Merkez bankaları çok mu konuşuyor?

Para politikasında şeffaflık önerilen bir özellik olsa da kötü tarafları da mevcut.

EKONOMİ 24.10.2019, 14:30
Merkez bankaları çok mu konuşuyor?

The Economist'in yazısına göre, son yıllarda merkez bankalarının bilgi aktarımı konusundaki tutumunun "ne kadar şeffaf, o kadar iyi" olarak öne çıktığını belirtiliyor. 2011'den bu yana Amerikan Merkez Bankası Fed para politikası toplantılarından sonra basın toplantıları düzenliyor. Bunun dışında Fed, bir sonraki yılın ekonomik görünümü hakkında tahminlerini açıklayan veri setleri ve yayınlar paylaştı. Batı ülkelerindeki merkez bankaları için faiz oranları artık ileriye dönük politikalarının sinyalleri için bir araç haline gelmeye başladı.

Merkez bankacıları bu açıdan daha da fazla konuşmaya başladı ve gizli tartışmaları da açığa çıkardı. Hatta bazıları kendi görüşlerini kişisel Twitter hesabından paylaşıyor.

Neden bu kadar çok konuşuyorlar?

Bu kadar çok konuşmanın olmasının aslında teorik gerekçesi oldukça güçlü. Piyasalar merkez bankalarının olaylara nasıl tepki vereceğini anladığında, ilerideki politikaları daha iyi öngörebilir. Finansal piyasalardaki koşullar, ekonomik gelişmelere verdiği tepkileri derhal sıkılştırmalı ya da gevşetmeli, bu da merkez bankalarının işini kolaylaştırır. Yaptığınız bir planı patronunuzla paylaşmaya benziyor, işinizi daha da kolaylaştırıyor.

Son zamanlarda, fakat, bu teorik gerekçe sınanıyor.

Avrupa Merkez Bankası (ECB), Eylül ayında parasal genişleme politikasına yeniden başlayacağını duyurmuştu. Yeni üretilen para ile tahvil satın alımı yapacaklarını belirten ECB, şu anki yüzde 1 seviyesinde olan enflasyonu yüzde 2 seviyesine çıkarana kadar bu tahvil alımlarına devam edeceğini kaydetmişti. 

Hollanda Merkez Bankası Başkanı Klaas Knot gibi muhalifler uygulanacak olan bu politikaya çok sert bir şekilde karşı çıkmışlardı. Fiyatlarla ters olarak hareket eden tahvil faizleri ECB'nin açıklamasıyla ilk başta düşmüştü. Fakat sonrasındaki tartışmalar bu durumu tersine çevirdi. Piyasa fiyatlandırması aynı zamanda açıkça ifade edilen parasal genişleme üzerindeki siyasi mücadelenin nasıl bir performans göstereceği konusundaki beklentileri de yansıtıyor.

Yatırımcılar bu planda bir kusur tespit ettiler.

Fed görevini unuttu

Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) Fed 30 Ekim'de gerçekleştireceği toplantıda bu sene üçüncü kez faiz indirimine gidebilir. Bu indirim, Golman Sachs bankasındaki ekonomistler arasında piyasalarla iletişiminde bir "ayna salonu" inşa ettiği gerekçesiyle suçlandı.

Fed bu yıl aynı zamanda piyasalardan ipuçlarını alırken, tahvil piyasalarına faiz indirim sinyallerini de ortaya çıkardı. Ancak tahvil faizleri, bir talimatın değil, Fed'in ne yapacağının bir öngörüsü olarak kabul ediliyor. Sonuçta, Fed ve piyasalar karamsar bir döngüye girerken, reel ekonomide neler olduğu göz ardı edildi. Fed, bu açıdan, piyasalarda temas halinde olması konusundaki istekliliğini sürdürürken, lider merkez bankası görevini unuttu.

Dünyanın her yerindeki merkez bankaları, yollardaki keskin çatallar karşısında nasıl rehberlik edeceğini çözmek durumunda. ABD ile Çin arasındaki ticaret ateşkesi ekonomik görünümü tamamen değiştirebilir. Anlaşmasız bir Brexit, Birleşik Krallık'ta bir kaosa yol açabilir ve etkileri Avrupa'nın geri kalanına sıçrayabilir. Bunları da ekleyince, merkez bankalarının piyasalara politikalardan ne bekleneceğini söylemesi oldukça zorlaşıyor.

Daha az konuşmak yardımcı olur mu?

O zaman, merkez bankaları daha az konuşursa bu durum çözülebilir mi?

Mikroekonomistler belirsizlik durumunun stratejik kullanımları konusunda çalışmalar yapıyor. Örneğin, iş sözleşmeleri, çalışanın her bir faaliyetini belirlemediği gibi, işverenin bütün yükümlülüklerini de içermiyor. Bunun böyle olmasının sebebi, büyük ihtimalle, her iki taraf için cezalandırıcı ya da caydırıcı alan yaratma isteğinden kaynaklanıyor.

Boston, ABD'de bulunan Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde (MIT) çalışan ve 2016 yılının Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Bengt Holmström, merkez bankasının "opaklığı"nın, kredi piyasalarında kullanım alanları olduğunu belirtiyor. Holmström, çoğu zaman bu piyasaların "bilgiye duyarsız" olduğunu, yani gelişmelere çok fazla tepki vermediğini savunuyor. Hisse senetlerindeki durumun aksine, borç verenler için işler iyi gittiğinde tersine bir değer oluşmaz ve temerrüt riski, özellikle kredilerin uygun şekilde teminatlandırılması durumunda, uzak bir risk olarak görülüyor.

Fakat, bir panik durumunda, riskler arttıkça para piyasası "kurumaya" başlıyor. Borç verenler kendilerini her işlemi titizlikle incelemek zorunda hissediyor. İstikrarı tekrar sağlamak ayrıntıların az olduğu bir bir söz gerektirebilir ve böylelikle verilen sözün içinden gerekli bilgileri ayırt etmek güçleşir. Örnek vermek gerekirse, Euro Bölgesi'nin kamu borcu krizindeki en kötü zamanında, dönemin ECB başkanı Mario Draghi, avroyu korumak için "ne gerekiyorsa" yapacağını söylemişti.

Holmström, Fed'in acil durumlar için bankalara borç verdiğini belirtiyor ve Fed'in hangi kurumlara destek verdiğini açıklamadığının altını çiziyor. Nobel ödüllü iktisatçı, Fed'in bu kurumları açıklaması durumunda mevduat hesaplarının bir anda çekilmesini tetikleyebileceğini de ekliyor.

Çok fazla bilgi

Peki aynı mantık merkez bankalarının diğer hedefleri için de, enflasyon hedeflemesi gibi, geçerli olabilir mi?

Enflasyon beklentileri, finansal panikler gibi, kendini gerçekleştirdiğini kanıtlayabilir. Bazı ekonomistler, merkez bankalarının enflasyonu düşük tutacağı sözlerinin inandırıcı olabileceğini, halkın ekonomik haberler ışığında beklentilerini nadiren revize edebileceğini düşünüyor, yani bir başka “soru sorulmuyor”.

Fakat bu analoji faiz oranları için yapıldığında tutmuyor. Faizler değişiyor ve piyasaların bir beklentisi olmak zorunda. Merkez bankaları, bu beklentileri yönlendirebilir. İletişimin sınırları, para politikasının kurallara göre belirlenmesini isteyenler ve kendi takdirine razı olanlar arasında geçen on yıllık savaşta en son tur olarak görülüyor. En şeffaf rehberlik, faiz oranlarını ekonomik verilerle ilişkilendiren tamamen şeffaf bir algoritma olarak kabul ediliyor. Fakat böyle bir mekanik "reaksiyon işlevi" yalnızca ekonomik modellerde görülüyor. Gerçekte, politika yapıcıların kararlarını kullanmaları gerekir, bu da kararlarının doğası gereği belirsiz olduğu anlamına gelir.

Bu durum doğru olduğu sürece, faiz oranlarının tahmin edilebilirliğini ne kadar daha fazla şeffaf hale getirebileceği konusunda bir sınırlama var. Merkez bankalarının yakın zamandaki deneyimlerinin gösterdiği gibi, konuşmanın olumsuzlukları olabilir.

Yorumlar (0)