50 milyon can alan İspanyol gribi dünyada nasıl bir iz bıraktı?

1918 ile 1920 yılları arasında dünyanın kabusu haline gelen İspanyol gribi dünyanın üçte birini hasta etmiş, tahminen 20 ila 50 milyon insanın ölümüne yol açmıştı. Peki salgın bittiğinde dünya ne haldeydi ve salgından çıkış deneyimi bugünkü Kovid-19 için ne  ipuçları veriyor?

GÜNDEM 30.04.2020, 18:17 30.04.2020, 18:54 Hanife
50 milyon can alan İspanyol gribi dünyada nasıl bir iz bıraktı?

Yirminci yüzyılın başlarında dünyanın kabusu haline gelen büyük İspanyol grip salgınını hatırlamanın tam zamanı. 

1918 ile 1920 yılları arasında insanların kabusu haline gelen bu salgın 2 milyardan az olan dünya nüfusunu 2 yıl içerisinde, üçte birini hasta etmiş ve tahminen 20 ila 50 milyon kişinin canına mal oldu.  En düşük tahminler bile doğru olsa, İspanyol gribi aynı dönemde devam eden Birinci Dünya Savaşı’ndan daha çok can almış oldu.

Dünyanın Kovid-19 kriziyle başa çıkmaya çalıştığı şu dönemde bizlerde yirminci yüzyılın kabusu İspanyol gribi sonrası dünyada neler olduğuna baktık.

1921 çok başka bir dünyaydı

Dünyanın son 100 yıl içinde çok değiştiğini aklımızdan çıkarmadan gelin neler olmuş bir bakalım.

O dönemde tıp ve pozitif bilimlerin sunduğu imkanlar bir salgınla baş etme bakımından çok daha sınırlıydı.

Doktorlar İspanyol gribine bazı mikro organizmaların yol açtığını ve hastalığın insandan insana bulaşabildiğini biliyordu ama hastalığın sebebinin virüs değil bir bakteri olduğunu düşünüyorlardı.

Tedavi imkanları da çok sınırlıydı. Düşünün ki dünyada ilk antibiyotik 1928 yılında bulunmuştu. İlk grip aşısının sunulması ise 1940’ları bulmuştu.

Daha da hayati olan halkın genel olarak ücretsiz başvurabileceği sağlık hizmetlerinin bulunmamasıydı. Zengin ülkelerde bile hijyen hala önemli bir sorundu.

‘Pale Rider: The Spanish Flu of 1918 and How it Changed the World' adlı kitabında İspanyol gribinin dünyayı nasıl değiştirdiğini anlatan bilim yazarı Laura Spinney “sanayileşmiş ülkelerde doktorların çoğu özel muayenehanelerde ya da yardım kuruluşları veya dini kurumların açtığı hastanelerde çalışıyorlardı ve çoğu insanın doktora ve hastaneye erişmesi mümkün değildi” diyor.

Hayatını kaybedenlerin çoğu erkek

Daha da vahimi ise İspanyol gribinin daha önceki grip salgınlarından örneğin 1889-90 yılları arasında dünya çapında 1 milyon insanın ölümüne yol açan salgından farklı bir yapıya sahip olmasıydı.

Virüs 20 ile 40 yaş arasındaki erkeklerde çok daha öldürücü oluyordu. Bunun bir sebebi muhtemelen hastalığın önce devam eden Birinci Dünya Savaşı cephesindeki kalabalık askeri kamplarda başlayıp, evlerine dönen askerler tarafından dünyaya yayılmasıydı. Salgın en çok da yoksul ülkeleri etkiledi.

Harvard Üniversitesi’ndan Frank Barro 2020 yılında yayımlanan araştırmasında ABD nüfusunun binde beşinin (550 bin kişi) İspanyol gribinden öldüğünü tahmin ediyor. Hindistan ise İspanyol gribi salgınında nüfusunun yüzde 5,2’sini yani 17 milyon insanı kaybetti.

‘1918 Pandemisi’ kitabının yazarı Catharine Arnold “I. Dünya Savaşı ve İspanyol gribinin yol açtığı ölümler geride bir ekonomik yıkıntı bıraktı” diyor.

Arnold'un büyük anne ve babası da İngiltere’de bu hastalıktan ölenler arasında.

"Bir çok ülkede salgından sonra ailenin dükkanını açacak, tarlasını sürecek, hayvanını besleyecek, mesleğini ve ticaretini icra edecek, evlenip ölenlerin yerine yeni kuşaklar yetiştirecek genç erkeklerin çoğu ölmüştü” diyor.

O kadar çok erkek ölmüştü ki milyonlarca kadın kendilerine bir eş bulamamışlardı.

Yeni iş gücü kadınlar

İspanyol gribi ardından belki 14. yüzyılda yaşanan Kara Veba salgını sonrasında feodalizmin düşüşü gibi büyük bir toplumsal dönüşüm yaşanmamış olabilir ama kesin olan bir şey birçok ülkede toplumsal cinsiyet rollerini kökünden sarsmış olması.

Texas A&M Üniversitesinden araştırmacı Christine Blackburn ABD’de ölümler sonucu ortaya çıkan iş gücü sıkıntısının kadınlara çalışma hayatının yolunu açtığını söylüyor ve “Kadınlar 1920’ye gelindiğinde ülke çapında toplam işgücünün yüzde 21’ini oluşturmuştu” diyor.

Aynı yıl Amerikan Kongresi, Amerikan kadınlarının oy verme hakkını tanıyan Anayasa değişikliğini (19. Madde) kabul etti.



Blackburn “1918 gribinin birçok ülkede kadın hakları üzerinde etkisi olduğuna ilişkin kanıtlar var” diyor.

Gribin çalışma hayatındaki bir başka etkisi iş gücü sıkıntısı nedeniyle bazı ülkelerde işçi sendikalarının güçlenmesi ve yine bazılarında işçi ücretlerinin artırılması oldu.

ABD’de resmi rakamlar imalat sektöründe ortalama işçi ücretinin 1915’te 21 cent iken 1920’de 56 cente çıktığını gösteriyor.

Yeni kuşaklar sırtlarında yükle doğdu

Peki İspanyol gribi yıllarında doğan çocuklara ne oldu? Uzmanların araştırmasına göre bu yıllarda doğan çocukların salgın öncesi ve sonrası dönemlerde doğanlara göre kalp hastalıkları da dahil bazı hastalıklara çok daha fazla yakalandığı ortaya çıktı.

İngiltere ve Brezilya’da yapılan analizler 1918-19 yıllarında doğan bebeklerin büyüdüklerinde diğer dönemlerde doğanlara göre daha az eğitimli ve daha az düzenli iş sahibi olduklarını da ortaya koydu.

Bazı uzmanlar pandemi sırasında hamile kadınların yaşadığı sıkıntıların anne karnındaki çocuk gelişimini etkilediği teorisini ortaya atıyor.

ABD’de askere alınanlarla ilgili istatistiki verilerin analizinde de ilginç bir sonuç ortaya çıktı. 1915 ile 1922 arasında doğanların askere alınış kayıtlarına bakıldığında 1919’da doğanların boy ortalamasının diğer yıllarda doğanlardan yaklaşık 1 milimetre kısa olduğu görüldü.



Mahatma Gandhi

İngilizlerin krizi iyi yönetememesi ile birlikte sömürgecilik karşıtlığı ve uluslararası işbirliği başladı

1918 yılında Hindistan yüz yılı aşkın bir süredir Britanya’nın sömürge idaresi altında yönetilmekteydi.

O yılın Mayıs ayında ülkede görülmeye başlanan İspanyol gribi İngilizleri, Hint halklarından daha az etkiledi. Ölüm istatistikleri alt kastlardan Hindular arasında hastalığın her bin kişide 61,6 kişinin ölümüne yol açtığını gösteriyor. Oysa ülkede yaşayan beyaz Avrupalılar arasında bu oran binde 9’dan azdı.

Hindistan’daki ulusal bağımsızlık yanlıları İngiliz sömürgecilerin krizi iyi yönetemediği konusundaki genel kanıyı sesli olarak dile getirmeye başladı. 1919’da Mahatma Gandhi tarafından yayınlanan ‘Young India” (Genç Hindistan) dergisi İngiliz sömürge yönetimini en sert şekilde topa tutuyordu. Derginin baş makalesinde “Böylesi korkunç ve yıkıcı bir salgının yayıldığı bir dönemde hiç bir başka medeni ülkenin hükümeti Hindistan’daki hükümet kadar yetersiz kalmamıştır” deniliyordu.

Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın geride bıraktığı dev jeo-politik sorunlara rağmen pandemi aynı zamanda uluslararası işbirliğinin önemini de açıkça ortaya koymuştu.

1923 yılında bugünkü Birleşmiş Milletlerin öncülü sayılan Milletler Cemiyeti adlı çok uluslu yapılanma Sağlık Örgütü’nü oluşturdu. Bu, diplomatlar değil tıp alanında uzman kişiler tarafından yönetilen ve yeni uluslararası salgın kontrol sistemlerini oluşturan bir teknik yapılanmaydı. Bugün bildiğimiz Dünya Sağlık Örgütü (WHO) çok daha sonra 1948 yılında kurulacaktı.

Kamu sağlığı alanındaki ilerlemeler

Salgının yol açtığı büyük yıkım kamu sağlığı alanında, yani tıbbın imkanlarının kitlelere sunulması konusunda büyük adımlar atılmasını da beraberinde getirdi.

Sovyet sosyalist devrimi sonrası Rusya 1920 yılında dünyada ilk merkezi ücretsiz sağlık hizmetini kuran ülke oldu. Onu hızla diğer ülkeler izledi.

Laura Spinney "bir çok ülke 1920li yıllarda sağlık bakanlıkları kurdu ya da var olan sağlık bakanlıklarının gücünü artırdı. Bu doğrudan grip salgınının bir sonucuydu çünkü salgın sırasında sağlık konularındaki yetkililer kabine toplantılarına girememiş, ihtiyaç duydukları fonlar ve yetkiler için başka devlet yetkililerine yalvarmak zorunda kalmışlardı” diyor.

Londra’daki Royal Halloway Üniversitesi’nden antropolog Jennifer Cole, salgın-savaş kombinasyonunun dünyanın birçok köşesinde sosyal devletin tohumlarının atılmasını getirdiğini düşünüyor.

"Devletin sosyal yardım fonksiyonu bu bağlamda ortaya çıktı. Salgından geriye milyonlarca dul, yetim ve özürlü insan kalmıştı” diyor ve ekliyor: “Salgınlar toplumun mercek altına yatırılmasına yol açıyor sanki. Toplumlar bunlardan daha adil daha eşitlikçi çıkabiliyor.”

Sokağa çıkma yasakları ve sosyal mesafe işe yaradı

Ünlü bir “iki şehrin hikayesi” var.

1918 yılının Eylül ayında Amerikan şehirlerinde savaşı finanse etmek için basılan devlet tahvillerinin promosyonu için geçit törenleri düzenleniyordu.

İspanyol gribi yayılmaya başlayınca iki Amerikan şehri Philadelphia ve St Louis bu konuda çok farklı iki yaklaşımı seçti. Philadelphia geçit törenini planlandığı şekilde yaptı, St Louis iptal etti.

Bir ay sonra Philadelphia’da İspanyol gribinden 10 bini aşkın insan ölmüş, St Louis’de ise ölümler 700’de kalmıştı.

Bu karşılaştırma sosyal mesafe önlemlerinin salgınlarda işe yarayan bir strateji olduğu tezini güçlendiriyor.

1918’de birçok ABD kentinde alınan önlemleri karşılaştıran bir araştırma da kamusal toplantıları yasaklayan, tiyatroları, okulları ve kiliseleri daha erken kapatan şehirlerde ölüm oranlarının daha düşük olduğunu gösteriyor.

Ayrıca 1918’de alınan sokağa çıkma önlemlerini inceleyen bir grup Amerikalı iktisatçı, daha sıkı önlemler alan kentlerin salgından sonra ekonomik olarak daha hızlı canlandığını ortaya koydular.

Unutulan salgın

Verdiği bütün bu önemli derslere rağmen İspanyol gribinin birçok bakımdan unutulmuş bir salgın olduğunu söylemek mümkün.

Belki de Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde kaldığı, savaş döneminde etkileri konusundaki haberler birçok hükümet tarafından sansürlendiği için böyle olduğu söylenebilir.

Olduğu dönemde gereği gibi duyulmadığı ve konuşulmadığı için olsa gerek tarih kitaplarında ve toplumsal hafızadaki yeri de zayıf kaldı.

Tıp tarihçisi Mark Honigsbaum "Salgının yüzüncü yılında bile İspanyol gribi doğru dürüst hatırlanmadı” diyor ve ekliyor.



İspanyol Gribi ile Otoportre

“Ne de hakkında kitaplar yazıldı, şarkılar söylendi, resimler yapıldı.”

Bunun bir kaç istisnasından biri Norveçli ünlü ressam Edvard Munch’un hastalığa yakalandığı sırada yaptığı “İspanyol Gribi ile Otoportre” adlı eseri.

Honigsbaum ayrıca Britannica Ansiklopedisi’nin 1924 baskısında yer alan 20nci yüzyılın en olaylı yılları derlemesinde İspanyol gribinin yer almadığına, salgınla ilgili ilk tarih kitaplarının 1968’de çıkabildiğine işaret ediyor.

Bu durumda Kovid-19’un İspanyol gribinin tarihteki önemini yeniden hatırlattığını söyleyebiliriz.

BBC Türkçe
 

Yorumlar (0)