Kefen bayraklı kale: Antep’in kurtuluşunun 98. yılı

Cephelerden yorgun ve perişan dönen askerler… Osmanlı Devleti cihan harbini kaybetmişti. Tüm yurt işgal altındaydı. Antep’te de durum farklı değildi. 11 ay boyunca halk işgal gücüne karşı savaştı. Direnişte 6317 şehit verildi. Antep Gazi unvanını aldığında dahi Fransız işgalcilere karşı büyük bir direniş içindeydi.

ÖZEL HABER 25.12.2019, 14:53 25.12.2019, 21:28

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Anadolu’nun dört bir yanında hep aynı görüntü seyredildi. Osmanlı’nın eli kolu bağlanmıştı; Mondros Mütarekesi ile orduları dağılmış, askerleri terhis edilmiş, silahları elinden alınmıştı. Osmanlı savunmasız kalırken, Anadolu için işgal günleri başlamıştı.

Halep’te bulunan İngilizler, 1919 başlarında askerlerinin güvenliğini sağlamak ve süvarilerin atlarına yem temin etmek bahanesiyle Antep’e girdiler.

Antep’e giren İngilizler sıkıyönetim ilan ederek bölgede ne kadar silah varsa 24 saat içinde İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmesini istedi.

İngilizler, bir gün içinde 14 araba silah ve cephane topladılar ve kısa bir süre sonra Antep ve çevresinde işgal ettiği tüm bölgeleri boşalttılar.

Mühimmatı elinden alınan Antep, şehrin işgalden kurtulmasıyla bir süre nefes aldı ancak esas işgal kapıdaydı.

29 Ekim 1919’da 2000 kişilik Fransız fıkrası, aralarında 1 Ermeni taburu ve 1 Afrika avcı bölüğü şehirde yaşayan Ermenilerin sevinç gösterileriyle Antep’e girdi. Modern silahlarla donatılmış düşman işgalciler şehrin batısındaki Amerikan Koleji ve Hastanesi çevresinde konuşlanmışlardı.

Modern mühimmatla donatılmış işgal ordusunun karşısında tek bir silahı değil, tek bir fişeği olmayan halk vardı.

Antep, bütün bu olup bitenler karşısında endişeli ve sessiz bekleyişini 5 Kasım 1919’da bozdu. O gün şehre giren bir Fransız subayı, Akyol Karakolunda dalgalanan bir Türk bayrağını indirmişti.

“Ya bayrağımızı geri çekersiniz ya da biz gider ellerimizle çekeriz”

Fransız subayının Türk bayrağını indirişi şehirde hızla yayılmış; halk hükümet konağı önünde toplanarak “Ya bayrağımızı geri çekersiniz ya da biz gider ellerimizle çekeriz” dedi ve bayrak tekrar sancağa dikildi. Ölmeden bayrağın indirilmesine razı olduğu için Polis memurunun işine son verildi.

Bu olay Fransız işgaline karşı yapılacak direnişin habercisiydi. Eli kolu bağlanan Payitaht bu konuda harekete geçemiyordu. Mustafa Kemal arkadaşlarıyla Anadolu’ya geçmiş ancak geleceğin ne getireceği belli değildi.

Antep’te iş başa düşmüş, ya son ve tüm güçleriyle işgale karşı koyacaklar ya da sonunun belirsiz olduğu işgale boyun eğecek ve yok olacaklardı. Antep halkı birincisini seçti, sonuna kadar savaşacaklardı.

Ama neyle savaşacaklardı, Anteplilerin savaşacak tek bir silahı yoktu. İşe Sivas’tan gelen bir haberle başladılar. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın fitilini ateşlemiş, işgallerin protesto edilmesini, Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasını ve herkesin kendi bölgesini savunmasını istiyordu.

Kasım 1919’da Ankara Hükümeti’ni desteklemesi için Müdâfaa-i  Hukuk Cemiyeti kuruldu. Milli mücadelenin daha hızlı gerçekleşmesi için de Heyet-i Merkeziye kurdular. Antep halkı gizliden gizliye kendi imkânlarıyla silahlanmaya başlamıştı. Komşu illerden, Halep’ten silahlar alınıyordu.

Şehir 27 semte ayrıldı, her semtin sevilen tanınan kişisi Heyet-i Merkeziye’ye bağlı olacak şekilde “Semt Reisi” seçildi.

 Halk artık kabına sığamaz halde,  gerilmiş bir yay gibiydi ve ok yaydan 21 Ocak 1920 gününde fırlamıştı. O gün, 3 Fransız işgalci askeri bir Türk kadınını taciz etmiş, annesini kurtarmaya çalışan 12 yaşındaki Kamil adındaki çocuğu süngüyle öldürmüştü.

Şehitkamil’in ertesi gün düzenlenen cenaze töreni büyük bir gövde gösterisine dönüştü. Halkın bu kararlı tavrı karşısında açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan Fransız işgalci güçleri Kilis’te bulunan karargâhlarından acil erzak yardımı istedi.

Fransız işgalcilerinin Kilis’ten acil erzak istediği haberini alan Heyet-i Merkeziye’nin Kilis – Antep yolunu tutmak ve sevkiyatı engellemek üzerek çareler düşünüyordu.

Genç subay Mehmet Sait’in Antep’e gelişi

O günlerde Mehmet Sait adında genç bir Türk subayı, Nizip Askerlik Şubesi’ndeki görevine gitmek üzere İstanbul’dan Antep’e gelmişti. Antepli olan Mehmet Sait, askerliğini Yemen’de yapmış, Çanakkale, Romanya ve Filistin cephelerinde savaşmış, 1 yıl Mısır’da esir kalmış, İstanbul’a dönüşünde ise Nizip Askerlik Şubesi’ne atanmıştı. Görev yerine gitmeden önce Heyet-i Merkeziye üyelerini ziyaret etmişti. Heyet-i Merkeziye, Antep’in kurtuluşu görevi için aradığı komutanı bulmuştu.

Kilis-Antep Yolu Kuvâ-yi Milliye Komutanı Şahin Bey

Mehmet Sait Heyet-i Merkeziye tarafından yeni bir unvan ve isim vermişti “Kilis-Antep Yolu Kuvâ-yi Milliye Komutanı Şahin Bey”. Şahin Bey’in ilk faaliyeti Kilis-Antep yolu üzerine karargâh kurmak oldu.

Şahin Bey’in silah arkadaşları çevre köylerden topladığı az sayıda köylülerdi. Fransız komutanlara yazdığı bir mektupta, Kilis-Antep yolunda Fransızlar dışında herkesin mesuliyeti altında geçebileceği yazıyordu.

8 Mart sabahında, Kilis’ten Antep’e yola çıkarılmış 300 araçlık Fransız erzak konvoyu geri dönmek zorunda kaldı. Bir hafta sonra aynı şekilde yola çıkan başka bir erzak konvoyunun da akıbeti aynı oldu. Fransız işgalcileri için açlık tehlikesi her geçen gün daha da artıyordu.

Sonunda, Kilis’teki işgalci Fransız karargâhı, 400 araçlık konvoyu Fransız Yüzbaşı André korumasıyla 25 Mart’ta Antep’e doğru yola çıkarmıştı.

26 Mart sabahı güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Fransız işgalcilerle Şahin Bey kuvvetleri arasında ilk çatışma başladı. Çatışma sırasında Şahin Bey, arkasında birçok şehit bırakarak ricat etmek zorunda kaldı. Bu ricat ertesi gün de devam etti. Fransız konvoyu her geçen gün Antep’e yaklaşıyordu. 28 Mart günü, Şahin Bey ve arkadaşları Elmalılar köyü yakınlarındaydı. Fransızlar bir kez daha saldırıya geçmişti.

Şahin Bey’in kuvvetleri giderek çözülmeye başlamış, bir süre sonra Türk tarafından silah sesleri dahi gelmez olmuştu. Fransızlar Antep’e rahatça ilerleyebiliyordu. Elmalı köprüsüne yaklaşan Fransızlar, gözlerine inanamadığı bir görüntüyle karşılaştılar. Şahin Bey ve yanında kalan son silah arkadaşları ellerinde kalan süngülerle köprü üstünde Fransızların karşısına dikilmişti. Şahin Bey ve arkadaşlarının canı pahasına yaptıkları bu hamlede verdikleri mesaj belliydi. Antep son nefesine kadar savaşacaktı.

Yüzbaşı André karşılaştığı görüntüyü hatıratında şöyle işlemiştir:

“Ben Antep girişini sağlamakla görevli birliklerden 2. Süvari Bölüğünün kumandanıydım. Köprüyü geçmiş olsaydık, Antep’e girecektik ama olmuyordu. Bir avuç Türk müfrezesi inanılmaz şekilde direniyordu. Kalbimizde hırs değil, takdir hissi vardı. Bir ara gerilerden bağırdılar, ‘Tamam! Türklerin mermileri bitti.’ Bitmişti herhalde ki ateşi kesmişlerdi. Tam o sırada köprü üzerine 5-6 Türk fırladı. Başlarında genç bir adam vardı. Subayları olmalıydı. Tanrı biliyor, ateş etmek istemedik. Yürüdük, süngülerine davrandılar. Ne yazık ki savaşta hedefe varmak için kahramanları da öldürmek gerekiyor. 10 dakika sonra, başlarındaki subay ve diğerleri süngü çatışmasında hayatlarını kaybetmişlerdi. Erzağı Antep’e yetiştirmiştik ama o genç subayın hayali bütün Kilikya maceramızda bizi bir gölge gibi kovaladı.”

Şahin Bey’in şehit olduğu haberi, Antep’in üzerine bir çığ gibi düşmüştü. Şahin Bey’in şehit olduğu günlerde Mustafa Kemal, Antep savunmasını organize ve teşvik etmek amacıyla Kılıç Ali’yi Antep’e göndermişti. Kılıç Ali, halktan topladığı milis güçlerle “Yıldırım” ve “Şimşek” taburlarını kurdu.

Saflar belirlenmiş, Antep ikiye bölünmüştü. Bir yanda Fransız kuvvetleri ve Ermeniler, diğer tarafta Antepliler bulunuyordu. Antep, savaşın başlayacağı anı bekliyordu. Aylardır, yönünü şehre çevirmiş olan Fransız topları Nisan 1920’de büyük gürültülerle patladı.

Fransızlar, şehre girmek için Mağarabaşı’ndan saldırıya geçmiş, Antep semalarında toz bulutlarıyla birlikte feryatlar yerini almıştı.

Yıldırım Taburu 4. Bölük’ü taarruza geçmişti. Fransız tanklarından bir tanesini etkisiz hale getirmişlerdi. Taarruza geçen Türk askerinin şiddetli ateş karşısında Fransızlar kaçmak zorunda kalmıştı.

Mayıs sonlarında, Antepliler ilk seferdeki başarısının cesaretiyle bu sefer Fransızlara karşı hem Sarımsak Tepeyi almak hem de Fransız nakliye arabalarını ele geçirmek için gece baskın yapmışlardı.

Antepli Çeteci Nakıp Ali hatıratında Sarımsak Tepe hücumu şöyleydi:

“Sarımsak Tepe hücumu Antep harbinin en heyecanlı hücumlarından biriydi. Vakit geceydi, daha 100 metre kadar çıktık, her taraf gündüz gibi aydınlanmıştı. Düşman bizi farketmiş, aydınlatma fişekleri atıyordu. Ardından makineli tüfekler takırdamaya, kurşunlar vızırdamaya, toplar gürüldemeye başlamıştı. Ortalık ana baba gününe döndü. Kan, barut kokuları içinde ‘Allah Allah’ naralarıyla kendimizden geçmiş halde ileri atılıyorduk.”

Sarımsak Tepe taarruzu pahalıya mal olmuş,  Antep’in birçok savaşçısını elinden almıştı. Bunlardan birisi Milli Mücadele Kahramanı Karayılan Molla Efendi’ydi. Babasının oğluna kılıç dövüşünde “karayılan gibi kayıp gidiyor” diyerek “Karayılan” adını verdiği Karayılan Molla Efendi milli mücadelenin önemli kahramanlarındandı.

Antep Karayılan’ın yasını tutarken Ankara’dan gelen 28 Mayıs 1920 tarihli telgrafta, Fransızlarla 30 Mayıs-18 Haziran arasında sürecek 20 günlük ateşkes imzalandığı bildiriliyordu. Böylece, Antep’te top sesleri sustu. Anlaşma bitince de iki tarafta da saldırı olmayınca, ateşkes kendiliğinden uzatıldı.

Bu arada Kilis-Antep yolunu tutmak için görevlendirilen Kılıç Ali meclise mebus olarak gitmişti. Yerine daha önce Suriye’de Fransızlara ve İngilizlere karşı verilen mücadelede önemli görevler üstlenmiş, Milis Yarbaylığına kadar yüksekmiş Ali Şefik Bey 20 Haziran’da Antep’e geldi. Heyet-i Merkeziye ile görüşerek, Özdemir Bey lakabını alarak Antep’i savunmak üzere komutan atandı.


Ali Şefik Özdemir Bey

Özdemir Bey’in komutanlığında 29 Temmuz 1920 günü bir baskın düzenleyerek ateşkes bozuldu ve 200 civarında Fransız işgalci askeri süngülendi.

Fransızlar yeniden bomba yağdırdı

Lohanizade Mustafa Nurettin, Fransız bombardımanıyla ilgili hatıratına şunları kaydetti:

“15 buçuk topların attığı 50 kiloluk mermiler; sarı, siyah, yeşil ve kırmızı renkleriyle boğucu bir koku ortaya çıkarıyor. Düştüğü her yerde her şeyi havaya uçuruyor, canlı kalmıyordu. Halk taştan evlerinin bodrumlarına saklansa da koca topun her şeyi yakıp yıkmasından kurtulamadı. Etrafta beyni, kafatası dağılmış şehitler; kolu bacağı kopmuş yaşlılar yatıyor, feryatları ve inlemeleri ta uzaklardan duyuluyordu.”

“Direnmeye devam ederseniz, memleketinizde taş taş üstünde kalmayacak”

Bu arada Fransız komutanları bir beyanname göndermiş, “Direnmeye devam ederse ağır toplarımızla memleketinizi taş taş üstünde kalmayacak şekilde tahrip edeceğiz. Kaleye beyaz bayrak çekip, 2 saate kadar teslim olun” demişlerdi.

“Antep’te canlı bir tek insan kalıncaya kadar Fransız askeri bu şehre giremeyecektir!”

Fransızların bu teklifine nesiller boyu unutulmayacak bir cevap gelmişti. “Antep’te canlı bir tek insan ve memlekette taş taş üstünde kaldıkça Fransız askeri bu şehre giremeyecektir.”

Ancak durum son derece kritikti. Yiyecek ve cephanelik neredeyse tükenmişti. 3 gün boyunca aralıksız bombardıman Antep’i yıkmış ve bu yıkım karşısında bazıları teslim olalım demeye başlamıştı.

Karatarla Camii’sinde milli mücadeleye devam!

Yetkililer son kararı halka bıraktılar. 13 Ağustos 1920 günü, Karatarla Camii avlusunda büyük ve uğultulu bir kalabalık vardı. Ankara Hükümeti’ne bağlı Merkez-i Heyetiyeli yetkililer, “Herkes düşüncesini açık açık söylemelidir ya teslim olacağız ya da harbe devam edeceğiz” dedi. Halkın cevabı ise, silahları çekmek ve sonuna kadar savaşmak şeklinde oldu. Antep Kalesine, Fransızların talebi olan beyaz teslim bayrağına karşılık büyük bir Türk Bayrağı çekildi.

Bunun üzerine köpüren Fransız işgalcileri, şehri eskisinden daha kuvvetli şekilde bombalamaya başladılar.

Şehrin durumu içler acısıydı, sonunda 31 Ağustos 1920 günü Mustafa Kemal’e ve Meclise telgraf çekerek yardım istediler.

Telgrafta şunlar yazıyordu:

“Antep’in amansız ve acımasız bombardımanı geceleri bile ara vermeden devam ediyor. Şehir harabe altına geldi. Yıkıntılar altında kalarak ezilen parçalanmış cesetleri ağlayarak topluyor, kanlı elbiseleriyle top ateşi altında mermi çukurları içine koyun koyuna gömüyoruz. Kadın, ihtiyar ve çocuklar, güneşten ve havalardan mahrum, çoğu yeraltındaki mağaralarda yaşıyor. Bulaşıcı hastalıkları ve ölümü önleyemiyoruz. Her geçen saniye adım adım gelen felakete doğru yaklaşıyoruz. Bizi kurtarmaya gelmeyecekseniz, bari şehri yakıp çıkalım. Makine başında cevabınızı bekliyoruz.”

Ankara Hükümeti kanadı ise, şifreli bir cevap vererek milli mücadelenin kaderini belirleyecek savaşın Batı Cephesi’nde olduğu ve bu nedenle Antep cephesine yardım etmenin mümkün olmadığı yazıyordu. Bu cevap maneviyatları kırılır diye halktan gizlendi ve hatta aksi söylendi.

Antep’in alınamayışını bir türlü hazmedemeyen Fransız Genelkurmayı, ağır silahlarla takviye edilmiş bir tümeni General Gouraud’un emriyle Antep’e gönderildi. İşgalci Fransız Kuvvetlerinin sayısı 20 bini geçmişti. Karşılarında ise 850’si silahsız 2000’i tüfekli yaklaşık 3 bin kişilik Türk kuvveti vardı.

General Gouraud, Antep’e gönderdiği bildirgede, “Silahınızı bırakıp kaleye beyaz bir teslim bayrağı çekin, teslim olmazsanız şehri daha şiddetli bombalayacağız” demişti. Bu teklif de reddedildi.

Korkunç bombardıman tekrar başlamıştı. Sadece 11 Aralık 1920 gününde 500 top mermisi atmıştı Fransızlar. Bu yıkım karşısında meclise bir tebligat daha gönderildi:

“Bir tek neferimiz bile yoktur. Hangi cepheden hangi cepheye kuvvet sevk edeceğimize şaşırıyoruz. Namus ve vatan için ölen yavrularımızı, analarımızı, bacılarımızı güle güle mezara yatırırken insanlığın artık insafa gelip bizi Fransız zulmünden kurtaracağını ümit ediyoruz. Eğer insaniyet âlemi bu haksızlıklara susacaksa biz de kefenlerimizi giyip ölümü selamlamaya koşacağız.”

Aynı günlerde Batı Cephesinde Yunanlara karşı mücadele veren Ankara, bu yardım isteğine de olumlu cevap veremedi. Oysa Fransızlar Antep kalesinde teslim bayrağını göremedikçe bombardımanını şiddetlendiriyordu. O günlerde Türk cephanesi de bitmişti. Antepliler yokluk günlerinde bir imalat fabrikası kurmuşlardı. El yapımı tezgâhlarda tamir ettikleri silahlarla, doldurdukları fişeklerle, ürettikleri çelik mermilerle son savaşlarına hazırlanıyorlardı.

1920 Sonbaharında Fransızlar artık şehri alma zamanının geldiğini düşünüyordu. Saldırı Çınarlı Camii yönünden yapılacaktı. Çınarlı Camii, Antep’in en uç noktasıydı. Burada silahlar hiç susmazdı. Halk Çınarlı’yı Çanakkale Savaşındaki milli mücadeledeki Arıburnu’ya benzetiyor ve hatta bu isimle de anıyordu.

5 Ekim 1920’de top yine gümbürdemeye başladı ancak Fransızlar ölümü selamlayan Anteplilerin taarruzu karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı.

14 Ekim 1920’de Çınarlı’ya yeniden saldırdı. Saldırıda caminin son kalan duvarları da yıkılıyordu. Camiinin hemen karşısındaki Kendirli Kilisesinden çıkan Fransızlar, Camiinin avlusuna kadar gelmişlerdi. Fransızlar tam cepheyi aldığını düşünmüşlerdi ki, Çınarlı Camiinin yıkıntıları arasından çıkıp 20 Fransız işgalci askerini ve başlarındaki 1 subayı süngüleriyle öldürdüler. Fransızlar şehre yine girememişti.

Yüzbaşı André Çınarlı saldırısından sonra hatıratında şunları yazmıştı.

“Şurası da malum idi ki, Türk neferi müdafaada daima temayüz etmiş cesur bir askerdi. Netice olarak bir defa daha şu husus anlaşıldı ki, Antep’e karşı yapılacak umumi bir saldırının başarı ihtimali tamamiyle nazari ve hayali bir şeydi.”

Çınarlı cephesi savaşları, vatanını müdafaa eden bir halkın yokluklar içinde dahi olsa bile neler yapabileceğinin destansı bir örneğiydi.

Kolordu Komutanı Özdemir Bey, 25 Aralık 1920’de yazdığı mektupta, “Ölmemek için bir hafta ot bile yesek ancak bir hafta dayanabiliriz” diyordu.

Antep, açlıktan kırılıyordu. Anadolu’nun her tarafında milli mücadele vardı, yanıt alınamıyordu. Antepliler açlıktan öleceğimize düşman kurşunuyla ölelim deyip hücuma geçtiler. Düşman kuşatmasını yarıp geçecek, şehir dışına çıkacaklar, erzak toplayıp geri geleceklerdi.

31 Ocak 1920’de yalnızca 85 çeteci şehirden çıkabilmişti. Huruç Hareketi pahalıya mal olmuş, tam 110 şehit verilmişti. Onlardan biri de, Yıldırım Taburu 3. Bölük Komutanı Mustafa Yavuz’du.

6-7 Şubat 1920 gecesi yapılan 2. Huruç hareketiyle savaşanların bir kısmı çıkabildiyse de hareket yine başarısız oldu.

Tam da o günlerde Ankara’dan bir yardım haberi geldi. Yardım maddi değil, maneviydi. Meclis 6 Şubat 1920 günü yapılan toplantıda Meclis Antep’e “Gazi” unvanının verilmesini kararlaştırmış, bu karar da 8 Şubat’ta yayımlanmıştı.

Anteplilerin Gazi olduğu günlerde Fransızlar şehri bombalamaya devam ediyordu. Fransızlar savunmayı yöneten kadronun izini sürmeye çalışıyordu. Özdemir Bey ve Heyet-i Merkeziye halktan 200 kişilik bir grubu da alıp şehir dışına çıktılar, aynı gün 200 kişilik bir başka grupta onları takip etti. Savaşanlar şehir dışına çıkmış geriye bir avuç halklı birlik ve enkaz hale gelmiş kent kalmıştı.

8 Şubat 1921’de halk Fransızlara değil, açlığa yenilmişti. Gaziantep’te tek bir silahlı kalmamıştı. Kalanların da teslim olmaktan başka çaresi kalmamıştı. Fransız karargâhına gidip, Antep’i alabileceklerini söylemişlerdi.

Fransızlar bu teklifi inanmamıştı, “Eğer teklifiniz doğruysa kaledeki Türk Bayrağını indirin, yerine beyaz teslim bayrağını çekin.” dediler ve çaresiz razı olundu.

Kefen Bayraklı Kale: Gaziantep

Teslim bayrağı için halktan beyaz çarşaf istendi ancak halk “Biz ölülerimizi kefensiz gömdük, bizden nasıl teslim bayrağı istersin!” şeklinde yanıt verdiler.

Bunun üzerine çaresiz Şeyh Camii Hastanesi’ne gittiler ve şehitlere kefen yapılan beyaz bezden küçük bir parça aldılar. Yaklaşık 11 aylık direnişten sonra, Gaziantep Kalesinde Türk bayrağının hemen yanında kefenden bir teslim bayrağı dalgalandı.

20 Ekim 1921’de yapılan Ankara Antlaşmasıyla Fransızlar, Gaziantep başta olmak üzere Güney cephesinde işgal ettikleri yerlerden çekildiler. 25 Aralık 1921 günü son Fransız kuvvetlerinin de çekilmesiyle Türk askerleri sevinç gözyaşları içinde Gaziantep’e dönmüşlerdi.

Gaziantepliler verdikleri amansız mücadeleyle Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yaktılar. Gaziantepliler İstiklal Madalyası alamadılar. Neden İstiklal Madalyası alamadıkları sorulduğunda “Biz madalya için savaşmadık” yanıtını verdiler. Gaziantep’te 6317 şehit verildi. Yıllar sonra şehitlerini kanlı elbiseleriyle gömdükleri çukurlardan çıkartıp Çınarlı Camii Şehit mezarlığına gömüldüler.

Habernediyor.com / Safa Kaçar

Yorumlar (0)