Süleymani'nin öldürülmesi uluslararası hukuka uygun muydu?

ABD Başkanı Donald Trump, Cuma günü Bağdat Havaalanı'nda İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi hava saldırısıyla öldürdükten ABD'nin İran tarafından "muhtemel bir saldırı" beklediğini, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise İran'ın ABD vatandaşlarını tehdit eden "yakın eylem"  içerisinde olduğunu söyledi. Peki tüm bu söylemlere rağmen Süleymani'nin öldürülmesi uluslararası hukuka uygun muydu?

DÜNYA 06.01.2020, 11:32
Süleymani'nin öldürülmesi uluslararası hukuka uygun muydu?

Trump Pazar günü bir tweet atarak, "onlar bize saldırdı ve biz de geri vurduk" ifadesini kullandı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ise saldırıya yönelik, "bir savaşı durdurmak için, yenisini başlatmak için değil" açıklamasında bulunmuştu.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova bir televizyon röportajında saldırı için yasal bir gerekçe olmadığını söyledi. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Uzmanı ve Özel Raportörü Agnes Callamard ise Bağdat'taki hava saldırısının “yakın bir saldırıdan korunmaktan çok geçmiş eylemler için misilleme gibi göründüğünü" kaydetti.

trump soleimani ile ilgili görsel sonucu

Amerikalı uzmanlar, ABD yasaları ve uluslararası hukuk kapsamında Süleymani'nin öldürülmesinin yasal gerekçesinin olduğunu söylüyorlar. Teksas'taki St. Mary Üniversitesi'nden Hukuk Profesörü Jeff Addicot, son yıllarda Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Partili başkanlar tarafından kullanılan "ileriye yönelik" ya da "öngörüsel kendini savunma" konusunda iyice yerleşmiş bir prensip olduğunu aktarıyor.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nden Noha Abüldehab, "bu tarz saldırı ve cinayetlerin yasal olup olmadığı uluslararası hukuk tarafından açıkça tanımlanmıyor. Ancak Süleymani ve el-Mühendis'in öldürülmesi birkaç soruyu gündeme getiriyor. Pentagon'dan gelen açıklama, düzenlenen saldırıyı hem meşru müdafaa hem de caydırıcılık eylemi olarak haklı çıkarırken, Süleymani'nin Kudüs gücünün ABD tarafından belirlenmiş bir terör örgütü olduğunun da altı çiziliyor" dedi.

Noha Abüldehab, terörist etiketinin yapıştırılmasının bu tür suikastlar söz konusu olduğunda neyin yasal olup olmadığının sınırlarını genişlettiğini söylerken, "resmî olarak ilan edilmiş olsun ya da olmasın, ABD terörist varlıklar olarak gördüğü şeylere karşı savaş halinde olduğunu düşünüyor ve bu da (kendi görüşüne göre) bu tür sınırötesi suikastları sürdürmesine izin veriyor". ifadelerini kullanıyor.

Uluslararası hukuk uzmanlarına göre, Trump'ın kararının yasallığı sorusu, ABD'nin bu eylemi yakın bir saldırıya karşı yapıp yapmadığına göre değişiyor.

Amsterdam Üniversitesi'nden Hukuk Profesörü Kevin Jon Heller, Trump'ın Süleymani'nin "yakın bir saldırı" hazırlığı içerisinde olduğuna atıfta bulunmasını "ABD'nin saldırı için bir çeşit yasal gerekçe sunması gerektiğinin kanıtı" olduğunu söyledi. Profesör Heller'a göre, "bu durum aslında uluslararası hukuka uymak kadar iyi değil, ancak ABD'nin hiçbir şey söylememesinden daha iyi olduğu kesin."

Süleymani'nin öldürülmesine dair bağımsız bir soruşturma çağrısında bulunan BM Özel Raportörü Agnes Callamard ise şunları söylüyor: 

"Mevcut bilgilere dayanarak, saldırının 'güç kullanımını' belirleyen BM Şartı'nca meşru olup olmadığını belirlemek mümkün değil."

Öngörüsel meşru müdafaa

BM Şartı'nın 51'inci maddesi, iki koşul dışında güç kullanımını yasaklıyor. Bu koşullardan ilki BM Güvenlik Konseyi tarafından güç kullanım yetkisinin verilmesi iken, ikincisi bir ülkenin kendini savunma hakkıyla hareket etmesi olarak belirlenmiş durumda. 

51'inci madde, hâlihazırda meydana gelen veya devam eden bir saldırıya yanıt olarak sadece kendini savunmaya izin veriyor. Bununla birlikte, devlet uygulaması, yakın olan silahlı saldırılara yanıt olarak kendini savunmanın da izin verildiğini açıkça ortaya koyuyor.

birleşmiş milletler cenevre ile ilgili görsel sonucu

Kızıl Haç, kendini savunmayı "bir devletin silahlı saldırıya tepki olarak güç kullanma hakkı" olarak tanımlıyor.

Bir saldırı henüz gerçekleşmediğinde, ancak beklenildiğinde, öngörüsel meşru müdafaa olarak adlandırılıyor. Bu yönüyle öngörüsel meşru müdafaanın önleyici meşru müdafaa ile karıştırılmaması gerektiğini ifade eden uzmanlar, önleyici meşru müdafaanın gelecekteki bir tehdidi durdurmak için kesin bir bilgi olmaması durumunda da uygulanabildiğini söylüyor.

Bir ilke olarak, öngörüsel meşru müdafaa hâlâ büyük tartışmalara sahne oluyor.

Tel Aviv Üniversitesi'nden Doç. Dr. Eliav Lieblich, "öngörüsel kendini savunma durumu hakkında bazı tartışmalar var ancak önleyici meşru müdafaa oldukça açık bir şekilde yasadışı." ifadelerini kullanıyor.

Prof. Dr. Heller, bir saldırının yasallığının, önlemeyi amaçlayan tehdidin yakınlığına bağlı olduğunu söylerken, "Eğer planlama çok yakın bir gelecekte bir saldırı için tasarlanmışsa, kendini savunmak meşrudur. Bunun ötesinde, planlama başlı başına yeterli değildir" şeklinde konuşuyor.

Bununla birlikte Heller, ancak "Caroline kriterleri" yerine getirildiğinde öngörüsel kendini savunma mekanizmasına izin verilmesi gerektiğini söylüyor. 

Caroline kriterleri

Caroline olayı, İngiltere'nin Caroline adlı ABD gemisine saldırısını içeren 1837'de ABD, Kanada ve İngiltere arasındaki diplomatik bir olaydı. Olayın çözümünden çıkan Caroline kriterleri genel anlamda saldırıya karşı savunma eylemi için acil bir zorunluluğun bulunmasını savunuyor ve uluslararası teamül hukukunda önemli bir yeri bulunuyor.

Söz konusu kriterlerin uygulanması için meşru müdafaanın yanı sıra "anında, karşı konulmaz, alternatifsiz ve müzakere için zaman olmaması" gerekiyor. Bu yönüyle Caroline kriterlerinin varlığı, devletlerin potansiyel tehditleri önleyici olarak durdurmak için güç kullanamayacağı anlamına geliyor.

Caroline İlkesi'nin getirdiği gereklilik ve orantılılık, kuvvet kullanımı kapsamında farklı kararlarda tekrarlansa da, her iki kavram da net bir şekilde tanımlanmıyor. Gereklilik kavramının, meşru müdafaa kapsamında karşı koyulacak saldırının, beka ya da yaşamsal çıkarları tehdit etmesi gerektiğini savunanlar devletin son çare olarak buna başvurması gerektiğini söylüyor.

Silahlı saldırının gerçekleştiğine dair delilleri sunma külfeti ise, yine meşru müdafaa hakkını kullanacak devlete ait. Bu külfet, gerekliliğin tespit edilmesiyle doğrudan bağlantılı. Bu haktan yararlanacak devlet, bu bağlamda, kendisine karşı kuvvet kullanımının hangi devlet tarafından gerçekleştirildiğini kesin delillerle ispatlamak, saldırının basit veya kaza olmayıp, doğrudan kendisinin hedef alındığı silahlı saldırıya varan bir eylem olduğunu ortaya koymak ve silahlı saldırıyla mukabelede bulunmak dışında başka bir alternatifi bulunmadığını göstermek zorunda.

Bu bağlamda, BM Raportörü Callamard, meşru müdafaa hakkının kullanılması için, "yakın, belirli, ciddi bir silahlı saldırı kanıtı olmalı." ifadelerini kullanıyor.

Habernediyor.com / Turgut Başer

Yorumlar (0)