Macron, NATO'yu neden öldürdü?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron NATO birliğinin artık dağıldığına dair yorumlarıyla Batı dış politikasındaki değişim ve dönüşümlere dair üzerine düşünülecek pek çok soru işareti oluşturdu.

ÖZEL HABER 08.11.2019, 16:40 08.11.2019, 17:59
Macron, NATO'yu neden öldürdü?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dün yaptığı NATO çıkışıyla çok konuşuldu. NATO için “beyin ölümü gerçekleşti” diyen Macron’un sözleri zemini oldukça kayganlaşan uluslararası politikada nasıl bir zemine oturuyor?

Emmanuel Macron, The Economist Dergisi’nde yayınlanan röportajında ABD’nin tutarsız dış politikasını ve NATO’ya danışmadan Suriye’den çekilmesini eleştirmesinin ardından, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir güvenli bölge oluşturmak amacıyla başlattığı Barış Pınarı Harekâtında da NATO’yla eşgüdümsüz operasyonlar yapıldığına değindi. Macron’un temel vurgusu NATO’nun Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra kendini tekrar konumlandırma aşamasının gözden kaçırıldığı ve birlikteliğin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği yönünde şekilleniyor. Macron, ABD’nin Avrupa Birliği için güvenilmez olduğunu ve hamleleriyle NATO’yu zayıflattığını ifade ediyor.

Macron’un dediklerinin AB tabanındaki karşılığı

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin Eylül 2019’da yayınladığı bir araştırmanın sonuçları bu konuda aydınlatıcı bilgiler veriyor. 14 Avrupa Birliği ülkesinden 60.000 kişiyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre Avrupa toplumunun dış politikada ABD ile yaşadığı keskin ayrımın kaynağı Trump’a olan kızgınlığın çok ötesinde bir konumda yer alıyor. “Ülkeniz Amerika ve Rusya arasındaki bir krizde kimi desteklemeli?” sorusunu cevaplayanların büyük çoğunluğu “hiçbiri” cevabını veriyor. 

Raporun sonuçları Avrupa Birliği vatandaşlarının, Amerika Birleşik Devletleri’nin AB ülkelerinin güvenliklerini sağlama konusunda artık güvenilmez olduğuna inandığını gösteriyor. 

Sorudaki senaryoda Fransa’da yalnızca yüzde 18’lik bir destek bulan ABD’ye karşı kararsız olanların oranı yüzde 63’lerde seyrediyor. İtalya’da yüzde 17’ye yüzde 65 olarak biçimlenen bu oran, Almanya’da yüzde 12’ye yüzde 70 olarak kaydediliyor.

İlginç olan NATO’nun Doğu Avrupa’daki yeni üyelerinin de paralel bir tutum içinde olduğu kaydediliyor. Macaristan’da kararsızların oranı yüzde 71, Romanya’da yüzde 65 ve Polonya’da ise yüzde 45. Polonya’daki bu düşük ama görece yüksek oranın sebebinin ise hem Çarlık hem Sovyetler döneminde Rusya’yla ilişkilerinin tarihsel olarak mesafeli olması olarak görülüyor.

Bu veriler değerlendirildiğinde aslında Macron’un çıkışının Avrupa toplumunda tabanının olduğunu söylemek oldukça kolay görünüyor ancak bunu sadece 3 yıllık Trump iktidarına bağlamak oldukça kolay bir cevap olur nitekim, Macron’da bunun daha ötesi olduğunun altını çiziyor. 

Pew Araştırma Merkezi’nin 2015’te 8 NATO ülkesi arasında yürüttüğü bir araştırmanın verileri Macron’un da değindiği NATO’nun kolektif savunma stratejisinin temelini oluşturan Madde 5 ile ilgili tutumları ortaya koyuyor. 2015’teki araştırmaya göre Avrupalıların ortalama yüzde 49’u herhangi bir saldırıda müttefikleri için ellerini taşın altına sokmaları gerektiğini düşünmüyor. 

Bu somut gerçeklik de Brexit süreciyle dağılacak mı yorumları yapılan Avrupa Birliği açısından artık işlevini yitirmiş ilişki ve ittifaklardan kurtulup “yalnızca Avrupalılara açık” NATO’dan bağımsız bir dış politika zemini inşa ederek birleşmeye gitmeye çalıştığına dair yorumlarını getiriyor.

ABD-AB açısından NATO’daki kırılmanın kaynağı

Washington hattındaki duruş Trump resme girene kadar her şeyin güllük gülistanlık olduğu yönünde sergileniyor. Çünkü Trump savunma sanayilerine Gayri Safi Yurt İçi Hasılalarının yüzde 2’si kadar bütçe ayırmayan Avrupa Devletleri’ni zorlamış ve 2006’da NATO içinde alınmış bu ortak asgarî harcama düzeyine dair uyarıda bulunmuştu.  Ancak Macron’un konuşmasını da takip ederek konuşursak işler 1949’da NATO kurulduğu zamanlardan çok farklı seyrediyor. O zamanların hayaleti komünizmin temsilcisi Rusya ile bugün pek çok Avrupa Birliği ülkesinin diplomatik ilişki ve çıkarları farklılık arz ediyor. Öte yandan Rusya da 1991 yılındaki diplomatik algısından çok farklı hareket ediyor. 

Öncelikle Rusya için NATO’nun aksine artık dış politikasında bir müttefik kavramı söz konusu değil. Rusya için farklı konularda, kriz ve sorunlarda yan yana geldiği “stratejik ortaklar” var ve bu gerekli başlıklar altında yan yana geldiği kararlı tutumlar geliştirdiği ülkeler haricinde maddi yükümlülükler ve sorumluluklardan ortak bir zeminde çıkar sağlamadığı müddetçe uzak duruyor. 2018’den bu yana baktığımız zaman yalnız Ortadoğu’da Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Suriye ve Türkiye ile kurduğu ilişkilerde bu ilke üzere bir siyasa takip ediyor. Öte yandan daha geniş bir coğrafyada Çin, Avrupa Birliği, Hindistan’a kadar uzanan ekonomik ilişkiler ağının bir başka boyutu da coğrafi olarak keskin öncelikler belirlemiş olması. SSCB bakiyesi ülkeleri dış politikasının hassas bölgesi haline getiren Rusya’da Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan’dan müteşekkil Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü kurdu. Örgütün birleştiği nokta ise NATO ile benzerlik arz ediyor. Bir üyeye saldırı yapılması diğer üyelere de saldırı yapılması anlamına geliyor. 

Tam bu noktada Macron’un sözlerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova’nıın tepkisini hatırlarsak, Zakharova, Macron’un ifadelerinin “gerçekliğe uygun”, “meselenin özüne inen” bir nitelik teşkil ettiğini ve “NATO’nun mevcut durumunun doğru tanımlaması olduğunu ifade ediyordu.

Avrupa genelinde Rusya algısını değerlendirirsek Fransa haricinde merkez ya da Batı Avrupa devletlerinin neredeyse hepsinin savunma sanayisi harcamaları NATO’da savunma sanayisine yapılan bütçe yatırımı ortalaması olan GSYİH’nin yüzde 1,36’sı ya da daha aşağısında seyrediyor. Yalnızca Sovyetler tehdidini daha canlı hissetmiş Rusya’nın coğrafi olarak komşusu ya da uydusu olmuş Norveç, Romanya veyahut Türkiye gibi devletlerde yüzde 1,36 ‘nın üzerine çıkıldığı görülüyor. 

Merkel ve Stoltenberg ne dedi?

Bu anlamda Stoltenberg’in ve Almanya Başkanı Angela Merkel’in Macron karşıtı çıkışları da ancak dağılmasından korkulan Batı istikrarının sürdürülmesi adına bir çabanın yansıması olarak okunabiliyor. Brexit’le beraber İngiltere’nin AB’den ayrılığı söz konusu olduğunda AB içindeki güç dengelerinin de kuşkusuz değişeceği beklentiler arasında yer alıyor. Anlaşılan o ki Macron eski imparatorluk bakiyesinden gelen gücüyle İngiltere’nin AB’yi terk etmesi ardından bu boşluğu da Fransa’nın öncülüğünde doldurma amacını güdüyor. 

Bugün çıkan haberlere göre Macron ve Çin Cumhurbaşkanı Şi Çinping havacılık, enerji, tarım ve finans gibi pek çok başlıkta toplam 15,1 milyar dolarlık bir ticarî anlaşma sağladı. Bunun yanında Çin’in Notre Dame Katedrali’nin tamiratına da maddi yardım sağlayacağı kaydedildi. İki ülke arasındaki ticaret 2018’de 62,9 milyar dolar düzeyinde seyrederken, Fransa’nın Çin’e yaptığı yatırımların 17,5 milyar düzeyinde olduğu biliniyor. Bu durum da Macron’un hamlesiyle ilgili AB’de öncü rolü üstlenip zayıflayan ABD- AB müttefikliğinden AB’yi en az zararla ve güçlenerek çıkartmaya çalıştığı yönünde yorumlanıyor.

Yorumlar (0)