ABD seçimlerinde neler oluyor? Demokrat adaylar neden "yetersiz" görülüyor?

Yaklaşan ABD seçimleri ve ülkede yükselen "Demokrat adayların yetersizliği" tartışması, Amerikan siyasetine daha yakından bir bakışı gerektiriyor. ABD siyasetinin arka planı ve adayların gerçekten 'yetersiz' olup olmadığı, yazımızda tartışılıyor.

DÜNYA 04.11.2019, 18:02 07.11.2019, 17:15
ABD seçimlerinde neler oluyor? Demokrat adaylar neden "yetersiz" görülüyor?

ABD Başkanlık seçimleri, 2016 yılından bu yana bitmeyen bir tartışma sarmalına dönüşmüş bir şekilde neredeyse 4 yıldır aralıksız olarak devam ediyor. 2016 yılında Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton ve Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’ın aylar süren kıran kırana yarışı, oldukça küçük bir farkla ve ABD seçim sisteminin ‘ilginç’ niteliklerinden dolayı Donald Trump lehine sonuçlanmıştı. Ancak Trump’ın tartışmalı bir figür olması ve başkanlığı süresince Amerikan toplumundaki ayrımı derinleştirecek hareketler yapması, 2016’dan beri bitmemiş bir “başkanlık tartışmasının” devam ettirilmesine sebep oluyor.

Seçimi kaybeden Hillary Clinton, ünlü bir avukat olmasının yanı sıra ABD eski Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda eski ABD Başkanı Bill Clinton’un eşi. Hillary Clinton, seçimleri kaybettikten sonra eskisi kadar gündemde olmayacağını, ancak Trump’ın her daim karşısında olacağını açıkladıktan sonra gerçekten de söylediği gibi daha arka planda bulunan bir siyasi figür olarak hayatına devam etti ve 4 yıldır devam eden tartışmalara, tahmin edilenden daha az katıldı. Fakat Hillary Clinton ismi, 2020 Başkanlık seçimleri yaklaştıkça yeniden gündeme gelmeye devam ediyor. Böylesi bir “yeniden popülerleşmenin” sebebi ise, Demokrat Parti’nin şu anki adaylarının yetersizliği olarak gösteriliyor. Peki, bu durum gerçekten de ifade edildiği gibi “adayların yetersizliği” mi, yoksa başka bir sebep mi var?

2020 Başkanlık seçimleri ve Demokrat Parti adaylığı için yarış

ABD, sadece 1 yıl kadar kısa bir sürede yine yorucu bir başkanlık seçimi sürecinin sonuna varmış olacak; ancak daha adaylar kesinleşmemişken bile tüm Demokrat Parti’nin ortak endişesi, Donald Trump’ı koltuğundan edecek kadar iyi bir aday çıkarmak olarak gözüküyor. Bu durumda, Demokrat Parti’nin adaylarının incelenmesi gerekiyor.

Demokrat Parti’den ABD Başkanlığı seçiminde aday olarak gösterilmek için yarışan ve adaylar arası tartışmalara katılabilen 12 aday olsa da, gerçekten asıl aday olmak için şansı olan 3 aday üzerinde durulmasında bir sakınca yok. Bu adaylar; Elizabeth Warren, Bernie Sanders ve Joe Biden olarak öne çıkıyor.

Başlayacak olursak Elizabeth Warren, 2013 yılından beri Massachusetts eyaleti Senatörlerinden biri olarak ABD siyasetinde öne çıkan bir figür olarak yer alıyor. Geçmişinde çeşitli üniversitelerde hukuk profesörü olarak akademisyenlik ve finansal konulara hâkimiyeti sayesinde hem özel hem de devlet kurumlarında danışmanlık yapmasıyla da tanınan Warren, 2016 Başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’a destek için kampanyasına katılmıştı. Clinton’un mağlubiyetinden sonra “Trump ve ekibinin yaptıkları kötülükler karşısında ölü taklidi yapmayacağım” diyerek 2018’de tekrar Senato’ya seçilen Warren, 2020 seçimlerine katılmak için başkan adaylığını açıkladı. Sol görüşüyle bilinen Warren; tüm Amerikalılara hizmet edecek bir sağlık sistemi, oldukça iyileştirilmiş bir asgari ücret, yüksek eğitim reformu, öğrencilerin eğitim için aldıkları borçların sıfırlanması ve ultra-milyonerleri özellikle endişelendiren gelir düzeyine vergi gibi fikirleriyle öne çıkıyor.


Demokrat Parti Başkan Aday Adayı Elizabeth Warren

Bir diğer solcu aday olan Bernie Sanders ise kendisini bir “sosyalist” olarak tanımlıyor. 2007 yılından beri Vermont eyaletinin Senatörlerinden biri olan Sanders, Senato’ya seçilmeden önce ise önce eyaletinin Burlington kentinin belediye başkanlığı, sonrasında ise 1991’den 2007’ye kadar yine Vermont’un ABD Temsilciler Meclisi’ndeki üyelerinden biri olarak ABD siyasetinde yer alıyor. Chicago Üniversitesi’nden siyaset bilimi diploması olan Sanders, 2016 Başkanlık seçimlerinde de yer almıştı. Hillary Clinton’a karşı uzunca bir süre ön seçimlerde mücadele eden Sanders, kazanma ihtimali kalmayınca kampanyasını bitirdiğini açıklayıp Clinton’a Trump karşısında desteğini açıklamıştı. 2016 seçimlerinden hemen sonra siyasi aktivizmini yeniden canlandıran Sanders, tıpkı 2016 adaylığı gibi yine Demokrat Parti adaylığı için adı en önde geçen isimlerden biri, ancak Elizabeth Warren’la örtüşen tutumu ve vaatleri yüzünden Warren’ın bir adım gerisinde kalıyor. Sosyalizmi de parti içinde eleştirilen Sanders, “Medicare-for-all” isimli sağlık hizmeti teklifiyle seçimlerde ABD’deki büyük sağlık sorununu en gündemde tutan adaylardan biri olarak gösteriliyor. Sanders, sağlık hizmeti teklifinin yanı sıra asgari ücretin saatini 15 dolara çıkaracağını, üniversite eğitiminin “temel bir hak olduğu için” ücretsiz hale getireceğini, ülkedeki “sınıf çatışmasını” bitireceğini ve ülkesindeki finansal sistemi baştan aşağı yenileyeceğini vaat ediyor.

Bir diğer aday olan Joe Biden, Barack Obama dönemindeki başkan yardımcılığıyla tanınıyor. 1973 yılında Delaware eyaletinden Senato’ya seçilen Biden, siyasi kariyerinden önce avukatlık yapmasıyla da biliniyor. Erken bir yaşta (31) Amerikan Senatosu’na seçilen Biden, daha önce iki kez ABD Başkanlığı’na aday oldu (1988 ve 2008’de olmak üzere; 1988’de bir intihal skandalı yüzünden adaylıktan çekildi, 2008’de ise Barack Obama’nın ön seçimlerde gösterdiği başarıdan sonra çekilmeye karar verdi) ve uzun yıllar boyunca Amerikan dış politikasında yön verici kararlar alınmasında büyük pay sahibi oldu. 2016 seçimlerine katılmayan Biden, o esnada başkan yardımcılığı görevinde olduğu için aktif bir şekilde bir kampanyaya katılmamış olsa da Hillary Clinton’a destek verdiği de biliniyor. Biden, siyasi kariyeri boyunca ABD’nin iki büyük partisi arasında bir ‘köprü’ görevi görmesiyle, özellikle de Başkan Obama’nın tek başına kabul ettirmesi zor olan yasa tasarılarını Cumhuriyetçi Parti üyeleriyle yaptığı sıkı pazarlık sonucu kabul ettirmesiyle de biliniyor ve her iki partinin de tabanından destek gördüğü düşünülüyor. Biden’ın 2020 için gösterdiği tutum ise yerleşik siyasi, iktisadi ve toplumsal yapıyı sarsacak, Sanders ve Warren’ın vaatleri kadar radikal olmayacak şekilde gözüküyor. ABD siyasetinin “merkezinde” yer aldığı kabul edilen Biden, başkan yardımcılığı performansında Amerikan halkının gözüne girmesine dayanıyor ve ülkesinin daha ‘yeşil’ bir ekonomiye geçmesini, sağlık sisteminin mümkün olduğunca genişletilmesini ve insan hakları konusunda daha hızlı adımlar atılması gerektiğini savunuyor.

Adaylar ortada, tartışma neden?

Demokrat Parti’den ABD Başkanlığı’na adaylık konusunda en önde bulunan üç adayın da geçmişte yaptıkları ve vaatleri, kendi partilerinin tabanında büyük bir yankı buluyor. Warren ve Sanders, sayısı gün geçtikçe artan gençler ve Amerikan toplumunu oluşturan farklı etnik gruplar tarafından çok sevilirken daha alışılageldik Amerikan seçmeni, daha “geleneksel ve ılımlı” buldukları Biden’ı destekliyor; ancak her iki taban kitlesi de bir başka Demokrat adayı Trump karşısında desteklemeye nispeten sıcak bakıyor.

Durum Demokrat Parti adayları adına oldukça iyi gözükürken neden “adayların yetersizliği” gibi konular çok gündeme geliyor? Adaylar gerçekten yetersizse, neden Trump’a karşı seçim kaybeden ve gün geçtikçe popülaritesini kaybeden Hillary Clinton gibi veya eski ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle Obama gibi figürler devamlı olarak gündeme getiriliyor? Bu soruların yanıtları arasında güncel adayların yaşlılığı, sağlık sorunları, fazla “radikal” veya fazla “ılıman” olmaları gibi iddialar öne sürülüyor. Yarışan adaylar dışında ismi en sık anılan kişi olan Hillary Clinton da; Biden, Warren ve Sanders gibi 70li yaşlarında. Clinton da Joe Biden’a oldukça yakın bir politika gündemine sahip. Clinton da tıpkı Sanders gibi kampanyası sırasında sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Böylelikle söylenebilir ki, ana akım medyada devamlı öne sürülen iddiaların da ardında yatan bir sebep, Amerikan medyasının devamlı olarak “adayların yetersizliği” üzerine gitmesine neden oluyor. Fakat oldukça dikkat çeken şöyle bir nokta var: Sanders ve Warren hakkındaki ‘yetersizlik’ iddiaları ve medya sansürü ana akım medyanın önemli yayınlarının birçoğunda yer bulurken, Joe Biden’ın ‘yetersiz’ olduğu iddiası ya Trump kampanyası ve Cumhuriyetçi Parti tarafından ortaya atılıyor, ya da Biden’ın rakip kampanyaları tarafından doğal olarak gündeme getiriliyor. Yani Demokrat Parti’ye yakın basın grupları Biden hakkındaki eleştirileri ve zayıflıkları nispeten görmezden gelirken, Elizabeth Warren ve Bernie Sanders’a yüklenmeye devam ediyor.

Biden ve Clinton, Sanders ve Warren’a karşı


Demokrat Parti Başkan Aday Adayı Joe Biden

Joe Biden, yukarıda da bahsedildiği gibi Amerikan siyasetinin daha “ılımlı” kesimini, partiler arası işbirliğini ve ekonomik statükonun devam ettirilmesini isteyen kesimi temsil ediyor. 2016 kampanyasında da Sanders kadar radikal olamayan Clinton hakkında söylenenlerin, Biden hakkında söylenenlerle oldukça örtüştüğü de çok net görülüyor. Hâlbuki Joe Biden, şu ana kadarki tartışma performansıyla, kampanyasının para biriktirme yarışında geride kalmasıyla ve anketlerde ya Sanders ve Warren’ı 1-2 puanla geçmesi ya da onların arkasında kalmasıyla oldukça tartışılacak bir figür. Bunlara rağmen Warren ve Sanders’dan önde gösterilen ve “gösterilmeye çalışılan” Biden ve Clinton arasındaki birçok ortak nokta göze çarpıyor.

Biden da, tıpkı Clinton gibi “süper siyasi çalışma komiteleri” (super PACler, ABD seçimlerinde adaylar adına para toplanması ve propagandalarının yapılması için önemli bir yer tutuyor) tarafından desteklenirken ‘sıradan’ Amerikan vatandaşları tarafından parasal olarak desteklenmiyor. Ekonomik olarak Sanders ve Warren’ın önerdiği yeniden yapılanmayı, aşırı zenginlere gelire oranlı vergiyi, ücretsiz sağlık sistemini teklif etmeyen Biden,  Sanders ve Warren tarafından “tehdit edilen” ve Amerikan ekonomik sisteminde inanılmaz büyük yer sahibi şirketler ve bankalar tarafından destek görüyor. Buna karşın Sanders ve Warren, milyonlarca insanlardan çok küçük miktarlarda aldıkları bağışlarla şimdiden Biden’ın gördüğü desteği büyük oranda geçmiş durumda.


Demokrat Parti Başkan Aday Adayı Bernie Sanders

Bir diğer yandan siyasi ve toplumsal olarak Amerikan halkının daha bütünleşmesini ön gören ve özellikle gençlere ve gençlerin taleplerine önem veren Sanders ve Warren’ın karşısında bulunan Biden, gelenekselci Amerikan tutumunu yansıtarak “beyaz ve orta yaşlı Amerikalı”nın daha hoşuna gidecek bir tutum benimsiyor. Hillary Clinton’un özellikle farklı etnik gruplardan ve kadınlardan gördüğü inanılmaz desteğin bir benzerine sahip olamayan Biden, başkan yardımcılığındaki popülaritesi ve “iki partili” tutumuna güveniyor. Ancak Başkan Trump’ın arkasında sağlam bir şekilde bulunan kökten gelenekselci Amerikan seçmeni ve Sanders, Warren ve hatta Clinton’a duyduğu sempatiye rağmen Biden’a yakın hissetmeyen önemli büyüklükte bir kitle, Biden’ın adaylığı durumunda kendisi lehine oy kullanmayabilir.

Bu gibi sorunları gözlemleyen Demokrat Parti yetkilileri, Biden’ın “yetersizliğinden” içten içe endişelendiklerinden dolayı yeniden Hillary Clinton ismini gündeme getiriyor. 3 yıldır nispeten sessiz bir profil çizen ve zaman zaman Trump’ı eleştiren Clinton’un son aylarda yeniden basında sık görülür bir figür olması, “kitap tanıtımı” sayesinde halkla defalarca görüşmesi, Clinton’un bir “son dakika adayı” olarak gösterilmesiyle sonuçlanabilir; ancak böyle bir adımın Demokrat Parti adına bir felaket olacağı düşüncesinde olanların sayısı hiç de azımsanır değil.

Süper zenginlerin “çıkmazı”, ön seçimlerle çözülecek

ABD siyasetinin içinde bulunduğu bu durum, ekonomik olarak fazlasıyla güçlü grupların siyasete karışması sonucu oluşturduğu dengesizliği gösteriyor. ABD halkından ziyade kendi çıkarlarını düşünen gruplar, Biden ve Clinton gibi “merkez” gözüken ama aslında şiddetle taraf olan adayları destekliyor ve Amerikan siyasetini eskimiş, yorulmuş ve popülaritesini kaybetmiş karakterlerin gölgesine sokuyor. Amerikan halkının %1’ini temsil eden bu süper zengin grup, eski New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg gibi zenginlerin de adı geçen, ekonomik olarak birbirleriyle fazla sıkı bağları olan adaylar aracılığıyla kendilerini korumak için “dünyanın en demokratik ülkesi” olduğu iddia edilen ABD’yi bir “çıkmaza” sürüklüyor.

Peki, ABD siyasetinin, özellikle de Demokrat Parti’nin içinde bulunduğu iddia edilen bu “çıkmazdan” bir çıkış yok mu? Elbette var. %1’lik kesim tarafından kontrol edilen medya ve büyük şirketler, gerçekten ABD halkının lehine olan Warren ve Sanders gibi adayları zayıflatmayı veya görmezden gelmeye çalışıyor; çünkü bu adaylar ülkedeki inanılmaz büyük gelir eşitsizliğini daraltmayı, “batmak için fazla büyük” olan şirketler ve bankalar zor durumda kaldığında yapılan milyarlarca dolarlık yardımları ve kendilerine yapılan inanılmaz büyük vergi indirimleri bitirmeyi planlıyor. Bu adaylar, kendilerine karşı yürütülen medya kampanyasına boyun eğmeyip halkla birebir temaslarını devam ettirdiği ve 2020’de başlayan ön seçimlerin başında halk nezdinde gerçeği yansıtan sonuçları aldığı sürece, Amerika için “daha adil” bir çıkış yolu gözüküyor.

Habernediyor.com / Oğuzhan Sabuncu

Yorumlar (1)
Y.Özkul 4 yıl önce
Başarılarınızın devamını dilerim.