Harf devriminin dünü ve bugünü

Bugün 1 Kasım 2019, Harf İnkılabının 91.yıl dönümü. Günümüzde dahi pek çok tartışmaya sebep olan “Harf İnkılâbı’nın nedenleri nedir?” “Neden Arap alfabesini bırakıp Latin Alfabesine geçtik?” gibi soruların cevabı haberimizde…

GÜNDEM 01.11.2019, 17:39
Harf devriminin dünü ve bugünü

Abdülhamit’in Latin harfleri fikri

Sosyal medyada II.Abdülhamit’e ait olduğu iddiasıyla dolaşan “Siyasi Hatıralarım” isimli bir kitabın var olduğu biliniyor. Pek çok tarihle ilgili şahsın da başvurduğu ve Latin harflerinin Kabulü konusunda magazin değeri taşıyan bilgiler içeren bu kitaba göre ünlü padişahın “Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur.” diyerek Latin harflerine yönelik olumlu bir tavra girdiği iddiaları mevcut.



Türk araştırmacı-gazeteci-yazar Murat Bardakçı ise 25 Kasım 2018’de “Abdülhamid’in hatıra defteri yoktur, bu isimdeki kitap sahtedir, inanmayın ve kullanmayın!” başlıklı yazısında bu iddiaları yalanlıyor. Bardakçı,  kitabın 1919 yılında haftalık bir dergide 4 ay boyunca yayınlanarak 1922’de “Hâtırât-ı Abdülhamid Hân-ı Sânî” adıyla kitap haline geldiğinin ve bu “sahte hatıraların” uydurma olduğunun altını çiziyor.

Osmanlı’da Latin harfleri tartışmaları

Türklerin kullandığı alfabeler başlıklı haberimizde belirtildiği gibi Arapça temelli Osmanlıca’nın, günlük hayatta seslendirilen sözcüklerin doğru ifadesine imkân tanımadığına yönelik ilk tartışmalar 1860 sonrası başlıyordu.

1860’ların başında Azerbaycanlı şair Ahundzade Feth Ali’nin saraya Arapça harflerin zorluğu, bunun dinî bir temeli olamayacağı ve yeni bir yazı sisteminin iyi olabileceğine yönelik bir tasarı sunduğu biliniyor.

Dönemin aydınlarından “Vatan Şairi” olarak bilinen Namık Kemal, basın hayatına atıldığı yıllardan başlayarak, gazetelerde, yazdığı makalelerde ve mektuplarında Arap harflerinin iyileştirilmesini savunuyordu ancak Latin harflerinin kabulünün karşısında duruyordu. Aynı dönemde tartışmalara katılanlar arasında Ebüzziya Tevfik, Hüseyin Cahit, Şemseddin Sami, Halit Ziya ve Mahmut Esat Efendi de bulunuyordu. Tartışmaların iki kutbu, Arap harflerinin iyileştirilmesi ve Latin harflerinin kabul edilmesi olarak belirleniyordu. Sonuçta ise basın hayatı artık her yazarın kendine göre bir yazı sistemi geliştirdiği bir karmaşıklığadoğru sürükleniyordu.

Bu karmaşıklığı önleyip en azından askerî meselelerde bir ölçüt getirebilmek adına Enver Paşa tarafından 1913 yılında ayrık harflerle yazılan “Ordu Elifbası” ya da “Enveriye yazısı” olarak anılan bir sistem önerilse ve bir süre kullanılsa da ardından patlak veren I.Dünya Savaşı sebebiyle yine eski yazı kullanılır olmuştu.

Cumhuriyet öncesi Latin harfleri tartışmaları

Latin harflerinin kabulü yahut harf devrimi mevzusu 22 Temmuz 1922 tarihinde Azerbaycan Hükümeti’nin Latin harflerini kabul etmesiyle beraber ülke gündemine tekrar giriyordu. Azerbaycan’da kabul edilmesinin Anadolu’da yankı buluyor olmasının sebebi ise Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” eserinde vurguladığı Türkçülük ve İslamcılık ideolojileri arasında bir çatışma olarak okunuyordu. İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp gibi dönem aydınlarının “Dilde,fikirde,işte birlik” vurgusuyla da ortaya çıkan bu fikirlere muhalefet ise “İslam birliğini bozacağı” korkusuyla bir başka kanattan geliyordu.

Cumhuriyet’in hemen öncesindeki süreçte Latin harflerinin Osmanlı topraklarında yankı bulmaya başladığına dair örneklere ise resmî yazışmalarda kullanılan telgraflarda rastlanıyordu. Bunun yanında Avrupa’daki Osmanlı bürokratları, bankacılıkta, bürokraside ve hariciye işlerinde Fransızca kullanmaya başladığı ölçüde kullanımı da yaygınlaşıyordu.

Cumhuriyet döneminde tartışmalar ve kabulü

Cumhuriyet döneminde tartışmaları alevlendiren ise 26 Şubat ila 6 Mart 1926’da Bakü’de toplanan I.Türkoloji Kongresiydi. 71 Türkolog’un katılımıyla gerçekleşen kongrede alınan kararlar 1927 yılında “Yeni Türk Alfabesi Merkez Komitesi” öncülüğünde uygulanmaya başlıyordu. Bu kararlar doğrultusunda Türk halklarının ve Azerbaycan’ın ortak alfabesi olarak Latin harfleri temelli bir alfabe hazırlanıyordu.

Kongre sonrasındaki dönemde Osmanlı’dan beri devam eden tartışmaların ve dönemdeki fikirlerin değerlendirilmesiyle Mustafa Kemal 1928 yılına gelindiğinde bu harf inkılabı ihtiyacını “ya altı ayda ya da hiç” şeklinde ifade ettikten sonra o sene Ocak ayında başlayan süreç 1 Kasım 1928’de nihayete ermişti.

Bu gelişmeler ardından Sovyetlerdeki Türk halklarından 1928’de Nogay Türkleri, 1929’da Kırım Türkleri, 1928’de Özbekistan, 1930’da ise Kumuklar Latin harflerine geçiyordu. Bu durum da Türk dilleri konuşan topluluklarda alfabede bir ortaklık sağlıyordu. Bu ortaklık daha sonra 1939 yılında Sovyet Rusya’da Stalin iktidarı döneminde Türkî Cumhuriyetlerde Kiril alfabesi kullanımının zorlanmasıyla beraber bozulacaktı.

Sonuç olarak

Bu mühim inkılabın iki önemli sebebi olarak Arap temelli alfabenin Türkçe’yi ifade etme konusundaki yetersizliğiyle beraber bunun okuma yazma oranlarını düşürmesinin engellenmesi ve Türk Dünyasıyla ortaklık sağlamak ön plana çıkıyor. Tartışmanın bugününe gözler çevrildiğinde ise geçtiğimiz ayın ortalarında 7.si gerçekleşen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nde Nazarbayev’in vurgusunu akıllara getiriyor.

Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi

2009 yılında Türk dili konuşan ülkeler için çok boyutlu bir iş birliğini destekleme amacıyla kurucu üyeler Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye inisiyatifiyle kurulmuştu. Birliğin temellendiği siyasî zemin ise Eylül 2009 Nahçıvan Anlaşması ve Eylül 2010 İstanbul Bildirisi olarak karşımıza çıkıyor. Kuruluşunun ardındaki süreçte 1992’den beri devlet başkanları zirveleri şeklinde gerçekleşen iş birliğinin müşterek bir siyasî zemine oturması bulunuyor.

Konsey’in temel amaçları olarak Nahçıvan Anlaşması’nın maddelerine göre öne çıkan başlıklarda;
 

  • Taraflar arasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi;Bölge ve bölge dışında barışın korunması;
  • Dış politika konularında ortak tutumlar benimsenmesi;
  • Uluslararası terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık ve sınır ötesi suçlarla mücadele için eylemlerin koordine edilmesi;
  • Ortak amaçlarla ilgili her alanda etkili bölgesel ve ikili işbirliğinin geliştirilmesi;
  • Ticaret ve yatırım için uygun koşulların yaratılması;
  • Kapsamlı ve dengeli bir ekonomik büyüme, sosyal ve kültürel gelişimin amaçlanması;
  • Hukukun üstünlüğünün sağlanması, iyi yönetim ve insan haklarının korunması konularının tartışılması;
  • Bilim, teknoloji, eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi;
  • Kitle iletişim araçlarıyla etkileşimin ve daha yoğun bir iletişimin teşvik edilmesi;
  • Hukuki konularda bilgi değişimi ve adli işbirliğinin teşvik edilmesi bulunuyor.

Nazarbayev’den Gaspıralı İsmail’i hatırlatan vurgu

Türk Konseyi Ömür Boyu Onursal Başkanı seçilen Kazakistan kurucu Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in “Türk dilli Devletler demeyelim, Türk Devletleri diyelim” dediği biliniyor. Nitekim geçtiğimiz sene 2018 yılında 42 harften oluşup yaklaşık 80 yıldır kullanılagelen Kiril alfabesi temelli Kazakça yerine 2018 yılı itibariyle Latin harflerine geçiş için de duyuruyu “Aksakallı” lakaplı Nazarbayev yapmıştı.

Nazarbayev’in vurgusu anlamında Türk Konseyi’ne Özbekistan’ın katılımı, dört kurucu üyenin de Tek Kuşak Tek Yol projesine katılımına benzer başlıklarla dil birliğini aşıp, Gaspıralı’nın dediği gibi fikirde ve işte de aktif bir biçimde birlik olup olmayacağı ise Türk dış politikası açısından belirleyici olabilecek bir başlık olarak görülüyor.

Yorumlar (0)