BM açıkladı: Dünya nüfusu 15 Kasım’da 8 milyara ulaşacak

1800'lü yılların başında 1 milyar olan dünya nüfusu aradan geçen yaklaşık 220 yılın ardından 8 kat artarak 8 milyara yaklaştı. Özellikle 20'inci yüzyılın başlarında sağlık alanında gerçekleşen yeniliklerin ardından doğumda ölüm oranlarının azalması ve ortalama yaşam süresinin artması ile beraber son yüzyılda nüfusta inanılmaz bir patlatma yaşandı. Yapılan son araştırmalara göre dünya nüfusu 15 Kasım 2022 tarihinde 8 milyara ulaşacak. Öte yandan bilim insanları nüfusun 2030 yılına gelindiğinde 8,5 milyara, 2050 yılına gelindiğinde ise 9,7 milyara ulaşacağını tahmin ediyor. Peki, artan nüfus ülkelerin ve insanların geleceğini nasıl etkileyecek? Ülkeler nüfus politikalarında ne tür değişikliğe gidiyor? Gelecekte bizi nasıl günler bekliyor? Hepsi ve daha fazlası haberin ayrıntısında yer alıyor.

DÜNYA 20.07.2022, 22:47 21.07.2022, 08:04
BM açıkladı: Dünya nüfusu 15 Kasım’da 8 milyara ulaşacak

Geçtiğimiz günlerde Dünya Nüfus Günü’nde yayınlanan Dünya Nüfus Tahmini raporu verilerine göre, küresel nüfustaki artış 2021 yılında yüzde birin altına düşerek 1950'den bu yana en düşük büyümeyi gerçekleştirdi. Rapordaki verilere göre dünya nüfusunun 15 Kasım 2022'de 8 milyara ulaşması bekleniyor. Öte yandan Hindistan 2023 yılında Çin'i geçerek dünyanın en kalabalık ülkesi olacak. Nüfus artışına artan doğum oranlarının yanı sıra azalan ölüm oranları da neden oluyor. Raporda ayrıca dünya nüfusunun 2030 yılında yaklaşık olarak 8,5 milyara, 2050 yılında 9,7 milyara ulaşabileceği belirtiliyor. Dünya nüfusunun 2100 yılına kadar ise bu seviyede kalması bekleniyor.

Doğum oranları son yıllarda oldukça düştü

Raporda ayrıca doğum oranlarının son yıllarda birçok ülkede önemli ölçüde düştüğünü belirtildi. Bugün, dünya nüfusunun üçte ikisi, doğum oranlarının kadın başına 2,1 doğumun altında olduğu bir ülke veya bölgede yaşıyor. Bu oran ölüm oranlarının düşük olduğu bir ülkede nüfusun sabit kalması için gerekli bir oran olarak dikkat çekiyor. Genel olarak bu oranın üstünde doğum oranlarına sahip ülkelerin nüfusu artış eyleminde olurken bu oranın altında doğum oranlarının olduğu ülkelerde ise nüfus daralmaya gidiyor.

Pandemi sonrası yaşam beklentisi 71 yıla düştü

Önümüzdeki 30 yıl içerisinde 60’ın üzerinde ülkede düşük doğum ve yüksek göç oranları nedeniyle nüfusun en az yüzde bir oranında azalması bekleniyor. Öte yandan COVID -19 sürecinin nüfus değişimi üzerinde de etkisi oldu. 2019 yılında 72,9 olan küresel yaşam beklentisi 2021 yılında 71 yıla düştü. Bununla birlikte bazı ülkelerde birbirini takip eden pandemi dalgaları nedeniyle doğum oranlarında azalmalar yaşandı.

Küresel nüfus artışında daha büyük yavaşlamalar yaşanabilir

BM Nüfus Bölümü Direktörü John Wilmoth, yaptığı açıklamalarda hükümetlerin doğum oranlarını azaltmaya yönelik eylemlerinin, yüzyılın ortasına gelindiğinde yaşanacak nüfus artış hızı üzerinde çok az etkiye sahip olacağını zira genç nüfusun oldukça yüksek olduğunu belirtti. Öte yandan düşük doğum oranlarının kümülatif etkisi, birkaç yıl boyunca devam ederse, yüzyılın ikinci yarısında küresel nüfus artışında daha büyük bir yavaşlama meydana gelebilir.

Büyüme sekiz ülkede yoğunlaştı

2050 yılına kadar küresel nüfusta öngörülen artışın yarısından fazlası sekiz ülkede yoğunlaşacak. Bunlar Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Etiyopya, Hindistan, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti. Sahra altı Afrika bölgesinde yer alan ülkelerin 2050 yılına kadar beklenen artışın yarısından fazlasına katkıda bulunması bekleniyor. BM Ekonomik ve Sosyal İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Liu Zhenmin, hızlı nüfus artışının yoksulluğun ortadan kaldırılması, açlık ve yetersiz beslenme ile mücadele ve sağlık ve eğitim sistemlerinin kapasitelerinin artırılmasını zorlaştırdığını dile getirdi.

Çalışma çağındaki nüfusun artışı ülkelere gelişme fırsatları sunuyor

Sahra altı Afrika'da yer alan birçok ülkenin yanı sıra Asya, Latin Amerika ve Karayipler'in bazı bölgelerinde, doğum oranlarında yaşanan son düşüşler, 25 ila 64 yaş arasında kalan çalışma çağındaki nüfusun oranında artışa sebep oldu. Bu durum bu bölgelerde yer alan ülkelerdeki vatandaşlara kişi başına düşen ekonomik büyüme için bir fırsat veriyor. Rapor, bu fırsattan en iyi şekilde yararlanmak için ülkelerin her yaşta sağlık hizmetlerine ve kaliteli eğitime erişimi sağlayarak ve üretken istihdam ve gelişmiş iş fırsatlarını teşvik ederek beşeri sermayelerini daha da geliştirmeye yatırım yapmaları gerektiğini savunuyor. BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine, özellikle sağlık, eğitim ve cinsiyet eşitliğine ilişkin hedeflere ulaşılması, doğum oranlarının düşürülmesine ve küresel nüfus artışının yavaşlamasına katkıda bulunabilir.

65 yaş üstü nüfusu 2050 yılında 12 yaş altı nüfusuna eşitlenecek

Dünya 2050 yılına gelindiğinde çok daha fazla yaşlı insana ev sahipliği yapmış olacak. 2050 yılına kadar, dünya çapında 65 yaş ve üzeri kişilerin sayısının beş yaşın altındaki çocukların sayısının iki katından daha fazla olacak. Yaşlı nüfusu 12 yaş altı nüfusla da eşitlenmiş olacak. Ölüm oranındaki azalma ile birlikte, 2050 yılında insanların yaklaşık 77,2 yıllık bir ortalama küresel ömre ulaşması bekleniyor. Ancak 2021 yılında en az gelişmiş ülkeler için yaşam beklentisi, küresel ortalamanın yedi yıl gerisinde kaldı.

Evrensel ve uzun vadeli sağlık hizmetlerinin önemi

Rapor, yaşlanan nüfusa sahip ülkelerin, kamu programlarını artan sayıda yaşlı kişiye uyarlamak, evrensel sağlık ve uzun vadeli bakım sistemleri kurmak ve sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliğini geliştirmek için adımlar atmasını tavsiye ediyor. BM Genel Sekreteri António Guterres raporun bulguları hakkında yaptığı açıklamada bu yıl sekiz milyarıncı insanının doğumunu beklediklerini belirterek bu durumun, çeşitliliğimizi kutlamak, insanlığın ortak mirasına sahip çıkmak, yaşam sürelerini uzatan ve anne ve çocuk ölüm oranlarını önemli ölçüde azaltan sağlık alanındaki ilerlemeleri artırmak için bir fırsat olarak görülebileceğini dile getirdi.

Nüfus artışı dünyanın en fakir ülkelerinde yoğunlaşıyor

1994 yılında, nüfus artışı konusundaki artan edişeler dünya liderlerini Mısır'ın Kahire kentinde düzenlenen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nda (ICPD) bir araya getirdi. Aradan geçen yıllarda tüm dünya bölgeleri, artan yaşam süreleri ve azalan doğum oranları gibi belirgin iyileşmeler gördü, ancak bölgeler arasında önemli farklılıklar var. Nüfus artışı şu anda demografik geçişin nispeten erken bir aşamasında kalan dünyanın en fakir ülkelerinde yoğunlaşırken, en zengin ülkelerden bazıları nüfus düşüşü yaşamaya başlıyor. Bu düşüş daha önce de çoğunlukla savaşlar ve kıtlıklar sırasında yaşanmıştı ama bu sefer durum oldukça farklı. Küresel düzeyde, nüfus düşüşü azalan doğum oranları tarafından yönlendiriliyor. 2019 yılında dünya nüfusunun yüzde 40'ından fazlası, kadın başına 2,1 doğum oranının altında olan ülkelerde yaşıyordu. 2021 yılında bu pay yüzde 60'a çıktı. Göç bazı Batı Avrupa ülkelerinde nüfus düşüşünü engellese de Doğu Avrupa ülkelerinde tam tersi bir etki yaratarak nüfus düşüşünü şiddetlendirdi.

Ülkeler birbirine zıt hedeflere doğru yöneliyor

Artan nüfus çeşitliliği, demografik değişimle ilgili farklı endişeleri gündeme getiriyor: En yoksul ülkelerden bazıları, büyük ve büyüyen bir nüfusun ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilecekleri ile ilgilenirken, en zenginler ise doğum oranlarını nasıl destekleyebilecekleri konusunda endişeli. Buna göre, ülkeler artık birbirine zıt hedeflerle giderek artan şekilde farklı nüfus politikaları izliyor. Öte yandan zaman içinde bazı ülkeler nüfus politikalarını yeni ve ortaya çıkan demografik gerçeklere göre ayarlıyorlar. Birçok ülke doğum oranlarını düşürmeye odaklanan politikalardan, doğum oranlarını artırmaya çalışan açıkça doğum yanlısı politikalara geçti. Bu politika değişiklikleri, demografik değişimle ilgili endişelerden kaynaklanmaktadır. Yaygın endişeler arasında, nüfusun yaşlanması ve azalması ile birlikte işgücü ve beceri eksikliklerinin yaşanması, ekonomik üretkenliğin ve büyümenin zayıflaması yer alıyor. Bu etkiler hükümetler ve insanlar üzerinde sürdürülemez mali baskılar oluşturabilir. Bu demografik kaygılar yalnızca medyada değil, aynı zamanda siyasi tartışmalarda ve “nüfus iflaslarından” bahseden akademik literatürde de yer alıyor.

Demografik değişim kalkınma hedeflerini en çok etkileyen parametre

Bu endişeler haklı, abartılı veya yanlış değerlendirilmiş olsun ya da olmasın demografik değişikliklerin sürdürülebilir kalkınma için geniş kapsamlı etkileri var. Demografik değişim, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin ilerlemesini büyük ölçüde etkileyen mega trendlerden biri olarak tanımlandı. Bu değişimler gıda, su, enerji, barınma, altyapı, sağlık, eğitim ve sosyal koruma dahil olmak üzere nüfus için temel mal ve hizmetleri sağlamanın yanı sıra tam istihdam, daha iyi yaşam standartları ve azaltılmış çevresel baskılar için beklentileri de şekillendiriyor. Artan dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşam standartlarını yükseltmek, daha yüksek üretim seviyeleri gerektirecek ve daha fazla tüketim ile sonuçlanacak. Enerji, imalat ve ulaşımda yeşil reformların yanı sıra insan davranışındaki değişiklikler olmadan, bu durum, doğal çevre üzerinde artan baskılar oluşturacak.

Dünya demografik değişimlere korku ile yaklaşıyor

Nüfus değişimi ilgili endişeler ideal bir nüfus büyüklüğünün varlığı hakkında soruları tekrar gündeme getirdi ve demografik politikaya olan ilgiyi yeniden canlandırdı. Uzun zamandır 2,1'lik bir doğum oranının ideal olduğu düşünülüyordu, ancak bu aslında ne anlama geliyor? Dünya nüfusu 4 milyar iken 2,1 oranını tartışmak, dünya nüfusu 8 milyara ulaştığında aynı iddiayı tartışmaktan oldukça farklıdır. Bununla birlikte dünyada istikrarlı nüfus sayılarına karşı olan ilgi devam ederken herhangi bir demografik değişime de korku ile yaklaşılıyor. Var olan düzenin korunması birçokları için tercih edilen en iyi yöntem olsa da, istikrarlı bir nüfus kavramının gerçekçi olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi olabilir.

İdeal bir nüfus büyüklüğü var mı?

İdeal bir popülasyon büyüklüğünü tanımlama ve elde etme çabası daha önce birçok kez başarısızlığa uğradı. İlk olarak bilim insanları, araştırmacılar ve politikacılar ideal bir nüfus büyüklüğünü tanımlamak için ortak bir kriter seti üzerinde anlaşamıyor. İdeal nüfus kriterimizi tam olarak neye göre belirlemeliyiz? Emeklilik fonlarının ödeme gücünü sağlamak ve işletmelerin işgücü taleplerini karşılamak için yeterli olan büyüklüğe göre mi? Ya da şu anda veya gelecekte insan faaliyetlerinin çevresel etkisini en aza indirmek için ihtiyaç duyulan nüfus büyüklüğü mü? İkincisi, bu kapsayıcı kriterler üzerinde hemfikir olsak bile, ideal bir nüfus büyüklüğüne ulaşmak için gerekli araçlara sahip değiliz. Doğum oranlarını artırma çabaları genellikle geçici etkilere sahip ve daha önce kalıcı bir geri dönüşle sonuçlanmadı. Son olarak, doğum oranlarını nasıl artıracağımızı bilsek bile, bunun geçici mi yoksa kalıcı bir politika mı olacağına karar vermemiz gerekiyor. Geçici ise, yalnızca nüfusun yaşlanması ve azalmasının çeşitli zorluklarını erteleriz; kalıcıysa bununla birlikte bir sürü başka sorun ortaya çıkabilir.

Doğum hak ve tercihlerinin merkeziliği

Nüfus değişiminin üç temel parametresi var. Bunlar doğum oranları, yaşam beklentisi ve net göçtür ancak çoğu demografik politika direkt olarak doğum oranlarına odaklanır. Bunun nedeni, yaşam beklentisinin kabul edilebilir tek bir değişim yönüne sahip olması ve göçün genellikle politikacılar tarafından kontrol edilemeyecek kadar hassas veya karmaşık olmasıdır. İstenen ve gerçek doğum oranları arasındaki fark, insanların doğum tercihlerini gerçekleştirmelerine yardımcı olmak için hak temelli müdahale için bir alan olarak yorumlanabilir. En yoksul ülkelerde, çok sayıda kadının arzu ettiğinden daha fazla çocuğu var. Günümüzde aile planlaması ihtiyacı karşılanmamış olan yaklaşık 222 milyon kadın bulunuyor. Öte yandan diğer ülkelerde, hızla artan sayıda kadın daha fazla çocuk istemekte. Ailelerin doğum oranları tercihlerini gerçekleştirmelerini desteklemek için tüm dünyada bugünlerde yapılandan çok daha fazlası yapılabilir.

Bedensel özerklikteki başarısızlık

Dünya Nüfusunun Durumu raporu bu yıl istenmeyen gebeliklere de dikkat çekti. Rapor, birçok kadının sadece istediğinden daha fazla çocuğu olduğunu değil, aynı zamanda birçoğunun doğumlarını istedikleri zaman ve mekanda yapamadıklarını da gösteriyor. Rapora göre, dünya çapındaki tüm gebeliklerin yaklaşık yarısı kasıtsız ve bunların yarısından fazlası yasal bağlamdan bağımsız olarak kürtajla sonuçlanıyor. Kadınların kendi bedenlerini ve yaptıkları doğumları kontrol edememeleri şaşırtıcı derecede yaygın bir şekilde, toplumların en temel insan haklarından birini, yani bedensel özerkliği sağlamadaki büyük bir başarısızlığını temsil ediyor. Kısacası, insanların arzu edilen doğum oranlarına ulaşmalarına yardımcı olan politikalar, temel insan haklarıyla uyumlu ve destekleyici olabilir. Bununla birlikte, nüfus sayılarını kontrol etmeyi amaçlayan son derece sorunlu politikaların bazılarının, yavaş yavaş, nüfus sayılarını artırmayı amaçlayan diğer karmaşık ve zor politikalarla değiştirildiğine dair ortaya çıkan kanıtlar bulunmakta. Bütün bu sorunlara karşın bilim insanları potansiyel 3 çözümü ortaya koydular.

Birinci adım: Nüfus verilerini kullanarak önceden plan yapılmalı

Sosyal bilimler alanında çok az sonuç, demografik değişim gibi yüksek bir güvenle tahmin edilebilir. 100 yıl sonraki nüfus tahminlerinde dikkate değer farklılıklar olmasına karşın önümüzdeki 30 yıl için farklılıklar çok küçük, bu da politika yapımı için gerçekten önemli olan dönem. Ülkeler nüfus verilerini toplamak, nüfus tahminlerini üretmek ve bu tahminleri politika yapımında kullanmak için daha sistematik çabalar göstermeli. Eğer ülkeler geçmiş yıllarda bunu yapsalardı, nüfusun yaşlanması ve azalmasının mevcut koşulları sürpriz olarak nitelendirilmezdi. Ülkeler, kalkınma stratejilerinin, politikalarının ve programlarının formülasyonunda demografik değişimi sistematik olarak dikkate almalı. Nüfusun kaç kişiden oluştuğunu, yaş gruplarını ve nerede yaşadıklarını ve mekansal dağılımın nasıl değişeceğini bilmeden, ülkeler, nüfuslarının şimdiki ve gelecekteki ihtiyaçlarını anlayamayacaklardır. Demografik içgörüler olmadan, kanıta dayalı ve insan merkezli politikalar, tasarımdan ziyade şansa dayalı bir düzen oluşturacaktır.

İkinci adım: Esnek kurumlar ve toplumlar inşa edilmeli

Ülkeler, gelecekteki demografik değişiklikleri dikkate alarak buna göre planlama yapmalı. Bu demografik değişikliklere dirençli ve bu değişimler arasında gelişebilecek kurumlar ve toplumlar inşa edilmeli. Örneğin, ülkeler, ekonomik sistemlerin ihtiyaçlarını karşılamak için nüfus sayılarını değiştirmeye odaklanmak yerine, nüfusun ihtiyaçlarını karşılayan ekonomik sistemler oluşturmalıdır.

Üçüncü adım: İnsan merkezli nüfus politikaları izlenmeli

Ülkeler, kötü tanımlanmış ve yanıltıcı demografik hedeflere odaklanan yukarıdan aşağıya nüfus politikaları yerine, insan merkezli nüfus politikaları izlemeli. Bu tür politikalar, insanların cinsel sağlık ve haklarının gerçekleştirilmesi yoluyla nüfus hedeflerini güçlendirmeye ve temel insan haklarını baltalamak yerine desteklemeye odaklanacaktır. En yoksul ülkelerin çoğunda bu tür politikalar doğum oranlarını düşürmeye ve nüfus artışını yavaşlatmaya katkıda bulunabilir. Bu politikalar diğer ülkelerde ise daha yüksek doğum oranlarına katkıda bulunacak ve nüfus düşüşünü durduracaktır. Demografik değişimi şekillendirmenin tek uygulanabilir ve kabul edilebilir yolu, insanların güçlendirilmesinden geçiyor.

8 milyar insanın gücünü kullanmak

8 milyar insanın gücünü kullanmak bu insanları güçlendirerek gerçekleştirilebilecek bir durum. Ancak bu zorluk, pandeminin ardından daha da arttı. Oxfam, Dünya Bankası tarafından yürütülen araştırmaya dayanarak 2022 yılında aşırı yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının, yoksul olmayan insan sayısından çeyrek milyardan fazla, yani 860 milyona ulaşacağını tahmin ediyor. Günümüzde milyonlarca insan yoksulluk içinde yaşamaya ve açlık çekmeye devam etmekte. Bunun yanı sıra milyonlarca insan sağlık hizmetlerine veya sosyal korumaya erişemeyip insan haklarını temel alan bir işe sahip olamıyor. Öte yandan milyonlarca kadın fırsat eşitliğinden yoksun. Dünya 8 milyar insanın gücünü gerçekleştirmek istiyorsa tüm bu sorunlara çözüm bulacak şekilde ilerleme çabalarını iki katına çıkarmalı.

HABERNEDİYOR.COM | TAYFUR BAL - ÖZEL HABER

Yorumlar (0)