Canım Kardeşim filmi ve Türkiye gerçeği

Türk filmlerinin başyapıtlarından biri olarak gösterilen Canım Kardeşim’i farklı bir yönden işliyoruz. 70’lerin Türkiye’si, alt sınıfın öğrenilmiş çaresizliği, karakterler, yönetmen ve müziklerin bütünleşik harmonisi…

KÜLTÜR-SANAT 29.12.2019, 13:33 29.12.2019, 13:36
Canım Kardeşim filmi ve Türkiye gerçeği

Yoksulluk, sadece gelirin toplum ortalamasının çok altında olduğu manasına gelmiyor, bu sadece bir kitap tabiri... Yoksulluk, sadece satın alma gücünü düşürmüyor. Yoksulluk, yoksunluk yaratıyor, farklı tiplerde aks edebiliyor. İyi bir eğitim alamama, sağlıklı barınamama, yönlendirilememe, korunamama ve konumlandırılamama gibi zaiyatlarını yanında getiriyor. Birçok şeyden yoksun bırakıyor. Kişiyi yok hükmüne getiriyor, görülmüyor, ötekileştiriyor. Bu film yoksulluğu o kadar güçlü işliyor ki, çaresizliği öyle yansıtıyor ki... İzleyeninin başından aşağı kara sular indirtiyor. Tüm varoluşunu, kendi varsıllıklarını sorgulatıyor. Kendinden de yoksunluklar buldurtuyor. Misal, "böyle sıkıntılara dâhil olan insanların yanında neden duramıyorum" yoksunluğunu hissettiriyor. İnsanın kalbini paramparça ediyor. Bu yoksulluğu izlemek, izleyicinin varsıllığı ne olursa olsun "YOKSUN" hissettiriyor. İnsana adaleti, vicdanı düşündürtüyor. Yaşadığı tüm sıkıntıların anlamsızlığını yüzüne çarpıyor. Yoksulluk ne yapacağını bilmekten yoksun bırakıyor, çünkü "yoksun", "görülmüyorsun", filmin sonunda yaşamını yitiren tek derdi televizyon kuponu biriktirmek isteyen bir çocuk... "Çocuk ölüyor çocuk! Senin dert ettiğin şey ne?" sorusunu şiddetle hissettiriyor!

İşte yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in üstlendiği 1973 yapımı Türk drama filmi Canım Kardeşim'de öyle bir film... 70’li yılların alt sınıfını incelikle işliyor.

Bu filmi tek başına yoğun bir drama olarak kabul etmek yanılgı olacaktır. Film aslında 70’li yılların yoksulluğunu, sefaletini ve çarpık umutlarını izleyicinin önüne seriyor.

Filmde en sık rastladığımız karakterlerden ağabey Murat’ı Tarık Akan, kardeş Kahraman’ı Kahraman Kral, ağabeyin arkadaşı Halit’i Halit Akçatepe, babayı da Sıtkı Akçatepe canlandırıyor. Ayrıca filmin duygu geçişlerine damga vuran müziklerini ise Cahit Oben işliyor.

Kardeş “Kahraman” figürü kim?

Ağabeyi kendisi gibi serseri olmasın diye Kahraman’ın (İsmi manidar: Kurtulsun, kurtarsın kendini figürü bir çocuk), ağabeyi sokakta top oynamasını dahi istemiyor. Ağabey Murat, kardeşi Kahraman oyun oynamayı bırakıp derslerine yoğunlaşmazsa, kendi geldiği konumdan farklı bir konuma gelemeyeceğini düşünür bir tavırda... Halbuki çocuk için öğrenme, en kuvvetli biçimiyle oyun pratiğiyle oluyor. Onlar için oyun onu ileri taşıyabilecek bir şey değil ve/veya o sınıfın pratiklerinin ne olduğunu öngörüyorlar, oyun oynarsa bizim gibi olacak algısı işleniyor. Bu karşımıza güçlü bir çarpıklık olarak çıkıyor, tartışılması gereken bir şey.

Her sosyal sınıfa projeksiyon tutabilecek soru şu oluyor: Birçoğumuz aslında bazen birer “Kahraman” figürü müyüz? (Liselere Giriş Sınavı, üniversiteye hazırlık gibi aşamalarda çocuğun başarılı olduğu “spor, sanat vb” alanlara ilişkin terk ettirilmesi, sadece sınava çalışmaya yönlendirilmesi gibi). Burada “Kahraman” ismi de manidar. “Kahraman” kurtulsun, kurtarsın kendini. Bizden daha iyi olsun figürü aslında birçok aile için geçerli değil mi?

Ağabeyin kardeşinden beklentisi belli: ders çalışsın, okusun, kendisi gibi olmasın (oyun zamanı değil, çocuktan yıllarını atlayıp keskin bir şekilde gelecekte gelmesi zaruretle istenen konum için sürekli ders çalışma haline girmesi ağabeyi tarafından bekleniyor). Hâlbuki çocuk televizyon için kupon biriktiriyor, bütün derdi o. Ağabeyinin okusun da benim gibi olmasın diye kardeşi için bulduğu çare olan “ders çalışma” aktivitesine vakit ayırmıyor, belki içinde bulunduğu o kördüğümlenmiş sosyal telaşlara binaen “vakit” kavramının pek manası yoktur. Ağabeyini de ders çalışıyormuş gibi manipüle etmeye çalışıyor, azar yiyor, çocuk aslında kolay yol bulma derdinde bir yerde de fakat bunu geliştirmek üzere bir yöntemi ya da yönlendirmesi yok, aslında ne yapacağını kendisi de bilmiyor.

Ya Tarık Akan’ın canlandırdığı ağabey Murat?

Ağabey Murat aslında Halit’le birlikte Almanya’ya gitme derdinde… Ancak ikisinin de bildiği pek yol yok, bir dalga gelse de bizi götürsenin varoluşsal ve çaresiz bunalımındalar aslında. Bir de derme çatma bilgi topluyorlar, Almanya'ya gidip işçi olabilme adına, sokakta bulduğunu dolandırıyorlar, meteliksizler. Ne yapsınlar, doğru düzgün bir yöntemleri yok. Türkiye'nin Hükümet kanadında da, Almanya-Türkiye arasında yeni bir işçi dalga göçü olması yönünde politik söylentiler var. Bu göçü Devlet BÜYÜKLERİ çağrıştırıyor, umut veriyor. Bu diplomasi vatandaşta politik yankıya neden oluyor.

Ağabeyi de babasından azar yiyor aslında... Babası, “ben su taşıyayım, sen yanındakiyle (Halit) gez dolan” diye kızıyor, hayıflanıyor, bu da baltaya sap olamayacak düşüncesinde yaklaşıyor.

Ben “garip” biriyim bilsem kendi derdimi çözerim vurgusu

Aslında izlediğimiz “Canım Kardeşim” filmindeki alt sınıfa dahil karakterler “politik yankıdan”, büyükten gelenden etkilenmek üzere gerontokrasik bir tutum ve tavırla yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu da yöntem bulmak üzere pek altyapıları olmadığı için vuku buluyor. Bir şeyleri arzu etmekten öte gidemiyorlar. Filmde bol bol alt sınıfın sorunlarına dair diyalogları geçiyor. Hep ben “garip” biriyim, bilsem kendi derdimi çözerim vurgusu var.

Babaları ölüyor, yaşamlar sert. Kahraman hastalığı nedeniyle öleceğine kulak misafiri oluyor. Ağabey kardeşinin duyduğundan şüpheleniyor. Kardeşine "bir şey duydun mu?" sorusunu ısrarla soruyor, kardeş Kahraman korkusundan "duymadım" şeklinde cevap vererek yalan söylüyor. Aslında Kahraman durumun farkında... Babasının ölümünü görmüş bir çocuk olarak, ölümün ne olduğunu da biliyor. Bilye oynadığı arkadaşına sırrını veriyor, babasının ölü bedenini gördüğünü, toprağa gömüldüğünün de farkında...

Bilye oynarken sırrını verdiği çocuk bu sırrı küçümsüyor, “bu da sır mı, ben de bir şey sanmıştım” minvalinde cevap veriyor ve Kahraman’dan ölünce bilyelerini bana bırak diyecek kadar da normal karşılıyor… Ölüm, hastalık o yoksullukta alışılmamış bir şey değil. Çocuk, bu durum karşısında kendine bir nevi yol bulma derdinde. Kahraman’dan ölmeden önce bilyelerini kendisine vermesini istiyor.

Kardeşin kuponunu biriktirdiği televizyonu elde etmesine daha vardır, biçilen ömür de yetmeyecek. Ağabey ne yapıp ne edip kardeşinin yoksulluk nedeniyle yaşayamadıklarını yaşatmaya çalışıyor. Ağabey Murat, arkadaşı Halit ile hırsızlığa soyunuyor. Kardeşin istediği televizyonu nihayet çalıp eve getiriyorlar.

Eve geliyorlar, önce kardeş Kahraman'ı uyandıracaklardı, sonra karar değiştirip “dur, sürpriz olsun” kararına varıp uyandırmıyorlar Kahraman’ı...

Kahraman’ın öldüğünün farkında olmadan televizyonu kuruyorlar. Neşeli bir karga çizgi filmi açılıyor. Mutlu oluyorlar, yükseliyorlar ve izleyici de yükseliyor. Burada Yönetmen Ertem Eğilmez’in muazzam inceliğiyle karşılaşıyoruz. Aslında “karga” ölümün figürü bir hayvan, yas tutan bir hayvan.

Karakterler onca çaresizlikle mücadele içindeler fakat neşelerini, hayata tutunma isteklerini de bolca izleyiciye yansıtıyorlar. Ancak filmi izlerken hep o felaket anını bekliyoruz, yaşanacak drama için ısıtılıyoruz.

Çaldıkları televizyon ile bizi çok mutlu ediyorlar. Televizyon sonunda ulaşıyor Kahraman’a fakat içimizde bir sıkıntı var olmaya devam ediyor. Uyandırmıyorlar çocuğu 1-2 dakika yükseliyoruz, mutluyuz, tedirgin çizgimiz tepelere gelmişken bir anda “ani yaşanabilecek distimik” bir duygu değişimiyle pat diye düşüyoruz ve diplerdeyiz, darmadağın oluyoruz.

Kahraman ölüyor, minicik bedene ölümü sığdıramıyor ağabeyi, biz de sığdıramıyoruz, çok acı. Ağabeyi hiç sığdıramıyor ona ölümü… Cahit Oben zaten...

Filmin sonunda televizyonda haber akışının başladığını görüyoruz, bu ayrı manidar. Bu şu mu demek mi oluyor? Bu hikâyeler hep var, medya yoluyla size sunuyoruz?

O dönemin Türk televizyonu, program akışı olarak aslında oldukça iyiydi. Çok da manipülasyon aleti olmadı. Yayınlar zamanlı ve kısa süreli sunuluyordu.

Kupon biriktiren şerefli, kendi onuruyla hareket etmeye çalışan bir çocuğun hayalini gerçekleştiremeden ölmesi aslında birçok insanın kaderi mi?

Kahraman ömrü yetseydi belki televizyon kuponunu biriktirip, amacına ulaşabilecekti. Kahraman hayatta kalsaydı, ağabeyi gibi Almanya'ya gitme yolunu arar mıydı? Yurt dışına bir şekilde göç etme fikri bir nevi ülkedeki likayatın, emeğe verilen değerin, yaşam standartlarının da karşılığı olur muydu?

Modern zamanların “Kahramanları”, medyanın ve toplumun rasyonelleşmesi?

Televizyon medyası; kurulan düşüncelerin ve algının izleyiciye sunulan “imajla” sınırlı olduğunu biliyor. Medya, kitlelere sunduğu bilgilerin gündemde tuttuğu süreden ibaret olduğunu biliyor... Medyanın hitap ettiği kitle, manipüle olup olmadığını düşünmüyor. Sadece verilen bilgiyi hızlı tüketirken, aklında sadece konuyla ilgili “başlık” kalıyor. Burada insanların aklında kalan başlık, hakikati araştırılmamış temelsiz görüşlere dayandırılıp, şovenist tutumların ön plana çıkmasına, bir çeşit popülizm amaçlı yönetilen algı yönetimine neden oluyor. Şöyle ki, televizyondan izlediğimiz bir savaş filminde savaşan kişinin ülkesinin bulunduğu konum haksız da olsa, o kişi kendi ülkesinin vasatına göre “kahraman imajlı” olacak, vatan ve millet adına feda kültüründe birisi olacak. Oysa insanî bir suç işleyip işlemediğini kaç kişi sorgulayacak?

Habernediyor.com / Safa Kaçar

Yorumlar (2)
Garip 4 yıl önce
Bu filmi her izlediğimde gözüm dolar. Erkek adam ağlarsa bilin ki tüm hücreleriyle o duyguyu yaşıyordur. Bu yazı da beni hücrelerimle etkiledi. Kalemine sağlık yazarın.
Birisi 4 yıl önce
bu nasıl bir yazı, yüreğim tekrar ezildi. Lanet olsun yoksulluğa