. Bu doğal bağımlılıktan dolayı Milattan Sonra 25 senesinde Pamfilya eyaleti sınırları içerisine çekilmiştir. Kuruluşunun ardından yazılmış olan Helen destanlarında Kalchas’a bağlanır.

Yöre Milattan Önce 547 senesinde Pers istilasından önce Lidya Krallığı’na bağlıydı. Milattan Önce 334 yılında Makedonyalı İskender gelene dek Pers egemenliği altında olmuş, İskender’e zorluk çıkarmamasının karşılığını ise Milattan Önce 330 – Milattan Sonra 30 seneleri arasındaki Helenistik Dönem’de bağımsızlık kazanarak elde etmiştir. En parlak dönemini Roma Dönemi’nde yaşamış olan şehrin nüfusunun, Strabon’a göre 20 bin kişiye çıktığı zamanlar da olmuştur. Bu dönem Bizans Dönemi’ne dek sürmüştür. Milattan Sonra 13’üncü yüzyılda Türklerin egemenliğine girer ve Selge’den uyarlanmış olan Zerk ismiyle göçer bir yerleşim olur. Günümüzdeki şehir kalıntıları daha çok akropolis ve surlardan oluşmaktadır. Stoa, gymnasium, stadium ve bazalika kalıntıları günümüze dek gelmiştir. Bunun haricinde iki tapınağın da temel hatlarının kaldığı görülmektedir. Günümüze dek ulaşmış olan en sağlam yapı Milattan Sonra 3’üncü yüzyılda restorasyonu yapılmış olan tiyatrodur. Köprüçay Irmağı’nın üstünde ve onu izleyen yolun güzergahında birçok antik yapı yer almaktadır.

Selge bununla birlikte çok fazla sayıda endemik canlı türünü de barındıran ormanları, doğa harikası jeolojik oluşuma sahip kanyonları, peyzaj değeri yüksek olan rekreasyon alanı olan Köprülü Kanyon Milli Parkı sınırları içinde kalır.

Lybre Antik Kenti

Antalya Manavgat ilçesinin günümüzde Şıhlar Köyü’nde bulunan Lybre Antik Kenti’nin ilk ismi Seleuekia, gemicilerin el kitabı Stadiasmus Maris Mayni’ye dayanarak ileri sürülmüştür. Fakat şehrin günümüzde Side diliyle yazılan yazıtında ismi geçen kutsal alana dayanıp bir dağ şehri kimliğiyle eski bir Pamfilya şehri olan Lybre olması gerektiği, Seleukeia’nın Manavgat Çayı istikametinde ulaşılabilen başka bir yerde olması gerektiği fikri dikkatleri çekmektedir.

Üç kısmında derin yarlar bulunduğundan şehrin yalnızca güney kısmında şimdiye dek çok iyi şekilde korunmuş olan surlar yer almaktadır. Şehre güney kısmından giriş imkanı veren anıtsal yapı surların hemen ortasında bulunmaktadır. İki anıtsal kule ile sınırlandırılan bu kapının iki yönünde doğu batı hattında uzanan surlar uçurumlara dek sürmektedir. Surların dış kısmı kesme kumtaşı bloklardan düzgün olmayan rektagonal teknikle yapılmıştır. Şehrin merkezinde agoranın batı kısmı yamaca yaslatılarak, doğusuna ise iki katlı yapılar yapılmıştır.

Helenistik Dönem’e tarihlenen agoranın içerisinde güneydoğudaki anıtsal kapı ile giriş yapılmaktadır. Bu tetropylon, dört ayaklı kapı tarzında inşası yapılan ve olasılıkla agoraya sonradan eklenmiştir. Agora’nın batısında yer alan yapılar Galeri 1 ve 2 olarak isimlendirilmektedir. Agora’nın kuzey kanadıysa önemli yapılardan meydana gelmektedir. Bunlardan Yedi Bilgeler Mozaiği’ni içine alan mekan yapısal işlevleri dolayısıyla kütüphane olarak tanımlanmaktadır. Şehrin güneybatısındaysa üç kısımdan oluşan hamam kompleksiyle iki katlı kilise bulunmaktadır. Toplu mezar yerlerinin bulunduğu bölge ise antik kentin güneydoğu ve güneybatısında yer alır. Lybre bir dağ yerleşmesi olmakla birlikte günümüzdeki kalıntılar özellikle Roma zamanında çok gelişmiş bir şehir olduğunu göstermektedir.

Phaselis Antik Kenti

Phaselis Antik Kenti’nin Akdeniz’e doğru uzanan küçük bir yarımadanın üstünde İsa’dan önce 7. Yüzyılda Rodoslu kolonistler tarafından kurulduğu ifade edilmektedir. Kuruluş efsanesine göre kolonistlerin yöre halkına kurutulmuş balık veya mısır önerilerine balık isteğiyle cevap verdiği aktarılır. Coğrafi olarak bulunduğu konum mühim bir liman kenti olduğunu göstermektedir. Bir tanesi yarımadanın kuzey kısmında, diğeri kuzeydoğuda sonuncusu ise güneybatıda olmak üzere toplamda üç limanı vardır. Limanları, agoraları, şehir sikkelerinin üzerindeki gemi betimlemeleri Phaselis’in ticari liman konusunda özgürlüğünün altını çizer.

Phaselis kimi zaman Likya, kimi zaman Pamfilya bölgesi şehri olarak ifade edilir. Esas olan bilgiyse her iki bölgenin de sınırları arasında yer aldığıdır. Şehir Pers, Kayra Satrabı Mausolos ve Lmyra’nın Kralı olan Perikles’in egemenliği altına girmiştir. İsa’dan Önce 333 senesinde Büyük İskender’i altın taç ile karşılamaları şehir tarihindeki en renkli sayfalardan bir tanesidir. İskender’in ardından çok kez el değiştiren Phaselis, İsa’dan Önce 167 yılında Likya Birliği’ne girer ve sikke basar. Bir zaman komşusunda yer alan şehir Olympos ile korsanların talanlarına maruz kalması sonrasında İsa’dan Önce 43 tarihinde Roma egemenliğine girer ki bu dönem de şehrin tekrar yapılanması ve en az 300 sene boyunca devam edecek refahının başlangıcı olacaktır. İmparator Hadrian tarafından şehir 129 yılında ziyaret edilir ve güney limanından başlayan ana caddenin girişinde yer alan tek kemerli anıtsal tak bu ziyaretin anısına dikilmiştir.

5 ve 6’ncı yüzyıllar Bizans’ın egemenliğinde kalan kent 451 senesinde Kadıköy Konsülü’ne katılan şehirler arasında olur. 7’nci yüzyılda başlayan Arap akınlarının ardından 8’inci yüzyılda tekrar bir ferahlık devri başlar. Phaselis 1158 tarihinde Selçuklu kuşatmasının ardından hem limanlarının işlevini kaybetmesi hem de deprem gibi doğal afetlerden dolayı önemini yitirerek 13’üncü yüzyılın başlarından itibaren bütünüyle terk edilir. Bugüne ise daha çok Bizans ve Roma döneminin kalıntılarının ulaştığı bilinir. Bunlar şehrin ana aks hattını oluşturan kuzey ve güneydeki limanları birleştiren ana caddenin iki yanında sıralanır. Cadde, tiyatro ve agora arasında genişleyip küçük bir meydan oluşturur. Meydanın güneydoğusunda yer alan basamaklarla akropolis ve tiyatroya ulaşım sağlanır. Buradaki tiyatro boyutu küçük bir Helenistik Dönem tiyatrosudur. Roma döneminde sahne binasının buraya eklendiği, Geç Bizans dönemindeyse sahne binası duvarının kısmen şehri koruyan yeni surların parçası olduğu günümüze ulaşan kalıntılardan görülür. Antik kentin girişinde sağda tarafında şehrin eski surlarıyla, anıtsal mezar veya tapınak olabilecek temel kalıntılara rastlanır. Kuzey limanının arkasında yer alan yamaçsa şehrin mezarlık alanıdır. Günümüze gelen en anıtsal yapıysa su kemerleridir. Şehrin ihtiyacı olan su kuzeyde yer alan tepede bulunan kaynaktan getiriliyordu.

Bir tanesi tiyatro karşısında diğer ikisi ise güney limana doğru giden ana caddenin sağında olmak üzere toplamda üç adet agora bulunur. Tiyatronun karşısındaki agoranın içindeyse bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları görülür. Şehrin iki diğer önemli kalıntısıysa şehir meydanındaki bir tanesi küçük ve diğeri ise büyük iki hamam kalıntısıdır. Bununla beraber küçük hamam kalıntıları Roma Hamamı’nın ısıtma yapısına ilişkin bugüne bilgiler sunar. Tarihçiler tarafından şehrin baş tanrıçasının bilgeliğin ve savaşın tanrıçası olan Athena olduğu yazılmıştır. Henüz bulunmayan Athena Tapınağı ve diğer önemli yapıların günümüzde ormanla kaplı olan akropol tepesinde bulunduğu düşünülür.

Olimpos Antik Kenti

Antalya’a güney kesiminde Phaselis Antik Kenti’nin ardından en önemli liman şehri Olympos’tur. Burası ismini

16 kilometre kuzeyde bulunan Toroslar’ın batı uzantılarından biri olan 2 bin 375 metre yüksekliğe sahip olan Tahtalı Dağı’ndan almaktadır. Beydağları Olympos Milli Parkı’nın sınırları arasında yer alır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemesine karşın İsa’dan Önce 167’lerde basılmış olan Likya Birlik sikkelerinde ismi geçen Olympos, Likya Birliği’nde üç oy hakkı olan altı şehirden bir tanesidir.

Birlikte Likya’nın doğusunu temsil etmiştir. Şehrin günümüze gelen kalıntılarının büyük bir çoğunluğu ormanın arasında çalı ve ağaçlarla örtülü vaziyette olup Roma, Helenistik ve Bizans dönemlerine aittir.

Olympos’un günümüze dek gelen kalıntıları genel olarak doğudan batıya dek, hızla denize akan ırmağın ağzında ve iki yakasında bulunur. Antik zamanda şehri ikiye bölen nehir yatağı kanal içine alınıp iki yaka da iskele olarak kullanılmıştır ve bir köprüyle birbirlerine bağlanmıştır. Bugüneyse köprünün sadece bir ayağı ulaşmıştır.

Güney kıyısında, Hellenistik Dönem’in çokgen şeklinde örgülü duvarlarıyla yanında bulunan Bizans ve Roma onarımlarını gösteren bölüm bulunmaktadır. Nehrin ağzına yakın konumda küçük ve dik akropolde geç dönemlerden kalan yapı kalıntıları bulunur. Irmağın güney kıyısında yer alan Hellenistik temelli ve Roma onarımlı olan küçük tiyatro harap olup, girişin bir yanı iyi korunmuş vaziyettedir.

Şehrin görülebilen başka bir yapısıysa ırmak ağzının 150 metre batısında bulunan tapınak kapısıdır. Buradaki mimari parçalar Roma İmparatoru Markus Aurellius’un ismine yaptırılan kapı önündeki heykel kaidesinden görülmektedir. Kalıntıların arasında en ilginç olan Antalya Müzesi tarafından yürütülmüş olan kazılarda gün yüzüne çıkartılan Kaptan Eudomus’un Lahdi’dir. Nehir ağzının yanında yer alan kayalığın oyuğundaki lahit, duygu dolu şiirsel bir ithaf yazıtında kaptanın ismini vermesi, ayrıca uzun kenarında yer alan gemi kabartmasında geminin şeklini vermesi açısından büyük bir önem arz etmektedir.

Olympos’un doğu kısmında sahilden 300 metre ileride Carettaların bırakmış olduğu muhteşem kumsalıyla birçok bitki türünün yaşadığı sahil kumullarıyla ünlü Çıralı yerleşimi bulunur. Şehrin birkaç kilometre güneybatısında Çakaltepe ismiyle anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev çıkmaktadır. Özellikle geceleyin bir görsel şölen olan bu olayın temelinde metan gazının yeryüzüne asırlardır aynı noktadan ulaşması yatmaktadır. Yaşanan bu olay Likya’da yaşayan ve soluğundan ateş çıktığı düşünülen Khimaira Canavarı ile özdeşleştirilmiştir ve böylece Olympos, Bellerophontes Efsanesi’ne de ev sahipliği yapmıştır. Burada iç duvarları yer yer freskolarla süslü olan Bizans Kilisesi alanda bulunan en anıtsal kalıntıdır.

Rhodiapolis Antik Kenti

Antalya’nın Kumluca ilçesinde yer alan tepe üstünde kurulu olan Rhodiapolis’in, adından dolayı Rodoslular tarafından kurulmuş olan bir kent olduğu kabul edilir. Yakınında yer alan Olympos, Korydalla, Phaselis, Gagai gibi bölgedeki çok az Rodos kolonisinden bir tanesidir. Theopompos tarafından belirtilene göre Rhodiapolis, ismini Mopsos’un kızı olan Rhodos’tan alır. İsmini Hekataitos’tan öğrendiğimiz yerleşim, Rodoslular tarafından koloni olmasının ardından gelişmiştir. Bölgede yer alan tüm şehirler Likya Birliği’nin bir üyesidir. Gagai ve Rhodiapolis sikkelerinde “Likyalı” oldukları ifade edilir.

Şehirdeki en ünlü kişi hayırsever Opramoas’tır. Antonius Pius devrinde yaşayan bu kişi, Apollonios II’nin de oğludur. Opramoas’ın bütün Likya’da yardımda bulunmadığı hiçbir şehir neredeyse yok gibidir.

Rhodiapolis, Likya dilindeki yazıta sahip olan kaya mezarının dışında Milattan Önce 7. Yüzyıldan öncesine yansıtacak kalıntılar taşımamaktadır. Şehrin bilinen en erken kalıntıları Klasik Çağ kaya mezarlarıdır. Lykia dilindeki yazıtlı kaya mezarıyla tiyatronun kuzeyinde yer alan Helenistik Kule’nin dışında geleneklerine bağlı bir Roma kenti izlenimi taşımaktadır. Bununla beraber kalıntıların içinde çoğunlukta olan ise Bizans yapılarıdır.

Dikkat çeken kalıntılar arasında nekropoller, kenotaph, sarnıçlar, kilise, sebasteion, agora, hamam ve tiyatro yer alır. Şehrin en fazla dikkat çeken özelliği küçük taşlardan harçlı veyahut harçsız bir şekilde inşa edilen halihazırda ayakta olan birçok yapıdır. Bunlar çeşitli ölçülerde olup, birçoğu da kişiye ait evlerdir. Şehir merkezinde Grek planlı küçük bir tiyatro da bulunur. Aşağı yukarı 1500 kişi kapasiteli olduğu düşünülen ve güney kısma bakan tiyatronun caveası çoğunlukla yamaca yaslanmış olup, cavea da 7 merdiven arasında 6 kuneus/kerkides ulunur. Büyük bir çoğunluğunu Roma Dönemi’ne ait lahitlerin oluşturduğu alanlar arasında en ilginç kalıntılarsa Lykia dilindeki kitabeli kaya mezarlarıdır.

Limyra Antik Kenti

Antalya Finike ilçesi, Sahilkent ve Turunova Beldeleri sınırlarında bulunan Limyra Antik Şehri, genel olarak erken dönem yapılarının yer aldığı ve Toçak Dağı’nın güney eteklerinde, karayolu ile günümüzde ayrılan düzlükte Bizans ve Roma Dönemi surları içerisinde kalan alanı ifade etmektedir. Limyra’nın isme Likçe yazıtlarda “Zemuri” olarak ifade edilir. Bu da kentin en azından İsa’dan Önce beşinci yüzyıl itibarıyla yerleşimlerle karşılaştığının birer kanıtı niteliğindedir. Kentin en aktif zamanı, İsa’dan Önce 4’üncü yüzyılın ilk yarısında Likya Kralı Perikle zamanıdır ki bu zamanda Limyra, Likya’nın başkentidir.

Perikle dönemi sonrasında ise bölge en parlak zamanını İsa’dan Sonra 2. Ve 3’üncü yüzyıllarda tekrar yaşamıştır ve kimi zaman depremler sebebiyle zarar görse bile tekrar inşa edilmiştir. Bizans egemenliğinde bir piskoposluk merkezi konumunda olan kent, 8. ve 9. Yüzyıllarda ise Arap akınlarının ardından terk edilmiştir. 1970 senesinden beri Limyra Antik Kenti Avustralyalı arkeologlar tarafından kazılmaktadır.

Farklı dönemlere ilişkin elde edilen bulgular, bölgenin tarihine ışık tutmuş ve Antalya Müzesi’ne de önemli buluntular kazandırmıştır. Antik şehrin en kuzey kısmında bulunan akropol, kuzey kısımda bir iç kale ve aşağı kaleden meydana gelmektedir. Aşağı kalede ise Perikle Heroonu, Bizans Kilisesi, sarnıçlar ve sur bulunur. İsa’dan Önce 4’üncü yüzyıla tarihlenen Kral Perikle’nin anıt mezarı, mimarisinin Xanthos’ta bulunan Nereidler Anıtı’na benzemesi ve mühim parçalarının Antalya Müzesi’nde sergilenmesi durumundan ötürü büyük bir öneme sahiptir. Akropolün düzlüğe çıktığı yerde Turunçova ve Kumluca karayolunun kenarında orijinali Hellenistik döneme ait, İsa’dan Sonra 141 senesinde büyük bir onarım gören tiyatro binası bulunur. Karayolunun güney kısmı; Limyros çayı ile doğal bir şekilde doğu ve batı olarak bölünmüş olarak iki farklı ada halindedir. Limyros’un batısında yer alan Erken Bizans Dönemi suru içinde yer alan alan, doğudakiyle kıyaslandığında daha eski kalıntılar içerir. Surun güney duvarının içinde “Ptolemaion” isimli bir yapı ortaya çıkartılmıştır. Hellenistik Dönem’de yapılmış olan bu anıtla ona ait Antalya Müzesi’nde sergilenmiş olan plastik eserler, Limyra kazılarının son senelerde ele geçmiş mühim buluntuları arasındadır. Bu alandaki başka bir önemli yapıysa İmparator Augustus’un oğlu Gaius Caesar’ın İsa’dan Sonra 4. yılında yapılan anıtsal mezarıdır. Bu anıtın inşa sebebi Caesar’ın Kudüs’ten Roma’ya dönerken Limyra’da ölmesidir. Cenaze veyahut içinde yer alan küllerin olduğu urne Roma’ya götürülmüştür ve onun anısına içerisinde naaşı bulunmayan bir anıtsal mezar yaptırılmıştır. Anıt mimarisinin yanında onu çevreleyen mermer malzemeden oluşturulmuş kabartmalarla ünlenmiştir ki bunların arasında günümüzde Antalya Müzesi’nde görülebilecek yüksek kabartma da özellikle Augustus Dönemi’nin realizmini sahnelemesi için mükemmel bir niteliktedir.

Limyra, Likya Bölgesi’nin en fazla kaya mezarlarına sahip şehirlerindendir. Antik şehirde 400’ü aşan kaya mezarı bulunur ve birçok mezar da Likya dilinde yazılan kitabeleriyle ismen bilinir.

Arykanda Antik Kenti

Arykanda Antik Şehri Antalya’nın Finike ilçesinde günümüzde Arif Köyü’nün içerisinde yer almaktadır. Buranın adı Likya dilinde “Ary-ka-wanda” yani “yüksek bir kayalığı bulunduğu yer” manasına gelmektedir. Şehrin isminin dil bilimi açısından incelendiğinde Anadolu dilini yansıtıyor olması, bölgenin en eski şehirlerden bir tanesi olduğunu göstermektedir. Arykanda’nın yanında son senelerde Patara ve Limyra’da bulunan Geç Kalkolitik Erken Bronz Çağı baltaları genel olarak buranın iskana açıldığını göstermektedir. Fakat 2. Bine tarihlenen taş baltaların dışında buluntulara dayanarak kentin tarihini İsa’dan Önce 5’inci yüzyıldan öncesine götürebilmek zordur. İsa’dan Önce 5’inci yüzyıla ait yerli beylerden Aquwami ve Kuprili’ye ait sikkeler, Pers egemenliği esnasında Arykanda’yı yansıtırken, bunu ise İsa’dan Önce 4’üncü yüzyıla tarihlenen Perikles’e ait sikkeler takip eder. Eldeki bu buluntulara göre Arykanda’nın bir zaman Limyra egemenliğinde kaldığı ve İskender ile beraber el değiştirdiği düşünülmektedir. İskender’in yaşamını yitirmesinin ardından bölgedeki diğer şehirler gibi buranın önce Ptolemaiosların, sonrasında ise Selekuosların eline geçtiği ve Dinar Barışı sonrasında ise Rodos’un kontrolüne girdiği düşünülmektedir.

İsa’dan Önce 2’nci yüzyıla bakıldığı zaman Arykanda’nın Likya Birliğine dahil bir şehir olarak sikke bastığı görülür. İsa’dan Sonra 43 yılında İmparator Klaudius’un Likya Birliği’ni bitirdiği tarihte Likya Bölgesi Pamphylia’yla beraber eyalet haline gelmiş ve Roma’ya bağlanmıştır. İsa’dan Sonra 2’nci yüzyılda Arykanda adının çeşitli kaynaklarca çokça anıldığı bir zamandır. İsa’dan sonra 240 senesinde yaşanan büyük depremin sonrasında nispeten onarılmış olan şehir, Bizans egemenliği esnasında Orykanda veya Akalanda ismiyle anılır. Bizans kaynaklarına ve kalıntılara bakıldığı zaman 11’nci yüzyıla dek var olduğunu bildiğimiz Arykanda’nın bu tarihin ardından yer değiştirmiş ve bugün var olan karayolunun güney kısmına taşınması mümkün görünmektedir. Arykanda şehri, Şahinkaya ismiyle bilinen sarp bir kayanın yüzeyinin dibinden başlamakta ve güneye eğimli bir arazi üstünde yer almaktadır. Şehirde en üst seviyede bulunan yapı, Şahinkaya’nın güneybatısında yer alan gözetleme kulesidir. Kulenin güney kısmında üçgen plan veren akropolün şehrin ilk yerleşim yeri olduğu ifade edilmektedir. Buranın doğusunda yer alan Bouleuterion ve doğusundaki üç dükkanın kuzeyinde İsa’dan Önce 4’üncü yüzyılda inşa edilen Güneş Tanrısı Helios için yapılan bir tapınak yer almaktadır. Şehrin gözetleme kulesinin ardından en üst seviyedeki başka bir yapı ise İsa’dan Önce 1’nci yüzyılda inşası yapılan stadiondur. Tek uzun kenarlarında oturma sıraları bulunmakta ve diğer uzun kenar ise yamaca açılmaktadır. Bir altta bulunan terasta bölgenin ufak ancak en iyi korunmuş olan tiyatrosu bulunur. En altta bulunan terastaysa meclis binası fonksiyonu olan odeon görülmektedir. Şehrin güneydoğusunda yer alan gymnasium, hamamın yanında bulunmaktadır. Şehrin “Doğu Nekropolü” olarak adlandırılan mezar alanı, pek çoğu ayakta kalmış anıt mezarlarıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Birbirlerine temas görevi gören anıt mezarların tamamı İsa’dan Sonra 2’nci yüzyıla ait olup, bunların altında yer alan terasta çatı hizasına dek ayakta kalan hamam, şehrin iyi korunan yapılarından bir tanesidir. Şehrin su ihtiyacı, büyük bir su mühendisliği ve beceri örneği gösteren tesislerinden sağlanır. Aykırıçay’ın çıkmış olduğu yerde sarp kaya yüzeylerinde oyulan dört farklı seviyedeki kanal, şehre su getiren sistemin ana hatlarını oluşturmaktadır.

Antalya'daki Arykanda Antik Kenti'nde 8 Odalı Dubleks Villa Bulundu -  Arkeofili

Myra Antik Kenti

Günümüzde Antalya Demre ve civarında bulunan Myra Antik Kenti, aynı ismi taşıyan ovanın üstünde kurulmuştur. Demre Çayı’nın batısında yer alan ulaşıma elverişli kanalla kentin deniz ile bağlantısı sağlanıyordu. Kanalın başka bir yanındaki Andriake Limanı’ndan da bölgenin deniz ticareti ve ulaşımı yürütülmekteydi. Myra Antik Kenti, özellikle Likya Dönemi’nin kaya mezarları Bizans Dönemi’nin Nikolaos Kilisesi ve Roma Dönemi tiyatrosuyla ünlüdür.

Kaya mezarları, Likçe yazıtlar ve sikkeler, Myra’nın en azından İsa’dan Önce, 5’inci yüzyıl itibarıyla varlığını sürdürdüğünü ifade eder. Strabon’un vermiş olduğu bilgilere göre Likya Birliği’nin büyük altı şehrinden bir tanesi olan Myra, Likçe yazıtlarda Myrrh ismiyle anılır.

İsa’dan Sonra 2’nci yüzyıl Myra’nın büyük bir gelişmeye sahne olduğu bir dönemdir. Bu dönemde şehir Likyalı zenginlerin de verdiği destekle onarılmış ve pek çok yapı inşa edilmiştir. Bizans Dönemi’nde Myra dini yönden olduğu kadar idari olarak da önde gelen şehirler arasında yer almıştır. Günümüze kadar gelen ününü, Noel Baba yani (Aziz Nikolaos)’un İsa’dan Sonra 4’üncü yüzyılda kentin piskoposu olmasına ve ölümünün ardından aziz mertebesine yükselerek kilise yapılmasına borçludur.

Myra Antik Kenti günümüze, döneminde özellikle 7’inci yüzyılın ardından sıkça görülen su baskınları, depremler ve Demre Çayı’nın getirmiş olduğu alüvyonlar ve bunun haricinde siyasi olarak da Arap akınlarından dolayı önemini yitirerek 12’nci yüzyılda köy hüviyetinde olmuştur. Günümüzdeki kalıntılarını, akropolün güney eteğindeki tiyatroyla iki yanındaki kaya mezarları oluşturmaktadır. Yapılmış olan çalışmalarda bugün çok sağlam konumdaki Roma Dönemi surlarının ötesinde, Helenistik, hatta İsa’dan Önce 5’inci yüzyıla dek tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ile çevresinde rastlamak olanaklıdır. Akropolün güney kısmındaki tiyatro, gerek sahne binası gerekse oturma sıraları açısından iyi korunan Roma Dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtmaktadır. Günümüze ulaşan şeklinde sahne binası ikinci katın yarısına dek ayaktadır. Tiyatronun hemen iki yanında ise düz veya kabartmalı kaya mezarları yer alır.

Likyalıların ahşap eve yönelik mimarisinin kaya mezarlarına en iyi şekilde uyarlanan örnekleri burada bulunur. Myra mezarlarının içerisindeki ölü ile yakınlarını temsil eden kabartmalı mezar buradaki en ilginç yapılardan bir tanesidir. Bununla birlikte yine kitabeli ve kabartmalı birçok kaya mezarı, kayalığın güney kısmına bakan yüzünde yan yana veya üst üste sıralanmaktadır. Tiyatronun yakınındaki şehir merkezine ulaşırken yolun sol kısmında yer alan hamam kalıntılarıysa Roma Dönemi’nin tuğla mimarisinin ilginç örneklerinin yansımalarındandır.

Kentin su ihtiyacı, Demre Çayı’nın aktığı vadinin kenarındaki kayada oyulan kanallar yardımıyla getirilmekteydi. Likya Konfederasyonu’nda üç oy hakkı olan 6 şehirden bir tanesi olan Myra’nın “En parlak şehir” unvanı ile anılması nasıl önemli bir şehir olduğunu gösterir. Myra’nın Likya Konfederasyonu’na ait sikkelerinin yanında kendi ismiyle basılan sikkelerinde, kentin ana tanrıçası olan Artemis’in, Anadolu’nun en eski tanrıçası olan Kybele formunda temsil edilmiş olması da büyük bir önem taşımaktadır. İsa’dan Sonra 5’nci yüzyılda Likya eyaletinin başkenti Myra’nın St. Paul ile arkadaşlarının uğramış oldukları şehir olması Hristiyanlık’ta önemli bir yeri vardır.

Andriake Antik Kenti

Andriake, Demre şehir merkezinden nehir boyunca batıya doğru uzanan asfalt bir yolun üstünde 5. Kilometredeki Çayağzı mevkiinde bulunmaktadır. Şehir. Myra’nın limanıyla onun oluşturmuş olduğu yerleşim olarak bilinmektedir. Fakat Milattan Önce 200 senelerinde Kokarçay nehrinin ağzında Andriake adlı bir şehrin bulunduğunu ve Milattan Önce 197 yılında III. Antiokhos’un Antiokheia’dan yola çıkıp, Ptolemaioslar’ın elinde bulunan yerleri alıp filosuyla beraber Andriake’ye geldiği bilinmektedir.

Livius’taysa Andriake’nin adı güney Likya şehirleri arasında yer alır. Part Savaşı’nı planlayarak, Likya ve Asia’ya gelen Traian Myra’da konakladığı zaman Likya’nın güneyinde güzel bir limanın olması gerektiğini söylemiştir. Ancak uygulama ve planlama Hadrianus’a ve onun zamanına aittir. Milattan Sonra 18 yılında Agrippa ve Germanicus’un Myra’ya yaptığı ziyaret Andriake’ye heykel dikilerek onurlandırılır. Milattan Sonra 60 yılındaysa Kudüs’te huzurluk çıkardığından Roma’ya hesap vermek üzerine yola koyulan Aziz Paulos’un gemi değiştirmek için burada mola vermesinden dolayı, Andriake tarihinin renkli sayfaları arasında yer alır. Andariake antik şehrinin kalıntıları büyük bir ölçüde limanın güneyinde bulunan tepenin eteğine yayılmış durumdadır.

Demre cehpesinde karşılaşılan ilk yapı, Anriake’ye tatlı su taşıyan aquadükt’tur. Buranın en önemli kalıntısı sekiz odadan oluşan Hadrian Dönemi’ne ait tahıl ambarı yani Granariumu’dur. Cehpede girişe imkan veren sekiz adet kapı yer alır ve bütün kapılar bir odaya açılır. Ön cephe duvarında kapıların üzerindeki pencereler iç kısmı ışıklandırmak maksadıyla yapılmıştır. Ön cephedeki terasın iki köşesinde depoya ilişkin görevli odaları bulunur. Ortasında yer alan büyük giriş ise kapısının yanındaki Roma imparatoru Hadrian ve eşi Sabina’ya ait büyüklükte iki büst yer almaktadır. Granarium ve limanın arasındaki alandaki liman caddesi caddenin önünde de üstleri yarısına kadar açık olan gemi barınakları bulunur. Şehrin en büyük yapısı olan Plakoma ismi verilen Pazaryeri veya agoradır. Agora’nın güney kısmı hariç, üç yanı dükkanlarla çevrili olup ortasında ise sarnıç yer almaktadır.

Agora’nın önünde bulunan yükseltideyse ev kalıntıları bulunur. Gözetleme kulesi yamacın batı yönündedir. Limanın kuzey bölgesi büyük ölçüde Lkia türündeki lahitlerin yer aldığı, bu arada iki Bizans dönemi kilisesinin kalıntılarına rastlanan bir nekropol alanıdır.

Simena Antik Kenti

Simena günümüzde Kaleköy ismiyle anılsa da tarihte antik Simena, Likya’nın bir kıyı şehri olup Milattan Önce dördüncü yüzyıldan günümüze dek iskan gören stratejik bir nokta olma özelliğindedir. Bu özelliğini en canlı yansıtan kalıntı ise günümüze dek kalan sağlam bir kaledir. Bu kaleden Kekova ile çevresindeki en mükemmel manzaraları seyredebilmek mümkündür. Simena Türkiye’nin yalnızca denizden ulaşılabilen az sayıda yerleşimlerinden bir tanesidir. Çevresindeki kıyılar ve Kekova Adası’yla coğrafi ve kültürel değerlerin korunması maksadıyla oluşturulmuştur. 260 kilometrekare alanı içine alan Kekova Özel Çevre Koruma Alanı’nın içinde bulunan Simena Antik Şehri, birinci derece arkeolojik sit alanı ilan edilerek tescillenmiştir.

Yöreye ismini veren Kekova, hem Simena’nın tam karşısındaki kıyıya en yakın yeri 500 metre olan 7.4 kilometre uzunluğa sahip adanın, hem de Simena, Gökkaya, Akvaryum Koyu, Aperlai İskelesi ve Teimussa’yı da içine alan bölgenin genel ismidir. Adanın Simena’ya bakan kuzey kısmından denizin 4-5 metrelik derinliklerine dek ev kalıntıları, iskele kalıntıları gibi antik dönemlerde daha çok doğal afetler sonucu suyun altına giren uygarlığın izleri vardır. Simena, Kekova Adası’nın karşısındaki yarımada üzerine konumlanmış durumdadır. Kekova’ya karadan ilk giriş yeri olan ve antik dönemde Teimiussa liman şehri olarak bilinen Üçağız, komşu Simena’nın yanında yer alan Akdeniz’in en şiddetli dalgalarına karşı denizcileri koruyan güvenilir bir köşeydi. Üçağız ve Kaleköy’ün arasında özellikle lahitler için taşocağı kullanılmıştır ve küçük adacıkların arasından kıyıya doğru su altında rıhtım ve yol kalıntılarını izlemek mümkündür.

Simena Antik Kenti’nin isminin ilk defa Milattan Sonra 1. Yüzyılda Pilinius tarafından anılmış olmasına karşın Likya yazısıyla yazılan kitabe ile Aperlai’de yer alan gümüş sikkeden de görülebileceği üzere tarihi Milattan Önce 4’üncü yüzyıla dek gitmektedir. Şehir, Aperlai başkanlığında İsinda ve Apollonia’nın da içinde olduğu federasyona üyeydi. Likya birliğinde Aperlai şehri tarafından temsil ediliyordu. Bölge, Roma İmparatorlu’na katılmasının ardından Simena’nın bağımsız bir şehir olarak kaldığı görülmektedir.

Kıyıya doğru yanaşıldığı zaman ilk göze çarpan yapı, kitabesinde “Aperlai halkı ve meclisince birliğin diğer şehirleri tarafından İmparator Titus’a armağan edilmiştir” yazılı ve Milattan Önce 79 senelerinde yapıldığı düşünülen Roma hamam kompleksine ait yapı kalıntılarıdır. Sahilden yer yer antik basamaklar ve dik bir patika yardımıyla kaleye ulaşılırken iki lahit dikkati çeker. Bir tanesi küçük eksedraya, öteki ise İdargus’un oğlu Mentor’a adandığına ilişkin kitabeye sahiptir. Kaleye ulaşıldığı zaman göze ilk çarpan kalıntıysa doğal kayaya oyularak inşası yapılmış 7 tane oturma sırası ve 300 kişi kapasitesi olan Simena’nın önemli kalıntılarından bir tanesi olan tiyatrodur. Kaya mezarlarıyla su sarnıçları, önce tapınak, sonra ise kilise ve en sonunda cami olarak kullanılan dini yapının izleri kalenin diğer kalıntılarındandır. Kıyıda suyun içinde Likya tipindeki lahitler, mendirek ile yapı kalıntıları durgun havalarda rahatlıkla görülebilir. Kalenin kuzeydoğu kısmında ise kaya mezarlar ve lahitlerden oluşan geniş bir toplu mezar alanı vardır. Ev tipindeki mezarların bir tanesindeki Likya dilindeki yazıt dikkatleri üzerine çekmektedir.

Theimiussa Antik Şehri

Theimiussa Antik Şehri, Kaş – Demre karayolunun 20’nci kilometresinin güneyine yönelen yol ile bugün Üçağız Köyü ismiyle anılan Theimiussa Antik Kenti’ne varılır. Kalıntılar köyün evlerinin seyrelmeye başladığı doğu yönündedir. Theimiussa, orada bulunan bir yazıt aracılığıyla öğrenildiğine göre yönetim açısından bir şehir değil daha çok köy yerleşimidir.

Mezar yazıtlarında ise şiddet suçu cezalarının Kynaeai ve Myra’ya yatırılmasının yazmasının bu şehirlere bağlı bir deniz birimi olduğunu gösterir. Antik şehrin ilk kalıntısı kıyıda rektogonal duvarları olan minyatür kaledir. Bu kalenin devamının da olabileceği ve bir surla Bizans Çağı’nda çapının daha büyük olarak kenti çevreleyen şekilde olabileceği düşünülmektedir.

Şehrin Tybersisos ile sınır oluşturduğu yerde yine rektogonal ve bosajlı teknikte duvar örgülü bir akropol, savunulacak son yer olarak ise Tybersissos ile birlikte düşünülmüş olmalıdır. İskeleden doğuya doğru gidildiğinde sahilden daha içeride eve benzeyen kapısı tahrip olmuş bir kaya mezarıyla karşılaşılır. Doğu kısmında yer alan mezarın sağında ayakta duran genç erkek veyahut çocuk figürü görülür. Kapının üstündeki mezar sahibinin Kluwanimi olduğunu belirten Lykia dilinde bir yazıt da yer alır. Mezar binasının doğu kısmında iki yanında kesme taş duvarlar ile örülmüş kanalın bölgesinde birçok Roma ve Geç Helenistik Döneme ilişkin lahitlerin sıralandığı görülür. Bu kanalın bitimi yani kuzey kısmının ne maksatla kullanıldığı net olarak belli olmayan bir Erken Bizans Dönemi yapısıyla sonlanmaktadır.

Dolichiste Antik Kenti (Kekova)

Kekova ya da diğer adıyla Dolichiste Antik Kenti, Antalya şehrinin Demre ilçesinin yakınlarında Üçağız ve Kaleköy açıklarında yer alan kayalık küçük bir adadır. Tarihi kaynaklarda çoğunlukla “Kakava” adıyla buradan bahsedilmektedir. 4.5 km karelik yüzölçümü bulunmakla beraber kimse bu adada yaşamamaktadır. Adanın üzerinde kafeler ve pansiyonlar yer alır ve buraya tekneler yardımıyla ulaşım sağlanır. Adanın üstünde batık şehiri oluşturan Dolichiste Antik Şehri yer almaktadır.

Burası adını ilk kez 19. Yüzyılın başında Cramer tarafından duyurmuştur. Çoğu defa kaynaklarda Kakava olarak geçmiştir. 2. Yüzyılda Akdeniz’in batısında yaşanmış olan güçlü depremlerin neticesinde suların altında kalan Likya’nın ticaret merkezi olan Kekova limanı, son dönemlerde ülkemizin önemli turizm beldelerinden birisi oldu. Bölgede denizin çerisinde Likya tipindeki lahitler yer alır. Dalış yapmak ve yüzmenin burada yasak olduğunu ifade etmek gerek. İzinli yapılan dalışlar neticesinde ise burada suyun altında kalan tarihi yapıların büyük bir kısmının akıntılardan dolayı deniz kumunun altına gittiği görüldü. Kekova adasının kıyısında yaklaşık olarak 20 metre derinlik ve 30 metre açıklıkta gerçekleştirilmiş olan incelemelerdeyse yüzlerce amforanın, define avcıları tarafından kırıldığı dikkatlerden kaçmadı. Antalya Demre’deki Kekova, Akdeniz’in en temiz sahillerinden olması ve tarihi yapısıyla her sene yüz binlerce yabancı ve yerli turistin ilgisini çekiyor. Tarih ile doğanın bütünleştiği yer olan Kekova muhteşem güzellikleri de bünyesinde barındırıyor.

Kekova Adası’nın karşısında Kaleköy ile biraz ileride yatlar için oldukça sakin bir koy olan Üçağız Köyü yer alır. Kekova Adası bölgeye ismini veren Kale Köyü’nün önünde uzanan ve çok büyük bir adadır. Ucunda bulunan Tersane Koyu’na tekneler yerleşebilir. Burada Bizans Devri’nden kalma kilisenin apsisiyle karşılaşılır. Kazı yapılmadığından tarihi bilinmeyen adanın her yeri kalıntılarla doludur. Tersane Koyu’na göre sağda denize batan dükkanlarla solda batık şehrin su içindeki kalıntılarını görmek mümkündür. Kıyıyı izlediğinizde evlerin yarısına kadar suların altında kaldığını görmek de mümkündür.

Patara Antik Kenti

Patara Antik Şehri, Fethiye ile Kalkan arasında Xanthos Vadisi’nin güneybatı kısmında günümüzdeki Gelemiş Köyü sınırları içerisinde yer alır ve Likya’nın en eski ve önemli şehirlerinden bir tanesidir.

1988 senesinden bu zamana dek kazıların devam ettiği Patara Antik Kenti, tarihsel ve arkeolojik değerlerinin yanı sıra Akdeniz kaplumbağaları olarak bilinen Caretta-Carettaların milyonlarca senedir yumurtalarını bırakarak yavruladıkları ender sahillerden olması sebebiyle de ayrı bir önemi bulunmaktadır.

Patara Antik Kenti’nin tarihinden söz etmek gerekirse, Milattan Önce 13’üncü yüzyıla ait Hitit metinlerinde kentin ismi Patar olarak geçer. Tepecik Akropolü’nde ele geçirilmiş olan seramik parçaları Orta Tunç Çağı’nın özelliklerini taşırken, Tepecik’in doğu yamacının eteklerinde bulunan, Demir Çağı’nın öncesinden kalan taş balta ise Patara’nın tarihin ne kadar eskiye gittiğini aktarır. Xanthos Vadisi’nde denize açılabilecek tek yer olmasından dolayı tarih boyunca önemli bir şehir olma özelliğini her dönemde devam ettiren Patara’nın sikke ve yazıtlarda Likya dilindeki ismi ise Patara olarak geçmektedir.

Patara, Milattan Önce 3’üncü yüzyılda Ptolemaios egemenliğine girmesinin ardından Likya’nın önder şehri konumuna gelir. Milattan Önce 2’inci yüzyılın başlarında Likya’nın Seleukos Krallığı’nca kontrol edilmeye başlamasının ardından Patara, Likya’nın başkenti gibi kabul görür. Yaşanan bu olay Patara’nın Roma’ya karşı özerkliğini ve Rhodos’a karşı bağımsızlığını elde ettiği Milattan Önce 167 yıllarında resmileşerek Patara Likya Birliği’nin başkenti olur. Helenistik Dönem’de başkentte inşa edilen tiyatro ve meclis binası gibi yapılar ise tarihsel süreçle beraber paralellik gösterir. Roma egemenliğine geçmesinin ardından da önemi artan Patara, Roma Valiliklerinin adli işlerini gerçekleştirdiği bir merkez olmasının yanında Roma’nın doğu eyaletleriyle bağlantısını kurduğu deniz üssü olarak da önemini korumuştur. Milattan Sonra 43 yılında Likya, Roma eyaleti olurken Milattan Sonra 74 yılında ise Pamphlia ve Likya birleştirilerek tek eyalet haline getirilerek Patara’nın başkentliği sürer.

Apollon’un mühim bir kehanet merkezi olarak ün salan Patara aynı zamanda Roma’ya Anadolu’dan gönderilen tahılların da depolandığı bir liman konumundadır. Bizans zamanında da önemini sürdüren şehir Hristiyanlar için önemli bir merkez olmuştur. “Noel Baba” ismiyle anılan Saint Nicholaos da Pataralı’dır. Bununla beraber St. Paul Roma’ya gitmek maksadıyla gemisine Patara’dan binmiştir. İmparator Konstantin’in başkanlık yaptığı Milattan Sonra 325 senesindeki İznik Konsülü’nde Lykia’nın tek imza yetkilisi olan Piskopos Eudemos’un Patara Piskoposu olması, şehrin bu devirde de gözde olmasının nedenidir. Ortaçağ süresince önemini sürdüren Patara, Türklerin de gelmesinin ardından önemli bir merkez olarak günümüze dek gelmiştir.

Kentin günümüzdeki kalıntılarına girişi ise çok iyi derecede korunan ve görkemli Roma Zafer Takı’ndan yapılır. Milattan Sonra 100’lü senelerde bölgenin valisinin ismine inşa edilmiş olduğu kitabelerde görülmektedir. Tak’ın batısında bulunan tepe yamaçlarında Likya tarzındaki lahitlerin bulunduğu bir mezarlık alan yer alır. Şehrin en güneyinde ise Kurşunlu Tepe’ye yaslanan tiyatronun depremin ardından Milattan Sonra 147 senesinde tekrar inşa edildiği yazıtlardan görülmektedir.

Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe kentin genel görünümünün seyredildiği en güzel köşelerdendir. Kurşunlutepe’den antik kentin diğer kalıntıları olan Korinth Tapınağı, Vespasian Hamamı, liman, ana cadde ve tahıl ambarı kolaylıkla görülebilir. Tepenin kuzeybatısında yer alan bataklığın arkasında yer alan granarium, Patara’nın günümüzde kalan anıtsal yapılarından bir tanesi olup, dönemin imparatoru Hadrian ile eşi Sabina tarafından Milattan Sonra 2. Yüzyılda inşa edilmiştir. Tiyatronun kuzey kısmında Likya Birliği’nin başkenti olan Patara’nın toplantılara ev sahipliği yaptığı Parlamento Binası bulunur. Kentin suyu yaklaşık olarak 20 km kuzeyinde yer alan İslamlar Köyü’nün yakınlarından getirilmiştir.

Ksanthos Antik Kenti

Ksantos ya da orijinal adıyla Xanthos Antik Şehri, Fethiye – Kaş karayolu üstünde Fethiye’ye 46 kilometre uzaklıkta yer alan Kınık Beldesi’nde bulunmaktadır. Xanthos Nehri yani Eşen Çayı’nın kenarında yer alan ovaya hakim iki tepe üstüne kurulmuştur. İlki Eşen Çayı’nın kenarından sarp bir kayalık şeklinde yükselen surlarla çevrili Likya Akropolü, ikincisiyse kuzeyde daha da geniş ve yüksekteki Roma Akropolü’dür. Likya birliği’nin idare merkezi olan Xanthos’un adı Likya dilindeki kitabelerde Arnna şeklinde geçer. Homeros tarafından Sarpedon yönetimindeki Xathosluların Troya savaşlarına katıldıklarını anlatır. Fakat kazılardan elde edilmiş olan buluntular kentin iskanını İsa’dan Önce 8’inci yüzyıldan öncesine götürmeye olanak sağlamamaktadır.

Kent, İsa’dan Önce, 545 senesinde Pers Kumandanı olan Harpagos tarafından kuşatma altına alınmıştır. Xanthoslular, kahraman bir şekilde mücadele verip direnmelerine karşın çaresiz duruma d üştüklerinde kadınlarla çocukları öldürerek şehri ateşe verip insansız harap şehri Harpagos’a bırakmışlardır. İsa’dan Önce 475 – 450 seneleri arasında Xanthos bu defa yangın felaketiyle karşı karşıya gelir. İsa’dan önce 334 senesinde Büyük İskender’in aldığı şehir, İskender’in yaşamını yitirmesinin sonrasında İsa’dan Önce 309 itibarıyla Mısır Hanedanı Ptolemaios’ların, sonrasında ise birçok Likya kenti gibi Suriye Kralı olan 3. Antiokhos’un egemenliğini kabul etmek durumunda kalmıştır. İsa’dan Önce 2. Yüzyılda Likya Birliği’nin başkenti konumunda olan şehir, İsa’dan Önce 42 senesinde bu defa Romalı Brutus tarafından yerle bir edilmiş ancak sonrasında İmparator, Marcus Antonius’un çabalarıyla tekrar imar görmüştür. İsa’dan Sonra 1. Yüzyılda Roma egemenliği altına giren Xanthos’ta İmparator Vespasianus ismine bir tak yaptırılmıştır ve günümüze kalan yapıların birçoğu bu dönemde inşa edilmiştir. Bizans egemenliği esnasında bir piskoposluk merkezi olan Xanthos, bu zamanda pek çok yapıya kavuşmuştur. 7’nci yüzyılın ardından Arap akınları kentin önemini yitirmesine neden olmuş ve 1938’de Charles Fellows burayı keşfederek kimi kalıntıların Londra’ya taşınmasına kadar ufak bir köy kimliği ile yanı başına yer alan Kınık’ta hayatına devam etmiştir.

Xanthos’un iki akropolü de değişik örgü sistemlerinin görüldüğü sur duvarlarıyla yapılıdır. Likya akropolünün kuzey kısmında Roma Devri Tiyatrosu bulunur. Xanthos’un en ilginç kalıntıları tiyatronun batısında konumlandırılmıştır. Bunlardan bir tanesinde yüksek dikdörtgen yekpare kaide üstündeki ölü ailesiyle yanındaki kadın gövdeli, kuşkanatlı yaratıklar olan ve hayatını kaybedenlerin ruhlarını gökyüzüne çıkarttıkları düşünülen “Harpy” kabartmaları vardır. Günümüzde orijinal kabartmalar British Museum’da sergilenmektedir ve tarihi ise İsa’dan Önce 5’nci yüzyıla dayanmaktadır. Bu anıt mezarının yanı başında 4’üncü yüzyıla ait bir başka kaideli Likya lahdi de bulunmaktadır. Tiyatronun bitişinde yer alan kare şeklindeki geniş alansa üç tarafı dükkanlarla çevrili olan Roma Dönemi Agorası’dır. Agora’nın kuzeydoğusunda Harpy Anıtı’na çok benzeyen, yekpare dikdörtgen gövdesinde Grekçe ve Likya yazılan kitabe bulunan İsa’dan Önce 5’inci yüzyıla ait bir anıt mezar yükselmektedir. Anıtın gövdesinde yer alan kitabe günümüze dek bulunan Likya dilindeki en uzun kitabe olup, Kherei ismindeki Xanthos’lu prensin serüevenlerini anlatır. Roma Akropolü’nde pek çok kaya mezarıyla kaideli mezarı bitişik olarak görebilmek mümkündür. Bu alanın güney eteklerindeki Merehi lahitleri, Pa vaya ve Aslanlı Mezar dışındakilerin tamamı British Museum’da sergilenmektedir. Günümüzde kalıntılarına çıkan rampanın sağ kenarında yalnızca temelle kalan İsa’dan Önce 4. Yüzyıla ilişki tapınak planlı Nereid Anıtı da British Museum’da günümüzde sergilenen Xanthos’un ünlü anıtlarından bir tanesidir. Xanthos Örenyeri, Likya’nın kazılarda elde edilen buluntularının önemi ve özgünlüğünden dolayı UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştır.

Letoon Antik Kenti

Letoon Antik Kenti, Antalya Seydikemer’in Kumluova Mahallesi’nde yer alan ve Milattan Önce 7. Yüzyılda kurulduğu düşünülen antik kenttir. Letoon Antik dönemde Likya’nın dini merkezi konumundaydı. Bu kutsal alanda yer alan Leto, Apollon ve Artemis tapınakları tarihi açıdan oldukça büyük bir öneme sahiptir.

Apollo ve Artemis’in annesi Leto’ya adanan en büyük tapınak, batıda yer alan ve Peripteros tarzında yapılan Leto Tapınağı’dır. Bu tapınak çevresinde Milattan Önce 4. Yüzyıla ait olduğu düşünülen ve Likçe, Aramice ve Grekçe yazılan kitabe bulunmuştur ve halihazırda Fethiye Müzesinde sergilenmektedir. Doğudaki Dor tarzında yapılan Apollo Tapınağı, Leto Tapınağı’ndan daha az korunmuş vaziyettedir. İki tapınağın ortasında yer alan Artemis Tapınağı en ufak olanıdır. Üç tapınağın güneybatısındaki su kaynağı, doğsunuda ise bir kilise yer alır. Letoon antik şehrinin içinde arka kısmını tepenin yamacına dayamış büyük bir antik tiyatro yer alır.

Antik kent 1988 yılında UNESCO Dünya Mirası’na dahil edilmiştir ve burası ünlü Likya yürüyüş yolu rotasında yer alır. Fethiye, Kaş, Kalkan, Patara gibi çevre turizm merkezlerinden yüzlerce turist her gün bu alanı keşif için gelmektedir.

Kyaneai Antik Kenti

Kyaneai, Antalya Kaş ilçesinin 30 kilometre doğusunda, Demre’ye 20 kilometre uzaklıkta yer alan Yavu köyünün yer aldığı bölgede kayalıkların üzerine kurulan antik bir Lidya şehridir.

Kyaneai, Hellen dilinde “koyu mavi” manasında kullanılan bir sözcüktür. Antik kaynaklarda bu isim, kehanet yönünden önemli bir kaynağın orada olmasından ötürü verilmiştir.

Kyaneai’nin kimler tarafından ve ne zaman kurulduğuna ilişkin günümüzde yeterli bilgi olmasa da tarihçiler bu kentin geçmişinin kitabelerden ve Stellerden öğrenilebileceğini ifade ediyor. Şehrin geçmişi Milattan Önce 4. Yüzyıla dek gitmektedir. Sürekli olarak yerleşim gören bu şehir Lykia’nın en zengin şehirlerinden bir atnesi olup Eyalet Birliği olan Koinion da dahil olmak üzere 34 yerleşim yerinden bir tanesiydi. Kitabelerden elde edilen bilgilere göre bu kentin zenginleri civarda bulunan şehirlere bile maddi yardım götürüyorlarmış.

Kyaneai şehri, güney tarafından oldukça sarp kayaları olan platformun üstüne kuruludur. Şehri üç taraftan kuşatan surlar toplamda 450 metre uzunluğa sahip olup, ana giriş kapısı ise batı yönündedir. Güney yönü uçurum olduğundan bu bölgede herhangi bir sur bulunmamaktadır. Surların büyük bir kısmı Bizans döneminden kalmıştır fakat Roma döneminden izlerle de karşılaşmak mümkündür. Özellikle Roma dönemindeki surların dış kısımları dikdörtgene yakın taşlardan oluşup dış yüzleri biraz şişkince bırakılmıştır. Bu surlarda ayrıca antik çağ yapılarının taşları fazlaca kullanılmıştır. Bizanslıların da kullanmış olduğunun açıkça anlaşıldığı bu surların üç tarafından da içeriye girişin olduğunu kalıntılardan görmek mümkündür.

Akropolün batı kısımlarında alçak bir tepede yer alan çift diazomalı ve 25 adet oturma sıralı tiyatrosu Milattan Sonra II. Yüzyıla ait olup roma eseridir. Üst yanları yıkılmış ve orta kısmıysa oldukça sağlam durumdadır.

Roma döneminin hakimiyetine girmesiyle şehirde tiyatro ve akropol arasında birçok lahitle karşılaşılmıştır. Bunların kimileri sade, kimileri ise kabartmalı olup hemen hepsi Roma dönemine tarihlenmektedir. Fakat şehrin güneyinde bulunan nekropol çok daha fazla eski tarihli mezarları da içine almaktadır. Anıtsal mezarların yanında kayalara işlenmiş olanları da yer alır. Bunlar eskiden antik yolun bir parçası olan geçidin iki kısmındadır. Kaya yer-yer seviyelendirilmiş ve merdiven konumuna getirilmiştir. Kayalığın güney kısmında enteresan bir mezar yer alır. Burada dik kayalık lahit şeklinde biçimlendirilmiş olup kapağı da Gotik kavislidir. Mu mezarlarının birçoğunun üstünde Lykçe yazılar yer alır. Tepenin sarp güney kısmında Milattan Önce 3. Yüzyıla ait İon düzeninde tapınak tipindeki mezar oldukça dikkat çekmektedir.

Akropolün batı kapısının yanındaysa geçmişi Milattan Önce 4. Yüzyıla uzanan fakat kime ait olduğu net olarak bilinmeyen bir Heroon’un olduğu da dikkatleri çekmektedir.

Kyaneai’nin yapılarının arasında hamam, kütüphane, su sarnıçlarının izleri belirlenmesine karşın bunlardan çevredeki dağınık mimari parçalardan günümüze ulaşan bir şey kalmamıştır. Bizans zamanında akropolün içinde 6 adet kilise yaptırılmıştır ve bunların da depremde yıkılmış olmaları olasılıklar dahilindedir.

Anthiphellos Antik Kenti

Lykia dilindeki Habesa veya Habesos ismiyle anılan Antiphellos, Likya’nın eski yerleşim yerlerinden bir tanesidir. Asıl ismi olan Antiphellos’u daha sonra alan şehrin kelime anlamı “kayalıkların karşısında olan yer” ve “Phellos’un karşısındaki” manasına gelir. Likya Birliği’ne üye şehirlerden bir tanesi olup kuzeyinde Phellos Kenti’nin limanı olduğu ve İsa’dan Önce 6’ncı yüzyıldan bu güne dek geldiği bilinir. Hellenistik Dönem’de buradaki ticari gelişmeler önem kazanmıştır ve Antiphellos, ana kentlerden bir tanesi olan Phellos’un gerilemesine karşılık daha da çabuk gelişir ve Roma Dönemi’nde çok önemli bir liman şehri olur.

Antiphellos Milattan Önce 2’nci yüzyıl ortasından itibaren, Lykia Birliği’ndeki tek oy ile kısıtlanmış olsa dahi ticari bir şehir olarak hem kendi bastırmış olduğu hem de birlik adına çıkartılan sikkelerle bilinmektedir. Kaş’ın içerisinde olan antik şehirlere ait kalıntılar, ilçede ve doğu – batı hattında giden yarımada boyunca devam etmektedir. Dikdörtgen taş işçiliğini yansıtan Hellenistik sur kalıntılarıysa yarımadanın başladığı yerde ve Meis Adası’na bakan kısımda görülmektedir. Surların limanı gördüğü yerde günümüzde camiye dönüştürülen kilise yer alır.

Antiphellos Antik Kenti’nde tapınağa göre çok daha iyi korunan yapı tiyatrodur. Akropolis tepesinin güneyinde yer alan tiyatro yamaca yaslanmış vaziyette olup yirmi altı oturma sırası ile denize bakar. Oturma kısımları dört adet dikey merdivenle üç kısma ayrılmıştır ve burada diazoma bulunmaz. Helenistik Çağ yapıtı olduğu düşünülen tiyatro, sabit bir taş skene binasına sahip değildir. Tiyatronun kuzeyin ana kayaya oyularak yapılan 24 adet kadın kabartmasının yer aldığı kaya mezar odası bulunur. Buradaki kadın figürlerinden yapılar İsa’dan Önce 4’üncü yüzyıla tarihlenir. Çarşı içinde Kaş’ın sembolü haline gelen ve oldukça iyi korunan hyposorionlu aslan başı şeklindeki taşıma çıkıntılarıyla Likya dilindeki kitabesiyle Milattan Önce 4’üncü yüzyıla tarihlenen gotik alınlıklı bir mezar yer alır. Bugünkü Kaş’ı kuzeydoğusundan sınırlayan bu tepenin üstünde birçok Gotik tarzıl veyahut Likya Yazıtlı kaya mezarı bulunur. Bunların arasında ise en dikkat çekici olanı ikinci katı Gotik kemer biçiminde yapılan üstünde Likya yazıt olan mezardır. Yüzyılların ardından bu mezar Claudia Recepta isimli bir kadın tarafından yeniden kullanıldığında Latince bir kitabe dahil edilmiştir. Bunlardan bir başka limanın çevresinde su içinde ve kıyıya yakın daha geç devirlerde yapılan Likya tipindeki lahitler günümüze gelen diğer önemli anıtlardandır.

Syedra Antik Şehri

Alanya – Gazipaşa karayolunun yaklaşık olarak 20’nci kilometresinde günümüzde Seki Köyü’nün sınırları arasında yer alan Syedra, Klikya Bölgesi’nin batı sınırı olarak önemi koruyan şehrin antik dönemdeki adıdır. Burası ilk defa Roma İmparatoru Tiberius döneminde şehrin kendi ismine bastığı sikkelerde karşımıza çıkar. Etrafı surlar ile korunan şehri iki büyük cadde enine kesmekte ve bunlara dik inen merdivenli sokaklar da şehrin planını oluşturmaktadır. Syedra antik şehrine batıda halihazırda ayakta olan anıtsal kapı aracılığıyla girilmektedir. Su ihtiyacıysa güneyinde doğal kaynaktan beslenen Sarnıç Mağarası ve birçok küçük sarnıç ile karşılanmaktadır. Duvarları Erken Hıristiyanlık zamanında yapılan fresklerle süslü mağara dinsel maksatla kullanılmış olup vaftiz mağarası olarak da bilinir.

Şehrin doğusunda oldukça görkemli yapı kalıntısı hamam ile karşılaşılır. Zemininde bölge bölge mozaik kalıntılarına rastlamak mümkündür. Hamamın batı kısmında şehrin sütunlu caddesi doğu-batı hattında uzanmakta, caddenin kuzeyinde yer alan duvardaysa nişler yer almaktadır. Şehrin önemi yarış ve oyunlara ilişkin bilgiler içeren pek çok yazıtın kalıntılar içinde bulunmasıdır. Şehrin önemli yerlerinde duran yazıtlı heykel kaideleri, atletizm, güreş gibi yarışları düzenleyenlerle maddi destek verenlere ilişkin bilgi verir. Bunun dışında Syedra’da dükkan, ev, kilise, bazilika, tapınak ve tiyatro gibi binalara ilişkin de kalıntılar yer alır. Kazılar neticesinde şehir tarihinin İsa’dan önce 7’nci yüzyıldan İsa’dan Sonra 13’üncü yüzyıla dek uzandığı tespit edilmiştir.

Selinus Antik Kenti

Antik Selinus Şehri, Antalya Gazipaşa ilçesi sınırlarında yat limanıyla Hacı Musa Çayı’nın güneybatısındaki denize uzanan bir tepenin üstünde ve yamacında bulunur. Şehrin akrapolü tepeye kurulmuştur. Şehir, Roma, Helenistik ve Bizans Dönemlerinde yerleşim almıştır. Selinus Dağlık Klikya’nın en önemli bölgesidir. Roma İmparatorları’ndan olan Trijan’ın bu şehirde ölmesi sebebiyle kent bu ismi almıştır. Roma yerleşiminin yoğun olduğu bu şehirde Agora, Orta Çağ Kalesi, Şekerhane Köşkü, Büyük ve Küçük Hamam gibi yapılar günümüze dek ulaşmıştır. Akrapol’ün içindeki sarnıç ve kilise günümüze dek ulaşan dikkat çeken yapılardandır. Selinus şehrinin diğer yapıları yamaçta ve sahilde bulunur. Bu yapıların arasında agoralar, hamamlar, su kemeri, Selçuklu Köşkü ve Nekrapol alanı yer alır. Nekropoldeki anıtsal mezar dikkat çekmektedir. Alanya Arkeoloji Müzesi’ndeki ostoteklerin büyük bir çoğunluğu Selinus Nekropolü’nden getirilmişti, bu da Selinus’ta bir atölyenin varlığını düşündürmektedir.

İotape Antik Şehri

Antalya – Gazipaşa karayolunun 33’ncü kilometresinde bulunan antik şehir ismini Kommagene Kralı 4. Antiochos’un eşi Iotape’den almaktadır. Kent kendi adına sikke basmıştır. Günümüzde ulaşılan kalıntılar Bizans ve Roma Dönemi özelliklerini taşır. Denize doğru uzanan yüksek burun, şehrin akropolü konumundadır.

Bu bölüm surlarla çevrili olduğu için kale görünümündedir. Yapılar büyük oranda tahrip olmuştur. Kalenin karaya bağlandığı küçük vadide bir liman caddesi yer almaktadır. Liman caddesinin büyük bir kısmı günümüzde buradan geçmektedir ve karayolunun da ismini almıştır. Antik caddenin iki köşesinde üç basamaktan oluşan krepisin yer aldığı ve bunların arasında heykellerin durduğu kaidelerden anlaşılmaktadır. Heykellere ait yazıtlı kaideler ise şehrin hayırsever ve başarı vatandaşlarına dair bilgiler içerir.

Akropolün doğusundaki koyda, dikdörtgen bir şekildeki bazilika ile içinde yazılı fresk sebebiyle Hagios Georgios Stratelates’e atfedilen tek nefli küçük bir kilise görülür. Bu alanda bir hamam kalıntısı da var olup, plan bakımından hamam bölgenin diğer hamamlarıyla benzerlikler taşır.

Hamama ve şehre ait altyapı sistemi halihazırda görülebilmektedir. Antik şehrin deniz yönünde kalan kalıntıların arasında yakınında yer alan yazıttan dolayı Trajan’a adanan bir de tapınak yer alır. Günümüzde tapınak yalnızca Stylobat düzeyinde kalmıştır. Modern yolun kuzeyindeki kalıntılar ise daha çok toplu mezar alanından, evlerden ve bir kısmı görülen surlardan oluşur. Toplu mezarlarda anıt mezarların yanında daha basit olan mezar yapıları da bulunmaktadır ki aslında bu da o yörenin ölü gömme adetiyle mezar mimarisini iyi bir şekilde yansıtmaktadır.

Ad Cragum Antik Kenti

Ad Cragum Antik Kenti, Antalya Gazipaşa ilçesinin yakınlarında ve Alanya’nın 60 kilometre doğusunda yer alır. Antik dönemde Dağlık Klikya olarak bilinen bölgede ve Akdeniz’in de kıyısındadır. Kent ismini Milattan Sonra 1. Yüzyılda yaşayan Kommagene Kralı 4. Antiochus’dan alır.

Şehrin kalıntıları 3 adet yükseltinin üstünde bulunur. İlk bölümde agora, sütunlu cadde, kilise kalıntıları, zafer takı ve hamam görülebilir. İkinci bölümdeyse Kilikya bölgesine özgü mezar yapılarının yer aldığı toplu mezar alanı görülür. Üçüncü bölüm ise denize uzanan sarp kayaların üstündeki Orta Çağ kale kalıntılarından oluşur. Şehrin kuzeyinde mimari elemanları görülebilen tapınak kalıntısı da yer alır. Şehir merkezinde Triconchos ismi verilen dini bir işlevi olduğu düşünülen yapı da yer almaktadır.

Burada yapılan kazı çalışmaları ilk kez 2015 yılında gerçekleştirilmiştir. Kazı çalışmalarında mitolojik medusa figürü tespit edilmiştir ve bulunan heykel Milattan Sonra 2. Yüzyıl veya 3. Yüzyılın başına tarihlenmiştir. Yüzü iyi durumda olan Medusa’nın saçındaki yılanlar halihazırda görülebilmektedir.

Yorumlar (0)