Mustafa Kemal'i cümleleriyle anmak

Takvimler 1918'i gösterirken genç bir Osmanlı generali yorgun savaş günlerinin ağırlığı omuzlarında, büyük çığlıklarla ve çatırdayarak yıkılan bir imparatorluğun ardında bıraktığı milletin hüznünü duyarak yüreğinde, sağlığının el vermemesinden ötürü tedavi olmak için Prag'a 1,5 saat uzaklıkta yer alan Karlsbad'a gider.

ÖZEL HABER 10.11.2019, 08:00 10.11.2019, 12:44
Mustafa Kemal'i cümleleriyle anmak

“Karlsbad’da geçen günlerimin hatıratını tamamen ve olduğu gibi bu defterlere tevdi edemedim. Bunun iki sebebi var, birincisi lüzumu kadar yazı yazmak için vakte mâlik olamadım; ikincisi her düşündüğümü, her yaptığımı yani bütün esrar-ı fikrîye ve hayatîyetimi bu defterlere nasıl emniyet edebilirdim. Hattâ bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimâl pek yakın bir günde mahvetmiyecekmiyim. Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, mazbut bir hatıra ve mecmuam yoktur…”

 “…Bu iki günün suret-i güzerânını yazmayacağım. Birçok hatıratım gibi bunların da nisyâna karışmasında beis var. Yalnız şu kadar diyelim ki, insanlar hakikati daima gizlerler.”

27 Temmuz 1918 tarihli bu cümlelerin yazarı, nisyana(unutma/unutuş) karışmakta her insan kadar beis(sakınca) gören bir insandı. Bugün Çekya sınırları dahilindeki Bohemya diye tabir edilen bölgede kağıt helva ve porselenleriyle ama en çok da kaplıcalarıyla ünlü Karlsbad’a gitme sebebiyse sol böbreğindeki bir iltihaplanmaydı. Bir diğer adı Karlovy Vary, “Kral Banyosu” olan kaplıcalar şehri, Sigmund Freud, Karl Marx, Adolf Hitler ve Franz Kafka gibi son yüzyılımızı epey sarsmış pek çok ismi ağırlamıştı.

Yabancı bir memleketten Karlsbad’a gittiği bu ilk günlerde doktoru hastamıza ekmek yapılması için “tabiî beraberinizde un getirdiniz?” demişti. Çünkü 1918’de Karlsbad’da hükümet sadece vatandaşı olan hastaların beslenmesinden sorumluydu, yabancıların değil. Bunu duyunca o da “Öyle ise doktor, benim burada kalmama imkan yoktur. Hemen yarın memleketime döneyim. Bizim memlekette yabancılar yerlilerden daha çok yiyip içerler. Ben de bizim hükümetin yabancıya ekmek vermesine engel olayım” diyecekti.
 
Günleri Andre Beaumier’in “Ayaklanma” ve Karl Marx’ın Das Kapital’inin eleştirisi gibi kitapların da dahil olduğu  ve hayatı boyunca devam ettirdiği bir okuma rutini,  Fransızca ve Almanca dersleri, tedavisi ve ara sıra yaptığı gezintilerle geçen bu isim; 30 Haziran 1918’de tedavi için buraya gelmeden bir ay kadar evvel Osmanlı Şehzadesi Vahdeddin ile Almanya’da gerçekleştirdiği cephe ziyaretlerinin ardından İstanbul’da fenalaşacak olan Mustafa Kemal’di.



Mustafa Kemal’in Karlsbad’daki günleri orada kalmamasına rağmen daha ziyade Hotel İmperial’de geçiyordu. Kendi kaldığı Rudolfs Hof’tan çıkıp nehir kenarında yürürken keşfettiği bu oteli çok seven Mustafa Kemal orada kaldığı süre boyunca kendisine bir masa tahsis edilmesini rica eder. Ertesi gün oraya gittiği akşama dair yazdıkları Mustafa Kemal’in karakterine dair insanî tarafları da olanca çıplaklığıyla gözler önüne seren cümlelerdir. Bu cümleler kendi kaleminden şöyle dökülüyordu: “Otelin üç salonu da açıldığı halde garsonlar şurdan burdan buldukları masaları, sandalyeleri getirerek otelin misafirleri için hazırlıyorlardı. Ben, bu dar vaziyette tek başıma dört koltuğu atıl bırakıyordum. Otel misafiri olmadığım halde buna hakkım var mıydı? Biri gelip bana – efendi, sizin burada oturmaya hakkınız yoktur. Oturmak hakkını haiz olanlar ayakta kalıyorlar… dese ne cevap verebilirdim! …Hemen kalkıp gitmek ve bir daha bu otele gelmemek hatırıma geldi. Fakat Madam Cemal Paşa ve rüfekası ve Emin Bey’le hiç olmazsa vedalaşmak istiyordum. Bir de yarın akşam için de bir masa emretmiştim. Hatta doktor Vermer’i davet etmiştim. Hülasa bir sıkıntı, bir üzüntü, bir garabet bütün benliğimi istila etmişti. Bir noktayı halletsem sanki müsterih olacaktım.“
 
 

Bugün vefatının 81.yıl dönümünde andığımız Mustafa Kemal’e ait yukarıda geçen anılar ve cümleler Afet İnan tarafından yayınlanmış olan Atatürk’ün 30 Haziran 1918’den 28 Temmuz 1918 tarihine kadar tedavi amaçlı gittiği Karlsbad şehrinde tuttuğu günlüklerden alıntılanıyor.



Günlükleri özellikle önemli kılan detay rastladığı zaman olarak da karşımıza çıkıyor. Birkaç ay sonra imzalanacak Mondros Mütakeresi’nin müsebbibi şartlar olgunlaşırken, vefat eden V.Mehmet Reşat yerine Osmanlı tahtına 1 ay evvel yan yana gezide olduğu Sultan Vahdettin çıkıyordu. Osmanlı’nın Batı’yla evvela fikir dünyasında başlayan, sosyal ve kültürel sonuçları da artık kuvvetle sezilen somut çarpışması gerçekleşiyor, çöküşün ardından gelecek askeri, siyasî ve toplumsal belirsizlik ateşten bir gömlek gibi herkesin sırtını yakıyordu.  

İşte tam bu dönemlerde tuttuğu günlüklerde onun gelecek tasavvuruna, zamanın koşullarına ve olaylara ilişkin keskin bir bakış açısıyla yaptığı gözlem ve yorumlara ulaşılabiliyor. İlk olarak günlüğünden kadın ve erkeğin toplumsal konumu üstüne fikirleriyle ilgili cümlelere değinecek olursak: ““Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım... Açılsınlar onların dimağlarını ciddi ulum ve Fünun ile tezyin edelim. İffeti, fenni sıhhi surette izah edelim. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede ehemmiyet verelim” diyordu. Ancak konunun toplumsal boyutundan ziyade onun bir insan olarak kadın-erkek ilişkileriyle ilgili görüşlerine ve evlilik kurumuna yönelik tutumuna baktığımızda da hayatlarını hem düşünce düzeyinde hem iktisadî ve sosyal olarak birleştiren iki özgür insanın ortak yaşam hayalini kurduğunu görüyoruz. Mustafa Kemal bu arzusunu “..biraz hava, biraz musiki, biraz tiyatro, hûlasa bir hayat arzu etmez mi?... Bu icabat-ı tabiiye ve medeniyeyi tatbik ederken yanında karısı bulunmazsa, bu noksanı telâfi etmek lâzım gelmeyecek mi?”  sorusuyla ifade ediyor.

Karlsbad’da tedavi için bulunduğu dönemde Osmanlı toplumunu ilgilendiren mühim olaylardan biri de Sultan Mehmet Reşad’ın vefatı ve yerine Vahdettin’in geçmiş olmasıydı. Ancak günün olaylarından bağımsız daha üst bir siyasete yönelik tutumu ve fikir dünyasında kuvvetli biçimde yer etmiş ilkeleri onun bu makama da o makamı işgal eden kişilere de inancı kalmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Bu konuyla ilgili günlüğüne şunları yazacaktı:
““… saat 7.30’da dünkü hâtırâtı kaydetmek üzere bu masanın başına geçtim. Cemal Bey ve arkadaşı geldiler. Bürodan çıktım. Onlara beyân-ı itizardan sonra pijamalı bir kıyafette salonda kabul ettim. Cemal Bey:
 - Cümleye, yeni padişaha ömür versin dedi!
Birdenbire şaşırdım. Ne var, ne oldu, dedim.
- Malûmatınız yok mu? padişah vefat etti!
- Teessür ve teessüf ederim, dedim.
Bu zevât bu sözlerimin medlûlünü anlayamadılar. Hakları vardı. Çünkü ben, ne ölen padişaha acıdığımdan ve ne de yeni padişahın ömrünün uzun veya kısa olacağından müteessir değildim…” 

Bu cümleleri yanında yukarıda vurgusunu yaptığımız kitapları okuyor olması da onun toplumsal bir dönüşümün fikrî temellendirmesiyle ilgili bir arayışta, bir yol üzere olduğuna dair düşünceyi de kuvvetlendiriyor. Nitekim 6 Temmuz 1918’de defterine şu cümleleri geçiyor:
“Ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük salâhiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı içtimâiyemizde arzu edilen inkılâbı bir anda bir “Coup” ile tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı, efkâr-ı ulemayı yavaş yavaş benim tasavvuratım derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeğe alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyorum ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor”

Onun ruhunu isyan ettirenin bir noktada da tarihin ve zamanın omuzlarına yüklediği gerçekliğin farkında oluşundan kaynaklı olduğu söylenebilir. Nitekim Mustafa Kemal’i boşlukta yetişmiş yahut bir anda vuku bulmuş bir epik kahraman yahut kimi çevrelerce bir anti-kahraman gibi ele almak bugün yapılabilecek en büyük yanlışlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.  Mustafa Kemal öncesinde Tanzimatlarla, Meşrutiyet Yönetimleriyle, Namık Kemaller, Ziya Gökalpler, İttihat Terakki ve Jön Türklerle dönüştürülmeye çalışılan somut şartlar Mustafa Kemal’in tasavvur ettiği Cumhuriyeti doğuracak zemini sağlamlayan atılımlar ve çelişkiler mevcuttu. Buna bir örnek vermek gerekirse, geçtiğimiz günlerde sitemizde de yayınlanmış olan Harf Devrimi yazısında gördüğümüz gibi Cumhuriyet ile nihayete ulaşan somut atılımlar Osmanlı bakiyesi toplumsal çelişkilerden kaynaklanıyor. Mustafa Kemal’i kendisinden önce taşma noktasına gelmiş tarihî, fikrî, sosyal ve siyasî koşullardan bağımsız görmek, onu bir insan olarak görmenin de önündeki en büyük engel olarak karşılığını buluyor. Tam da kendi cümlelerinde ifade ettiği gibi o bürokratik dönüşüm çabalarının toplumsal tabana yönelik atılımlar yapılmadan eksik kaldığını görmüş ve bu toplumsal atılımın da bir ruh eksikliğinden de kaynaklandığını zamanın ruhunu okuyarak görebilmişti.  Şerif Mardin’in sözleriyle ifade edersek “Mustafa Kemal, var olmayan, hipotetik bir unsuru, Türk milletini aldı ve ona hayat üfledi. Bu işe soyunduğu zaman da ne bir genel [toplumsal] arzu ya da istek pınarı olarak, ne de bir ulusal kimlik kaynağı olarak Türk milleti mevcuttu. O, kendisinden daha sakıngan ve temkinli arkadaşlarından böylesi bir gelecek vizyonuna sahip olması ve onu gerçekleştirme yolundaki arzusu ile ayrılır.”

Bu tarihi dönüştüren güçlü fikir dünyasının arkasında görülmesi gereken insanî taraf yazımızın başında Mustafa Kemal Atatürk’ün günlüğünden yaptığımız alıntıda saklanıyor. Bir millete hayat üfleme kabiliyetiyle yurttaşlarının kalbinde bir cisim değil bir fikir olarak da yaşayabilmiş bir insan ”… bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimâl pek yakın bir günde mahvetmiyecekmiyim. Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, mazbut bir hatıra ve mecmuam yoktur…” diyor ve unutulmaktan, “nisyana karışmaktan beis” duyuyor. Bu anlamda Mustafa Kemal’in haklı olduğunu teslim etmek gerekiyor. İnsan nisyan ile ünsiyet kurandır. Yani insan (nisyan)unutuşla (ünsiyet)arkadaşlık kurandır. Ancak Atilla İlhan’ın deyimiyle Gazi Paşa’mıza şunu da hatırlatmak lazım geliyor. Bu nisyan ile belki onun maddiliği eriyor ve her an hatırlanmıyor olabilir ama onunla kurduğumuz ünsiyet ölçüsünde bizler toplum olarak çözülmemiş düğümlerimiz, kavgalarımız, aksaklıklarımızla beraber ondan mülhem bir şekilde bunların üzerine gidip çözme cesaretini ve zeminini kendimizde buluyoruz.  

 


 

Yorumlar (0)