Vahap Aydoğan: ‘‘Sanat anlayışımın temeli güven duygusuna dayanıyor’’

Hiç kuşkusuz ki sanat, insanı ve duygularını anlatmanın en güzel yolu. Öyle ki günümüz de sanatın fiziksel, duygusal ve bilişsel zorluklarla karşılaşan bireylere anlamaya ve kendini ifade etmeye yönelik yeni yollar sağladığı uzmanlar tarafından da sıkça vurgulanıyor. Bazen bir şiirin mısraları, bazen bir şarkının sözleri, bazen de tuvalle yapılmış bir resim size çok tanıdık gelebilir. Duygularınız, hisleriniz ve yaşanmışlıklarınız sizi o anda ele verir. Öyle bir an olur ki baktığınız bir resimde bir hayat görürsünüz. Bu hafta kişilerin duygularını ve biyografilerini tuvale yansıtan Sürrealist Ressam Vahap Aydoğan ile bir röportaj gerçekleştirdik. Detaylar röportajımızda…

KÜLTÜR-SANAT 15.08.2022, 17:01 15.08.2022, 17:33
Vahap Aydoğan: ‘‘Sanat anlayışımın temeli güven duygusuna dayanıyor’’

Vahap Aydoğan, sürrealist bir ressam. Resimlerinde kadını ve duygularını odak noktası olarak alıyor. Daha önce hiç tanışmadığı ve konuşmadığı kişilerin yaşam hikayelerini, onlardan yazılı olarak aldıktan sonra yaşamlarını tuvale yansıtıyor. Aslında Ressam Aydoğan, o yaşamları gözler önüne seriyor da diyebiliriz. Resimlerinde çatlamış duvar ve iskambil kağıtları gibi bazı imgeleri sık sık kullanan Aydoğan, merak ettiğimiz tüm soruları yanıtladı ve resim sanatının kapılarını okurlarımız için araladı. Ressam Vahap Aydoğan’ın yaptığı resimlere baktıkça kendimi başka bir yaşamın kapısını aralamış gibi hissettim. Açıkçası o kapının ardındaki yaşamları merak ettim. Tuvallere çizdiği kadın portrelerine baktıkça o kadınların hikayelerini okumaya ve anlamaya çalıştım.

Vahap Bey, sizi resimleriniz ve çalışmalarınızla tanıyoruz fakat daha yakından tanımak isteriz. Vahap Aydoğan, nasıl biridir? İç dünyasında nasıl yaşar? Tuvallere yansıttığı resimlerde kendisine de rastlamak da mümkün mü? Tablolarınızda yaşamınızdan izler var mı?

İnsanın kendisini anlatması zor bir süreç. Kendimi, karmaşık bir düş dünyası olan, sayısal verilerden uzak, mitoloji ve arkeolojiye bağlı, insanda ve dünyada çok renkliliği benimsemiş, gerçeküstü düşünceden kendisini alamamış, farklı fikirleri bir kalpte birleştirmiş, yaşam olarak tamamen resme yönelmiş biri olarak ifade edebilirim…Tablolarda yaşamımdan izler kesinlikle var. Kişiliğim ve yaşadıklarım sanat anlayışımın inşasına yön verecek kadar etki etti desem daha doğru olur.

Aydoğan: ‘‘Güven duygusu, insan yaşamında ilişkilerin terazisidir’’

Sizi tanıma fırsatı bulduğumdan beri özellikle sosyal medya hesabınızdan paylaştığınız resimlerinize bakıyorum. Her resim bir başka yaşam hikayesini fısıldıyor. Bildiğim kadarıyla da resimlerini yaptığınız kişilerle daha önce hiç tanışmıyor, konuşmuyorsunuz. Peki bu süreç nasıl ilerliyor, anlatır mısınız?

Güven duygusu, insan yaşamında ilişkilerin terazisidir. Sanat anlayışımın temeli güven duygusuna dayanıyor. Bu yüzden biyografisini çizdiğiniz insanın size güvenmesi ve tamamen yaşantısını size aktarması için çok güçlü bir bağa ihtiyaç duyarsınız. Benimle çalışmak isteyen kişiler ile yazılı olarak iletişime geçiyorum. Çalışacağım kişi hakkında çok seçici davranıyorum. Sonra soru cevap yoluyla günler hatta bir ayı bulacak kadar geniş bir zaman diliminde imgeleri bulup tabloda birleştiriyorum. Sorulardan aldığım cevapları imgelere, imgeleri de sürreal bir yaklaşım ile tabloya kodluyorum.

‘‘İnsan başka hayatlarda teselli bulup benliğini yaralamamalı!’’

Hikayesini resmettiğiniz kişilerden mutlaka geri dönüş alıyorsunuzdur ama ben en çok o resimlerdeki hayatlara şahit olan diğer kişilerin ilgisini merak ediyorum. Resimlerin kişilerdeki etkisini görünce neler hissediyorsunuz?

İnsan başka hayatlarda teselli bulup benliğini yaralamamalı! Hayata bir daha gelsem diye başlayan cümleler de kişiler hep idealinde olmak istediği kişiyi tasvir eder. Oysa takvim yaprakları bir daha geri gelmeyecek. Yarınların güzelliğini, olumsuz geçen geçmişe kurban etmeyecek şekilde yaşamalı… Demek istediğim yüzlerce biyografide, binlerce hayatın izlerine tanıklık ettim diyebilirim. Her tabloda kendi hayatına, kendine benzettiğini söyleyen birçok kişiye rastladım. Bendeki hissiyat olumlu ve olumsuz tüm hislerin bileşkesi oluyor. Bir kişiyle mutlu olurken başka bir kişi ile de dertlenebiliyorsunuz…

‘‘Mardin’den Çanakkale’ye mitoloji ve arkeolojinin mabedinde yaşıyoruz’’

Sürrealist Ressam deyince hepimizin aklına ilk olarak Salvador Dali geliyor. Dali’nin resimlerinde zaman imgelerine sık sık rastlamak mümkün. Sizin de resimlerinizin hemen hemen hepsinde çatlamış duvar, iskambil kağıtları, bazı mitolojik imgeler ve sayılar görmek mümkün. Bunların bir anlamı ve nedeni var mı? Neden çatlamış duvar ve iskambil kağıtları?

Çatlamış duvarlar: aile bağları ve yaşadığım coğrafyanın bana kattığı, ya da benden aldığı izlerdir aslında. Sıradan çatlaklar olsaydı keşke… İskambil kağıtlarını asla günümüzdeki oyun kartları mantığıyla temsil etmiyorum. Her birinin kendisine ait bir dili bir karakteri var. Çalıştığım kişinin karakterine göre stilize etmeye çalışıyorum. Mardin’den Çanakkale’ye mitoloji ve arkeolojinin mabedinde yaşıyoruz. Bu mabetten etkilenmemek mümkün değil. Aslında resimde olduğu gibi sanatın her dalında sanatçının kendisine ait imgeleri vardır. Bazen takıntılarımız bazen travmalarımız, bazen vicdanımız bazen de geçmişimizle yüzleşir onda kalırız. Sanatı icra edenlerin de takıntıları özümsedikleri belki de acı verdiği, sevdiği imgeler onunla karakterize olur onun tarzı onun olmazsa olmazı olur. Ama kimi imgeler zaman yolculuğunda flulaşır, kimi imgeler ise parlar yeni başlangıçlara yelken açar. Bir devinim içinde uçsuz bir derya gibi akmaya devam eder.

Aydoğan: ‘‘Kadın cinayetleri Türkiye’de politize edilmemesi gereken bir konu!’’

Her tablonuz önemli ve değerli. Fakat öğrendim ki "Düş ve Döngü" ismini verdiğiniz gerçek bir kadın cinayetini konu alan eseriniz sizin için ayrı bir öneme sahip. Kadına yönelik şiddete toplumsal farkındalık oluşturmaya çalışan biri olarak bu konuda örnek bir sanatçı kimliğinizin olması sizi nasıl etkiliyor?

Bu konu ve toplumda infial yaratılan her konuda, her birimizin bir misyonunun olması gerektiğine inanan biriyim. Büyük harfler ile söylemek isterim ki kadın cinayetleri Türkiye’de politize edilmemesi gereken bir konu. Devletin aile içi şiddete tarafsız kalmasını oluşturacak koşullar bugün ne yazık ki ortadan kaldırılmıştır. Asıl tehlike ise ülkemizdeki demografik yapının değişmiş olması ve artan göçler konuyu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Daha öncede belirttiğim gibi suç ve ceza arasındaki ilişki çok zayıf kalmakta ve bu zayıflık kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini, önleyici bir kalkan olarak yetersiz bırakıyor. Beni derinden etkileyen konulardan biride henüz çocuk yaşta olan kişilerin rıza kavramı üzerinden istismar edilmesi ya da akla gelecek her türlü cinneti yaptıkları halde iyi hal diye cezada indirime gidilmesi. Bu yaşanan olumsuzluklar içinde tablolarımda kadın cinayetleri üzerinden farkındalık yaratmaya devam edeceğimi söylemek isterim.

Sosyal medya hesabınızda resimlerinizi çizerken ve boyarken bazı kısa kısa videolar çekip paylaşmışsınız. Bu videolarda dikkatimi çeken bir diğer konu ise arka planda çalan müzikler oldu. Resimlerinizi yaparken müzik dinler misiniz?

Resim çizerken tam odaklandığımda tablonun o an içinde oluyorum. Dışa kapalı hale geliyor algılar. Ama resim çizerken elbette müzik dinliyorum. Etnik ve enstrümantal müzik dinlemeyi severim.

Çalışmalarınızı incelediğimde arkeolojiyle de ilgilendiğinizi fark ettim. Hatta tablolarınızda Göbeklitepe’yi de imge olarak kullanmışsınız. Arkeoloji ve resim arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde aslında aralarında yakın bir ilişki olduğunuz söyleyebiliriz, değil mi?

Arkeoloji, bize tarih süzgecinin en derin yanını sunar. Yani salt bir taşa bakmak ile tarihi kalıntıları değerlendirmek arasında çok büyük farklar var. Yazının icadından önce insanların yaşamlarını, inançlarını beslendikleri kaynakların tamamına resim rehberlik etmiştir. Neye nasıl baktığımızla ilgili bir konu. Ben o taşlara, kalıntılara baktığımda insanın o çağda, o şartlarda nasıl yaşadıklarını ve nasıl inandıklarını hep merak etmişimdir. Bugünün ruhuyla 12 bin yıllık tarihsel süreçte neler değişmiş neler yapılmış, insanın doğasındaki zenginlikleri ve tarihsel süreçler içindeki kayıpları, kazanımlarını test etmeye çalıştığımızda inanılmaz bir dönüşüm görmekteyiz. Bu dönüşümün anlatım biçiminin çoğunu resmin figüratif özelliği bize yol göstermiş ve şüphesiz derin bir bağ oluşturmuştur. Bende en büyük etkiyi yaratan ihtişamlı yapısı ile Göbeklitepe olması da çok doğaldır. İlk kazılarından bugüne değin hep takibinde oldum. Bu bakımdan tarihi dokular ve mekânlar hem ilgimi çeker hem de yaptığım çalışmalarda mutlaka bir nüans olarak bulundurmak isterim.

‘‘Sanatı ve resim çizmeyi Diyarbakır’daki keçi burcunda açılan sergide keşfettim.’’

Resimleriniz hakkında konuştuk ama merak ettiğimiz bazı sorularım daha var. Kendinizi, yeteneğinizi ve resim sanatına olan ilginizi nasıl keşfettiniz?

Aslında resim çizmeye herkes gibi bende okulda başladım ama kilden biblolar yaptığım zamanları anımsadığımda baya küçüktüm. Olumsuz olan örgün eğitim hayatımın hiçbir kademesinde resim dersimin olmayışı bir talihsizlikti. İnanılmaz başarısız bir öğrenci olduğum için akademik temel dersler bana hep ağır gelirdi. Belki bir yol belki de sığınacağım bir alan seçtim diyebilirim. Sanatı ve resim çizmeyi tam olarak Diyarbakır’daki keçi burcunda açılan sergide keşfettim. Sergideki eserlerden o kadar etkilendim ki surlar ile bir bütün olmuşçasına alıp götürmüştü beni. Resim sanatının bana iyi geldiğini ve bu yolda devam edeceğime o gün karar vermiştim. Sonrası ise Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde eğitim sürecim, sergiler ve en son halkası olan biyografi çizimlerimdir.

Sizin gibi resim sanatına kıymet veren gençlere neler tavsiye etmek istersiniz?

Resim ve sanata olan ilgi ülkemizde farkındalık bakımından çok geri planda işlenen bir konu. Çocuğunun ileride iyi resim çizsin diye belli kurumlarda eğitim görmesini isteyen aileler çok az. Bundan dolayı resim ve sanatla ilgilenen gençlerin sayısı maalesef kısıtlı. Sanata ve resime ilgisi olan gençlere; umut ettiklerinin ve hayallerinin peşinden yılmadan koşmalarını tavsiye ederim. Uygulama olarak da sadece gördüklerini değil, hayal ettiklerini stilize etmelerini, soyut düşünceyi somut bir düzlemde sunmalarını öneririm.

Ülkemizde resim sanatına ilgi sizce nasıl? Gereken önem veriliyor mu?

Keşke bu konuda daha iyimser bir cevap verseydim. Öncelikle sanata olan ilgi küçük yaşlarda desteklenmesi gereken bir konu. Bugün Türkiye’de sanata olan eğilimin ayrıştığı yer güzel sanatlar liseleri. Bu tarz okulların sayısı çoğu ilimizde bir okul ile sınırlı oluyor. Yani milyonlarca insanın yaşadığı illerde bir okul ile sınırlı kalan bir düşünce ne kadar başarıya gebe olabilir ki?

Duyduğumuza göre dijital bir sergi planınız varmış. Bu anlamda çalışmalarınız nasıl ilerliyor?

Bu tarz sergiler daha çok izleyiciye ulaştığı için benim çok önemsediğim bir tarz. Belli kriterler olgunlaştığında daha kesin konuşabilirim ancak daha teknik ve işin içine daha da izleyiciyi katma çabam olduğu için süreç ilerliyor ve bu yönde çalışmalarım devam ediyor…

Son olarak, yakın zamanda bir serginiz olacak mı?

Açıkçası biyografi çizen biri olarak insan yaşamını ve özelini sergilemek başlı başına cesaret isteyen bir durum. Çoğu insan yaşamının sergilenmesini istemez. Belli izinler dahilinde arkeolojik bir alanda sergi açmayı düşünüyorum ama kısa zamanda böyle bir düşüncem yok. Uzun bir hedef olarak düşünüyorum.

HABERNEDİYOR.COM / KÜBRA ÖZGÜ - ÖZEL HABER

Yorumlar (0)