Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler

Türkiye’nin yakın tarihindeki ekonomik krizler 1994, 2001 ve 2007-2008 yıllarında yaşandı. Peki, bu ekonomik krizlerin nedenleri nelerdi? Türkiye, bu krizler yaşanırken nasıl zarara uğradı? Ayrıntılar haberimizde…

EKONOMİ 15.05.2019, 13:31 15.05.2019, 14:18
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler

1994 krizi: 40 milyar doları bulan borç  

Ekonomistler 1994 krizini, popülist politikalar ve kötü ekonomi yönetiminin neden olduğu krizlerin en önemli örnekleri arasında gösteriyor. Devlet, 1990’larda harcamaları için ağırlıklı olarak kamu bankalarından borç almaya başladı ve zamanla ciddi bir borç yükünün altına girdi. Yüksek faiz vererek mevduat toplayan özel bankalar, kamuya yüksek faizle krediler vermeye başladı.

Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayatını kaybetmesiyle yerine Süleyman Demirel seçildi. 1993 yılında başbakanlık görevini üstlenen Tansu Çiller, ekonomi yönetiminde yetki sahibi olan bütün kamu kurumlarını kendisine bağladı. 1993’ün sonları ve 1994’ün başında bütçe açığı ve cari açık ciddi bir şekilde yükselişe geçti.

Kamunun borç yükünü azaltmak amacıyla, hükümet tarafından faizleri indirmeye yönelik birçok adım atıldı. Atılan bu adımların arasında bono ve tahvil ile elde edilen faiz gelirlerinin üzerindeki vergi oranlarını artırma ve hazinenin borçlanma ihalelerinin iptali vardı.

Hükümet, borçlanma ihalelerinin iptal edilmesiyle yaşanan gelir kaybını önlemek istiyordu. Bu nedenle, PTT’nin ‘T’sini satma kararını aldı ve telefon hizmetlerinin özelleştirilmesine yönelik ihale süreci başladı. Türkiye’nin toplam borcu o dönemde 40 milyar dolar civarındaydı. Telefon hizmetlerinin özelleştirilmesinden beklenen gelir de 35-40 milyar dolar civarındaydı.

Tüm çabalara rağmen Anayasa Mahkemesi, bu özelleştirme sürecini iptal etti. Bunun sonucunda uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları kredi notunu düşürürken, Türkiye’den oldukça ciddi bir sermaye çıkışı gerçekleşti. Sermaye çıkışı, Ocak 1994’te doların bir günde yüzde 14 değer kazanmasıyla sonuçlandı. Ocak ile Nisan ayları arasında Türk lirası, dolar karşısında yüzde 160’ın üzerinde değer kaybı yaşadı.

5 Nisan 1994’te Çiller’in başbakanlık görevini sürdürdüğü hükümet tarafından ‘ekonomik önlem paketi’ sunuldu. Bu paket kapsamında Türk lirasının değeri düşürüldü. Başta akaryakıt ve tekel ürünleri olmak üzere vergi oranlarında ciddi artışlar gerçekleştirildi. Türkiye, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Mayıs 1994’te 14 aylık bir stand-by anlaşması imzaladı.

2001 krizi: Anayasa kitapçığının fırlatılması ile başlayan kriz

Türkiye, 1990’lı yılları bozuk ekonomik temellerin yarattığı sıkıntılar ve siyasetteki çalkantılarla geçirdi. Ekonomide 1994 krizinin ardından geçici olarak bir rahatlama yaşandı ancak yapısal reformların uygulanmaması asıl sorunların çözülmesini geciktirdi.

Türkiye’nin em önemli ticaret ortaklarından biri olan Rusya, 1998 yılında krize girdi. Buna bir de 1999 Marmara Depremi’nin bütçede yarattığı baskılar eklenince ekonomi alanındaki sıkıntılar katlanarak artmaya başladı. Bu gelişmelerden sonra 2000 yılının başlarında Türkiye ekonomisinde yeniden kriz yaşanabileceği konusunda uyarılar yapıldı.

O dönemde Türkiye’nin uyguladığı IMF programının amacı, oldukça yüksek düzeylerde seyreden enflasyonu düşürmekti. Bu program çerçevesinde ‘sabit kur, serbest faiz’ rejimi uygulanıyordu. Kur, Merkez Bankası’nın günlük olarak açıkladığı kurda sabit tutuluyor, piyasa da faiz oranlarını belirliyordu. Kasım ayında yaşanan likidite krizi, ekonomiye sert bir darbe vurdu. (Likidite, menkul kıymet, gayrimenkul veya bir finansal ürünün nakde çevrilebilme kolaylığıdır.) Bankacılık sektörünün sene sonuna doğru açık pozisyonlarını kapatma arayışına girmesi, faizlerin ani bir şekilde yükselmesiyle sonuçlandı.

Bankaların elinde yüklü miktarda hazine bonosu vardı ve bankalar bunu finanse etmekte zorluk çekiyordu. Bu sıkıntıların yabancı yatırımcıları endişelendirmesiyle yüklü miktarda fon çıkışı gerçekleşti. Gecelik faiz oranı bankalar arası piyasada yüzde binin üzerine çıktı. Bu krizin yaşandığı sırada Demirbank’ın elinde yüklü hazine tahvili vardı. Bu yüzden, likidite krizinden çok fazla etkilendi ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devri gerçekleşti.

Merkez Bankası, IMF’nin desteği ile piyasayı fonlayınca ekonomi alanında yaşanan çalkantılar da bir süreliğine duruldu. Fakat faizler kriz öncesi dönemden daha yüksek düzeylerde kalmaya devam etti. Portföyünde yüksek miktarda tahvil bulunduran bankalar ve gecelik borçlanma ihtiyacı yüksek olan kamu bankaları bu durumun yaratmış olduğu baskıyı hissetti.

Krizi tetikleyen o olay:

19 Şubat 2001’de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı gerçekleşti. Bu toplantıda öyle bir şey gerçekleşti ki piyasada yaşanan sıkışıklık çok daha derin bir ekonomik kriz haline geldi. Bülent Ecevit, Devlet Denetleme Kurulu’nun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nu denetlemesi konusunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e tepki göstererek eleştirdi ve tartışma başladı.

Ahmet Necdet Sezer, anayasal hakkını kullandığını ve yasaları bilmeden eleştiride bulunulmaması gerektiğini belirtti.  Sezer’in bu sözleri üzerine Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, “O anayasayı bir de biz görelim, anlayalım.” dedi. Özkan’ın söylediklerine sinirlenen Sezer, “Denetimin denetimi bal gibi olur. İşte anayasa, anayasayı bilmiyorsunuz.” diyerek elindeki anayasa kitapçığını Ecevit’e doğru fırlattı. Bülent Ecevit, toplantıyı terk etti ve gazetecilere “Bu bir devlet krizidir.” şeklinde bir açıklama yaptı. 

Yabancı yatırımcılar, likidite problemi yaşayan piyasadan hızlı bir şekilde çıkmaya başladı. Bu nedenle, ekonomik programa karşı ciddi bir güvensizlik hissi oluştu. Anayasa kitapçığı krizinin yaşandığı gün, 7 milyar doların üzerinde bir döviz talebi meydana geldi. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, bir gün içinde yüzde 20’nin üzerinde değer kaybı yaşarken, bankalar arası piyasada gecelik faizler yüzde 5 bin ile 7 bin 500 aralığına ulaştı.

Reel sektör de bankacılık sektöründe yaşanan krizin etkilerinden payını aldı. Binlerce firmanın kapatılmasıyla yüz binlerce insan işsiz kaldı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısından iki gün sonra, sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçiş yapıldı. Bu geçişten önce dolar kuru 684 bin TL iken, geçişten sonra 1,2 milyon TL’ye yükseldi.

Ahmet Çakmak isimli bir vatandaşın, Başbakanlık binasının merdivenlerinden dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in önüne yazar kasa fırlatması gündeme oturdu. ‘Yazar kasa eylemcisi’ olarak anılan Çakmak, dalgalı kura geçiş sonrası dolar borcu yüzünden zor duruma düşmüş, gerçekleştirdiği bu eylem Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin boyutunu bir kez daha göstermişti.

Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, mart ayında Türkiye’ye davet edilerek ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı görevine atandı. IMF ile stand-by imzalanırken, bankacılık sektöründe de reform yapılmasını hedefleyen yeni bir ekonomi programı uygulanmaya başladı.

2007-2008 krizi: “Kriz, bizi teğet geçecek”

2007 yılında başlayan ekonomik krizin etkileri, 2008’de ciddi bir şekilde hissedildi. Bu krizin diğer krizlerden farkı, dış kaynaklı olmasıydı.

ABD’de düşük gelirlilere yani geri ödeme gücü az olanlara yüksek faizle ‘subprime’ mortgage kredileri verilmiş, bu kredilerin geri dönüşlerinde büyük sıkıntı yaşanmıştı. Bunun sonucunda kredilerin içinde bulunduğu tahvil paketleri ciddi şekilde değer kaybetmişti.

Gelişmiş ülkelerde meydana gelen likidite problemleri, 2008 yılında iyice şiddetlendi. Dünyanın en büyük yatırım bankalarından biri olan Lehman Brothers, Eylül 2008’de 613 milyar dolar borcu olduğunu açıklayarak istifa etti. Bu, ABD’de yaşanan en büyük iflastı.

İngiltere Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası ve Japonya Merkez Bankası gibi gelişmiş ülke merkez bankaları, piyasadaki likidite sorununa çözüm bulma amacıyla ortak hareket etmeye karar verdi. Faiz oranları, gelişmiş ülkeler tarafından tüm zamanların en düşük düzeyine çekildi ve piyasanın likit kalması sağlandı.

Gelişmekten olan ülkeler, krizin etkisini daha az hissetti. Kriz öncesi dolar kuru, 1,20 civarında seyrediyordu. Krizin yaşandığı sırada dolar kuru, 1,7’nin üzerine çıktı. Ekim 2008’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kriz, bizi teğet geçecek.” açıklamasını yaptı. Kurda görülen yükselişin, reel sektöre olan etkisi sınırlı kaldı.

Yorumlar (0)