Yeni medya sanatı fotoğrafçılık: Kültür aktarım dili

Fotoğraf sadece bir anı durdurmak değil aynı zamanda o ana bir anlam katmaktadır. İşte tam bu noktada sanat devreye giriyor ve yıllara meydan okuyan görüntüler sanatla anlam kazanarak daha da derinleşiyor. En güzeli de sadece bir fotoğrafla kendi yurdunu, geleneğini, göreneğini, kültürünü kısacası kendi dünyanı tüm dünyaya anlatmak ve tanıtmak mümkün. Peki nasıl? Bu hafta Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm Rehberliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Tuna Akçay ile fotoğraf sanatı üzerine konuştuk. Ayrıntılar röportajımızda…

KÜLTÜR-SANAT 29.09.2022, 13:36 29.09.2022, 16:15
Yeni medya sanatı fotoğrafçılık: Kültür aktarım dili

Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm Rehberliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. Tuna Akçay, aynı zamanda bir Anadolu Fotoğrafçısı. Akçay’ın çektiği fotoğraflara baktıkça o fotoğrafların hikayesine dahil olmamak ise mümkün değil. Anadolu’ya vizörden bakan Doç. Dr. Tuna AKÇAY, severek yaptığı fotoğrafçılıktan ‘‘Fotoğraf benim için bir hizmet aracıdır’’ diye bahsediyor. Bu haftaki röportajımızda Doç. Dr. Tuna Akçay ile fotoğraf sanatını ve sanatçılığını tüm yönleri ile konuştuk.

Tuna Hocam, siz hem bir arkeolog ve bilim insanı hem de Anadolu fotoğrafçısınız. Tüm bu alanlarda yollarınız kesişme noktası neresidir?

Malumunuz fotoğraf bir belgeleme yöntemidir. 2000 yılında öğrenci olarak başladığım bilimsel arazi çalışmalarında filmli makinelerin son yıllarına denk gelmiştim. İlk zamanlar fotoğrafla bir belgeleme yöntemi olarak ilgilendim. Teknik anlamda o dönemde fotoğrafın işleyişini öğrendim. Teknik zevksiz, ruhsuz maddi kısmına 2000li yılların ilk zamanlarında vakıf oldum ve fotoğraf ile yollarım mesleğim yani arkeoloji nedeniyle kesişti. Fotoğraf arkeolojinin bir parçasıdır. Yani mesleğim gereği fotoğraf çekmeyi bilmem gerekiyordu.

''Bu topraklara hizmet etme kalemlerimi sanat ve bilim olarak belirledim ve bu yolun yolcusuyum.''

Neden sizin için Anadolu?

Arkeoloji öğrencisiyken bir belgeme aracı olarak kullandığım fotoğraf makinesinin bir ruha dönüşüp gönüllere hitap etmesini ilk yıllarımda düşünmeye başlamıştım. Bir arayış içindeydim. Daha sonra Anadolu’nun yüreği olan Toroslar’da yaptığımız bilimsel çalışmalarda kafamı kaldırıp baktığımda Anadolu erdemlerine şahit olmaya başladım. İlk defa dondurma yiyen Yörük kızı Ayşegül, her susadığımızda dibimizde biten çopur Kerim emmi, karnımız acıktığında karnımızı doyuran Güllü teyze ruhumda yer etmeye başlamıştı. Onların cefakâr ama mutlu yaşantılarını telefon görüşmelerimizde aileme anlatırken onları göstermek, onların bu erdemlerini anlatmak istedim. İşte o vakit Anadolu fotoğrafçısı olma yolunda ilk aşamayı geçtiğimi düşünüyorum. İlk defa fotoğrafa 2002 yılında başladım. Ancak ondan önce de fotoğraf makinem yoktu ama gözümle hafızamla detayları fotoğraf çekiyordum. O yüzden bu potansiyel 2002 yılında gerçeğe dönüştü. Fotoğraf çekmeye başlayınca fotoğraf camiasını da tanımaya başladım. Sanatta büyük bir ego tatmin istasyonlarının var olduğunu fark ettim. İnsanlar kendi içinde yarış yapar haldeydiler ve ben bu yarışın harislik seviyesinde olduğunu düşünmeye başladım. Bu beni çok rahatsız etmişti. Çünkü hayatta yaptığım her işin ülkeme bir faydası olması gerektiğini düşünenlerdenim. Fotoğraf ve sanat bana çok bencil gelmeye başlamıştı. Bu düşünce ile bir arayışa girdim. Bu arayış 2005 yıllarına kadar devam etti. Ta ki Memduh Ekici ile tanışana kadar boşlukta yer aldım sadece gözlemledim ve kendimi sanatsal manada eğittim. Memduh Ekici ile buluşmamız bana “Neden Fotoğraf Çekmem Gerektiğini Öğretti.” Aslında şunu yap demedi gönül gözümü felsefesi ve yaşantısı ile dolaylı olarak aktardı. Oradan aldığım duygu ile fotoğrafa daha da organize olarak yöneldim. Artık felsefi olarak bir alt yapım vardı ve buna bir bina gerekiyordu. Kendimce uzmanı olduğum her iki alanı yani fotoğraf ve bilimi aynı perspektife soktum.

Bu ülkenin nasıl ayakta tutulduğunu ve tarihimi çok iyi bildiğim için bu topraklara hizmet etme kalemlerimi sanat ve bilim olarak belirledim ve bu yolun yolcusuyum. Belki varamayacağım hedefime ama o yolun yolunda yürümek bile benim için bir şereftir. Şu sözü okuyanlara altını çizerek söylemek istiyorum. “Hayat, varılan bir son değil yürünen bir yoldur”.

Akçay: ''Özümü, kültürümü, Anadolu erdemlerini anlatabildiğim karelerim benim için daha özeldir.''

Tuna Hocam, çektiğiniz fotoğraflara bakarken oradaki hikâyeye dahil olmamak mümkün değil. Her fotoğrafın bir hikayesi var mı? Sizin için en özel olan sizi çok etkileyen fotoğraf çalışmanız hangisi?

Belki milyona yakın deklanşöre basmışımdır. Binlerce fotoğrafımız vardır arşivimizde. Lakin arkasında durduğumuz kareler işte sizin de belirttiğiniz hikayesi olanlardır. Hikayesi olanlar gönüllere hitap eder. Bir de buna estetik değerler eklendi mi işte o vakit bu hayata kalıcı bir eser bıraktınız demektir. Duygusal olarak anıları da içinde olduğu için çok fazla kendimce özel fotoğrafım vardır. Asıl önemli olan bakanın kendini bulduğu fotoğraflarımdır. Bir yaşlı portreme baktığında çok sevdiği babaannesini görüp hüzünlenen için işte o özel bir fotoğraftır. Birinin çocukluk mutluluklarını hissettiği bir fotoğrafım benim için özeldir. Yani izleyicilerin hissettikleri, düşünceleri bir alkış gibi sanatçının mutluluk kaynağıdır. Garp gibi ben sanatımı yaparım kim ne düşünürse düşünsün bu toprakların tarzına, düsturuna, edebine aykırıdır.

Düşüncelerimi taşıyan fotoğraflarım benim için ayrı bir yerdedir. Özümü, kültürümü, Anadolu erdemlerini anlatabildiğim karelerim benim için daha özeldir. Tarzım yaşam ve insandır. Ama şehirlerin estetik yanlarını karelediğim tribüne hitap eden karelerim de bulunur. Ben daha çok gönüle hitap eden karelerimi seviyorum. Salt göze hitap eden kareler beni çok fazla mutlu etmiyor.

''Fotoğraftaki çocuğun gözünün içindeki ışık ile fotoğraf sahibinin gözünün içindeki ışık aynı.''

Siz çektiğiniz fotoğrafla bir vizörden bir hayata bakarken bizi de o hayata dahil etmeyi usta başaran bir fotoğraf sanatçısınız. Bu anlamda 2010 yılında Avrupa’ da düzenlenen ''Güneydoğu Avrupa: Halk ve Kültür’’ fotoğraf yarışmasına damga vurmuş ve birinci olmuştunuz. Size birincilik getiren bu fotoğrafın hikayesi nedir? 

İşte benim için çok özel bir karedir bu fotoğrafım. Çünkü hayatımı değiştiren bir karedir. Bu fotoğrafı 2008 yılında Olba Yüzey Araştırmaları esnasında Mersin Silifke Olba antik kentinde çektim. Bir yemek molası esnasında fırıncının içinde bize bakan iki kardeşi gördüm. Onları bayağı bir izledim. Ağabeyin kardeşine karşı şefkatini görüp görüp mutlu oldum. Bu sahneler beni çocukluğuma götürdü ve ağabeyimin bana karşı sevgisi, birbirimize karşı muhabbetimiz aklıma geldi, duygulandım. Bu duygular ile fotoğraf makinemi aldım ve fırının penceresinden bize bakan kardeşlere gittim ve kardeşlere sordum. Kardeşini çok mu seviyorsun dememden sonra ağabey kardeşini öptü ve ben o anda fotoğraflarını çektim.

Fotoğrafı çektikten sonra kardeşleri okşamak, gözlerinden öpmek için içeri girdim ve isimlerini sordum. Halil ve İbrahim olduğunu öğrendim. Aslında yaşananlar ve isimler bu fotoğrafın ismini koymuş, hikayesini kendi kendine yazmıştı. Araştırma bittiğinde bu güzel kareyi ağabeyime armağan etmeden önce ağabeyim bana tevafuk ki “Halil İbrahim Bereketinin” hikayesini anlattı. Çok şaşırmıştım böyle bir güzel kare öncesi Halil İbrahim Bereketi hikayesi ağabeyimle habersiz birbirimizin gönlüne girmiş ve onun zihnine benim de fotoğrafıma yansımıştı. Bu duruma birlikte çok şaşırdık. O an bu fotoğrafın aramızda çok değerli bir şey olacağını anlamıştık. Daha sonra bu fotoğrafı Almanya’ya doktoraya gittiğim zaman Avrupa Birliği Parlemontusu’nun fotoğraf yarışmasına gönderdim. Fotoğraf yarışmasının finalistleri belirlenmiş halk oylamasına 10 fotoğraf sunulmuştu. 100 bine yakın oy kullanılmış ve benim fotoğrafım 80 bine yakın oy almış hem halkın hem de jürinin birincisi olmuştu. Bereket büyük bir şekilde yansımıştı. Haberi Köln’deyken aldığımda birden telefonum hiç susmamış, AB Kültür Bakanı, Köln üniversitesi rektörü, NRW eyaleti başbakanı dahil birçok kişi beni aramış tebrik etmişlerdi. Lakin ülkemden ailem dışında kimse aramamış bu ödülün önemini anlayamamıştı. Daha sonra ödül törenlerine öncelikle İspanya - Madrid’e gittim. İspanyolların en önemli galerilerinden birinde yapılan törende İspanya kralından ödül aldım. O törene büyükelçimiz de katılmışlar beni çok mutlu etmişlerdi. Çünkü kendi ailesinin tebriği çok önemli olan bir çocuk gibi ülkemden bir yetkili görmek beni çok büyük bir şekilde onurlandırmıştı. Oradaki törende çok özel bir konuşma yapmıştım ve bu bereketin hikayesini anlatmıştım. İkinci tören Brüksel’de yapıldı. Asıl ödül töreni bu tören olacaktı. Yine VIP olarak karşılandım ve çok güzel 7 yıldızlı bir otelde konaklatıldım. Otelden ödül töreninin yapılacağı galeriye geçtiğimizde kırmızı bir halı ayaklarıma serilmiş ve salona girdiğimde Barış Manço’nun Halil İbrahim Sofrası şarkısı çalınmaya başlanmıştı. Çünkü önceden bana nelerden hoşlandığıma dair sorular sorulmuş, ödül törenini ona göre organize etmişlerdi. Gözlerim dolmuş herkese teşekkür etmiştim. Daha sonra ödül törenine geçildi. Ödüller takdim edildi. Ödül törenine Afgan Kızı’nın fotoğrafını çeken dünyaca ünlü Magnum fotoğrafçısı Steve Mccurry de katılmış bir de konuşma yapmıştı. Bu konuşma ile bir ödül daha almıştım. Konuşması özetle şu şekildeydi; fotoğrafı 14 bin fotoğraf arasında gördüğümüzde bunun birinci olmasına hemen karar vermiştik. Halk oyları da gelince bu işin sırrını anlamaya çalıştım. Ödül törenine kadar anlayamamıştım. Ancak fotoğrafın sahibini görünce şimdi anladım. Çünkü fotoğraftaki çocuğun gözünün içindeki ışık ile fotoğraf sahibinin gözünün içindeki ışık aynı. İşte bu uyum fotoğrafı herkes tarafından beğenilmesini sağladı” demişti. O anda o kadar mutluydum ki keşke ülkemden bir kişi bu anlara şahit olsa diye içimden geçiriyordum. Lakin yalnızdım. Asıl görmesi gerekenler görmüyordu diye içimden geçiyordu. Bu fotoğraf daha sonra Avrupa’da bayağı bir yayıldı. Bütün başkentlerde sergilerde yer aldı. Artık Avrupalılar bu fotoğrafı bir bereket sembolü gibi restorantlarına, evlerine asıyor ve bana da telifini ödüyorlardı. Bana direkt ulaşan kişileri bilirim biz bunu evimize asacağız size bir telif ödemek istiyoruz diyenler çıkmıştı. Yani maddi anlamda doktorada ayakta kalmamı da bu bereket sağlıyordu. Bir evde haç üstünde de benim fotoğrafım vardı. Yani amacımız git gide yayılmıştı. Daha sonra Türk fotoğrafının klasiği haline gelen bu fotoğraf herkesin zihnine yerleşti. Öldüğümüzde aynı evlat, kitap gibi geriye bu fotoğrafı da bırakacağız.

Hem yurt içindeki ve yurt dışındaki fotoğraf yarışmalarına katılan biri olarak hem de fotoğraf yarışmalarında jüri ekibinde yer alan biri olarak fotoğraf yarışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Eleştirmenlerin yaklaşımı sizce nasıl olmalı?

Sanatçı olsun ya da olmasın bir insanın amacı olmalı. Amaç eğer ödül almak ise ona sanatçı denmez. Ödül bir araçtır. Ödüller sizin tanıtımınıza katkı sunar ve amacınızı gerçekleştirme yoluna sokar. Ülkemizde amaç ile araç karıştırıldığı için fotoğraf yarışmaları artık kirlenmiştir. Ancak yarışmalar olmamalı anlamı da çıkmasın buradan. Bilakis yarışmalar olmalı. Çünkü fotoğraf pahalı bir sanat. Destek şart. Bakın şu an da benim fotoğraf makinem yok. Çok pahalı (tabi kendimce) olan amacımı sağlayacak makine için bekliyorum. Artık yarışmalar ile de makineler alınamaz hale geldi. Devletin ve özel kuruluşların başarılı olduğuna inandıkları kişileri desteklemesi gerekir. Kişisel sponsorluğu teşvik edecek devletin mekanizması olmalıdır. Örneğin ben bir akademisyenim kapı kapı dolaşamam. Bunu devletin birimleri yapmalı bu bizim sanatçımız şu şu ödülleri ve misyonu var deyip vergiden düşmek şartı ile sanatçılarına destek olunmasını sağlamalıdır. İşte o vakit kültürel diplomasi ilerleyebilir. Türk sanatı ve sanatçısı gelişebilir. Bu devirde ayakta kalmak için devletin topyekûn sanatsal destek desteklerini açıklaması gerekir. Eğer bizim fikirlerimizi dinlemek istiyorlarsa her daim hazır ve uygulanabilir düşüncelerimizi iletmeye can atarız. Buna hem memuruz hem de mecburuz. Türkiye Fotoğraf Federasyonu yarışma federasyonu gibi çalışmaktadır. Ankara’nın 10 yıl tozunu yutmuş bir akademisyen olarak kim başkan olduysa bu tarz bir kapasiteye sahip olmamıştır. Sanatçıya destek yasa tasarısı hazırlamak gibi bir ufukları yoktur. Bu konuda mütevazi olamayacağım, bunu yapacak kişiler bizleriz.

Doç Dr. Akçay: ''Avrasya Fotoğrafçılar Birliği” beni bekliyor, bu organizasyonu kurmadan ölmek istemiyorum.''

Okuduğum bir röportajınızda ‘‘Fotoğraf benim için bir hizmet aracıdır’’ diye bahsediyorsunuz? Bu anlamda hedefleriniz nelerdir? Sizin Avrasya Fotoğrafçılar Birliği’ni kurmak üzere üstünde çalıştığınız bir projenizin olduğunu biliyorum. Bu proje de hedeflerinize dahil mi?

İnsana dokunmayan bilim ve sanat bence olmamalı. Yapana saygı duymasam da aleyhine hareket etmem. Benim hayata dair motivasyon kaynağım Türk devletidir. Türk devletinin ebedi surlarına bir taş da ben koyabilirsem ve düşeni kaldırabilirsem, gönüllere ışık olup insanların aklında yer edinebilirsem hayata dair amaçlarımı gerçekleştirmiş olurum. Bu çerçevede bilimsel ve sanatsal faaliyetlerimi insanlığa faydalı hale getirmenin yollarını arıyor ve ona dair çalışıyorum. Bu yüzden de “Bilim ve Sanat Ülkeme Hizmet Etme Aracıdır” sözümü geleceğe armağan ettim. Bu ilk söylediğim zamanlarda çok eleştirilmiştim. Ülkemizin kronik hastalığı olan etiketleyip eleştirme hastalığı benim üzerime de yapıştırılmak istendi lakin bizi tanıyanlar buna inanmaması gerektiğini çok iyi öğrendi. Hayal etmeden gerçek doğmuyor. Bu organizasyon gönül coğrafyamızı ilgilendiriyor. Türkiye merkezli bu organizasyon ile liyakat usulü, akademik bir adaletle unvanlar dağıtan, sergiler - yarışmalar gerçekleştiren devlet destekli bir teşkilat yaratmaya çalışıyorum. Türki cumhuriyetleri ve halklarını Balkan ülkelerini, Arap dünyasını kapsayan bu proje ülkemizin stratejisinin bir parçası olmalıdır. Amacı ülkemizin bir yumuşak gücü olmaktır. Dünyada FIAP var evet ama bu FIAP para ile unvanlar dağıtıyor ve içi boş logo organizasyonları yapıyor. Bu çerçevede Türkiye kendi FIAP’ını daha etik gerçekleştirmeli ve okey masasını kendi kurmalıdır. Bu organizasyon için kültürel manada diplomasiyi anlayan ve strateji haline getiren sanatçılar artmalıdır. Ben şu ana kadar çok tanımadım. Gönlü güzel olmak var bir de bunu strateji haline getirip diplomasi perspektifinde değerlendirenler var. Bir de ikisine de sahip olanlar var. “Avrasya Fotoğrafçılar Birliği” yine beni bekliyor. İnşallah bu organizasyonu kurmadan ölmek istemiyorum. Buradan da fotoğraf ile ilgilenen ve sanatı felsefi anlamda düşünsel dünyalarında algılayan, uygulayan Sayın İbrahim Kalın ve Fahrettin Altun bürokratlarıma seslenmek istiyorum. Gelin bu organizasyonu Cumhurbaşkanlığı himayesinde birlikte kurgulayalım biz olalım ya da olmayalım. Bu organizasyon Türk devletine, Osmanlı sayesinde geniş bir bakiyeye sahip Türkiye Cumhuriyeti’ne, Selçuklu gibi Türk geleneğine yakışır.

Fotoğraf sanatı sadece bir deklanşöre basmak değil aynı zamanda o fotoğrafa bir anlamda katmaktır öyle değil mi? Bu anlamda ülkemizdeki fotoğraf sanatına verilen önemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de fotoğraf sanatı nerede? Fotoğraf sanatının gelişimi için atılması gereken adımlar sizce neler? Bu alan nasıl desteklenmeli?

Yukarıda da kısmen belirttiğim gibi;

-Devletimizin kişisel değerleri destekleyen bir menajer gibi çalışan bir birime ihtiyacı var. Kişisel yetenekleri tespit edip onlara imkanlar yaratacak bu birim sanatçısına sahip çıkacak ve onu bir yumuşak güç haline getirecek. Bu noktada projemiz hazır eğer istenirse ilgili birimlere sunarız.

-Başka bir mesleği olup da sanatçı olan çok fazla yetenek var. Dünyaya hitap edecek bu yetenekler için bir yasa tasarısı hazırlanmalıdır. Çünkü şu dönemde sanat yapmak mali anlamda çok zor hale gelmeye başladı.

-Türkiye Fotoğraf Federasyonu’nun ivedi bir şekilde restorasyona ihtiyacı var. Yıkılsın yeniden yapılsın demiyorum. Yeniden yapılanması şart. Başkanlarının devlet ile barışık, diplomasiyi bilen, bürokrasiden anlayan kişilerden seçilmesi gerekir. Salt fotoğrafı bilmek yönetmek için yeterli değildir. Eski olmak, yaşlı olmak bir kriter olamaz. TFSF’nin yarışma organize eden bir kurum olmaktan çıkıp sanatsal bir yumuşak güç haline gelmesi gerekir. Fikirlerimiz hazırdır isteyene gönülden sunarız.

-Kuracağımız Avrasya Fotoğrafçılar Birliği de çok önemli bir ayaktır. Liyakat usulü bir sistem ile unvan veren, kadına şiddet varsa kadınlara destek için görseller hazırlayan, çocuklar ölüyorsa kamuoyu oluşturacak görseller üreten yani dünyanın insancıl ne kadar ihtiyacı varsa duyarlı olacak bir sanatsal güç Türkiye’ye yakışır.

-Fotoğraf sanatçılarımızı destekleyecek bir ana proje yer almalıdır. Şu an dağınık haldeyiz. Örneğin söylemekten kesinlikle geri durmayacağım. Ülkemizin sanatsal fotoğraf haritası çıkartılmalıdır. Geçmiş -yıllarda niyetlendiğimiz lakin bunun devlet desteğini alarak yapmamız gerektiğine kani olduğumuz “Türkiye’nin Fotoğraf Haritası” projesi de sanatçılarımızı besleyecek kendilerine proje fotoğrafçısı olma yolunu açacaktır. Şu an tekil kareler üretiliyor bu da kes kopyala yapıştır yani taklit fotoğrafçılığını doğuruyor. Bunu önüne geçebilmek için fotoğraf sanatını yönetmeniz gerekir. Böyle bir konsensüs olursa talip de oluruz.

-Milli ve yerli bir fotoğraf markamızı da oluşturmamız gerekiyor. Nikon Canon şu bu inanılmaz bir kartel. Bunu kırmamız gerekiyor.

-Marka organizasyonlarımızı oluşturmamız gerekiyor. Devlet Fotoğraf Yarışmamızın ödül törenine bir bakın sıkıntıyı siz de anlayacaksınız. Bir de Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkemizle kıyaslanmayacak HIPA yarışmasına bakın. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. Türk devletine yakışır milli organizasyonları bulmamız ve organize etmemiz gerekiyor. Örneğin Türk Bayrağı Fotoğraf Yarışması nasıl güzel bir konudur. Bunu bir marka haline getirmek çok istiyorum.

Son olarak, şu an Alanya’da yaşadığınızı biliyorum. Sosyal medya hesabınızdan da sık sık Alanya’ya ve Gazipaşa’ya dair çektiğiniz fotoğrafları paylaşıyorsunuz. Bu Alanya ve Gazipaşa’nın tanıtılması için yapılan bir hazırlığın habercisi mi yoksa?

Yaşadığım coğrafyaya bilimsel ve sanatsal hizmet etmek üstte de dediğim gibi motivasyon kaynağım. Şu an cennetten bir köşe olan Alanya’da yaşıyorum ve Gazipaşa’dan da arkeolojik bir çalışma almayı planlıyorum. Bu iki cenneti görsel anlamda aktarabilmek, destinasyon çeşitliliğini oluşturabilmek ve Alanya Turizmine katkı sunabilmek için mensubu olduğum Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi’nin Bilimsel Araştırmalar Birimi’ne bir proje sundum. Bu proje ile birlikte Alanya ve Gazipaşa’nın bütün tarihi ve arkeolojik alanlarını sanatsal bir gözle fotoğraflayacağım. Bu eserleri de üniversiteme vereceğim ve yurtdışına yönelik organizasyonlarla Alanya’yı tanıtmaya çalışacağım. Yeni geldiğim üniversitem beni ziyadesiyle motive ediyor. Turizm Fakültesi dekanım Prof. Dr. Burçin Cevdet Çetinsöz de marka çalışan Turizm sektöründe çok önemli bir isimdir. Dekanımla yapacağımız sanatsal ve turizm sektörüne yönelik projeler bölgeyi hareketlendirecek kapasitede önemli çalışmalardır. Bu noktada rektörüm Prof. Dr. Ekrem Kalan hocam da ülkemizin en genç rektörlerindendir. Aynı zamanda kendisi tarihçi olması hasebiyle bizlere çok önemli bir destektir. Bu çerçevede Alanya için sayın rektörüm bir şanstır. Böyle bir ortamda bize düşen de büyük ve milli projeler ile Alanya ve Gazipaşa’ya hizmet etmektir.

HABERNEDİYOR.COM / KÜBRA ÖZGÜ - ÖZEL HABER

Yorumlar (0)